17 Ocak 1994’te o dönem DSP Genel Başkanı olan Bülent Ecevit’in gündeme getirdiği “ İstanbul Kanalı Projesi” o dönemin şartlarından mı yoksa bazı gerçeklerin sonradan anlaşılmasından mıdır konuşulmaktan öteye gidememiştir.
2011 yılında dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından “Kanal İstanbul” projesi olarak hatta çılgın proje olarak gündeme getirildi ve bütçeden ödenek ayrılarak fizibilite çalışmaları başlatıldı.
Karadeniz’i Marmara’ya bağlayacak kanal 45 km uzunluğunda , 150 m genişliğinde ve 25 m derinliğinde olacak, maliyeti ise farklı açıklamalar olmakla birlikte 75 milyar TL yani 10 milyar doların üzerinde. Yetkililer bu proje sayesinde yıllık 68 milyar dolar gelirden bahsediyor.
Oturup bir hesap yaptım . Geçen yıl İstanbul Boğazından 44 bin ticari gemi geçmiş. Bu gemilerin tamamı Kanal İstanbul’dan geçmiş olsa gemi başına kaba bir hesapla 136 bin dolar geçiş ücreti alınmalı ki yıllık 6 milyar doları tutturabilelim. Denilebilir ki Karadeniz ve Marmara’da kanal giriş çıkışlarında bekleme limanı vb. tesisler yapılacak onların da geliri var vs. Attık 36 bin doları, gemi başına 100 bin dolar geçiş ücreti düşer. 20 Temmuz 1936 tarihli Montrö Sözleşmesi gereği ülkelerin ticaret gemilerinin boğazlardan geçiş serbestliği vardır (Md. 2). İstanbul boğazından gemi başına verilen hizmet karşılığı yaklaşık 90 dolara geçmek var iken ticaret gemilerini Kanal İstanbul’dan geçişe nasıl zorlayabileceksiniz? Hem de yaklaşık 100 bin dolara. Diyelim ki Montrö sözleşmesine taraf ülkeler boğaz trafiğinin sıkışıklığı vb. gerekçelerle ikna edildi ve ticari gemilerin Kanal İstanbul’dan geçmesi kabul ettirildi. Paramız yok, diğer projelerde de olduğu gibi yap işlet devret modeli ile ihale ettiniz ve yıllık 6 milyar dolar gelir taahhüt ettiniz. Acı kapitalizm ne yapar eder bu kanala servet ödeyip geçmek yerine yüklerini Bulgaristan’ın Burgaz limanından vagonlar aktarıp Yunanistan’dan denize çıkartır. Şimdi soruyorum yıllık 6 milyar dolar nasıl sağlanacak? Kanal İstanbul’dan değil geçmek hayatında orayı görmemiş vatandaşımızdan mı çıkacak? Malum oto yol ve köprülerde olduğu gibi.
Kanal İstanbul ile ekolojik dengelerin bozulmasına yönelik riskleri bilim adamlarımız sürekli yazıp bizleri aydınlatmaktadırlar, işin bu yönüne değinmeyeceğim.
Ülkemizin güvenliği açısından ortaya çıkacak risklere bir göz atalım.
2006 da ABD Kongresinde 1936 tarihli Montrö Sözleşmesi’nin günün şartlarına göre yeniden düzenlenmesi gerektiği gündeme getirilmişti. Aradan 5 yıl geçiyor ve Kanal İstanbul önümüze sunuluyor. Aralarında bir ilişki var mı yok mu düşündürücüdür.
Montrö sözleşmesi gereği Karadeniz’de kıyısı olmayan ülkeler Karadeniz’de sürekli olarak harp gemisi bulunduramaz. Barış zamanında Türkiye’ye diplomatik kanaldan ön bildirimde bulunduktan sonraki 5 gün içinde Çanakkale Boğazından girmek şartıyla, harp gemileri 21 gün süre ile Karadeniz’e girebilirler (Madde 18/2), süre sonunda Çanakkale Boğazından Türk karasularını terk etmek mecburiyetindedir. Ayrıca kıyıdaş olmayan bütün devletler boğazlardan bir seferde toplam tonajları 15.000 tonu aşmayan, en fazla 9 adet gemiyi Karadeniz’e çıkartabilir (Madde 14). Yine bir başka maddeye göre Karadeniz’deki en güçlü donanmanın tonajından daha fazla tonajda bir harp gemileri grubu Karadeniz’e hiçbir şekilde giremeyecektir (Madde 18/1)
Sözleşmede yukarıda saydığım konular dışında uçak gemileri ve denizaltıların geçişlerine ilişkin savaş ve barış zamanı ile Türkiye savaşta olduğunda tüm kontrolü dilediği gibi kullanmasına yetki veren, kısacası Türkiye’nin güvenliğini ön planda tutan maddeler yer almaktadır.
ABD bu anlaşmadan son dere rahatsızdır. Çünkü Karadeniz’de istediği gibi at oynatmaktan yoksundur.
ABD, Karadeniz’de sınırsız harp gemisi bulundurarak;
Rusya’nın ve Hazar bölgesinin önemli bir petrol limanı olan Novorossiysk limanını ve enerji yollarını kontrol et etmek, Karadeniz’de ABD emperyalizmine karşı direnen ülkelerde çıkartacağı kargaşalığa, terör faaliyetlerine denizden desteği sağlamak ve kısacası Karadeniz’e hakim olarak dünya efendiliği için önündeki en güçlü engellerden biri olan Rusya’yı saf dışı bırakmayı hedeflemektedir.
Kanal İstanbul Projesi ile Montrö Sözleşmesinin işlerliği bir tarafa bırakılıyor ve ABD nin istediği oluyor. Şöyle ki
1982 BM Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne göre sahili bulunsun veya bulunmasın bütün devletlerin gemileri zararsız geçiş hakkından yararlanır, ifadesi bulunmaktadır. Zararsız geçiş rejiminde geçişler sürekli ve çabuk olacaktır. Durma veya demirleme sadece arızi sebeplerle olabilecektir(Mad. 18/2)
Sahildar devletin barışına, düzenine veya güvenliğine zarar vermedikçe zararsızdır.”(Mad. 19/1)
1982 BM Deniz Hukuku Sözleşmesi 35. maddesinin 3.fırkasında geçişin uzun süredir yürürlükte olan uluslararası antlaşmalarla düzenlendiği boğazlara 1982 Sözleşmesi’nde öngörülen hiçbir geçiş rejimi uygulanmayacağı hükmüne amirdir. Yani yeni açılacak boğaz ve kanallarda zararsız serbest geçiş hakkı vardır. Bu durumda; uluslar arası (en azından Karadeniz’e komşu ülkelerle) bir anlaşma yapılmadığı sürece Kanal İstanbul’dan harp gemileri de dahil olmak üzere gemi geçişlerinin “Serbest geçiş rejimi” ne tabi olması söz konusudur.
Öte yandan Çanakkale boğazı ve geçiş şartları Montrö sözleşmesi ile sınırlanmış olmakla beraber Marmara’da aynı anda bulundurulacak sava gemisi konusunda sözleşmede açık bir madde bulunmadığı dikkate alındığında yabancı savaş gemilerinin daha açıkçası ABD donanmasının sınırlamaya maruz kalmadan Karadeniz’e çıkışına imkan sağlanmış olacaktır.
Kanal İstanbul’un açılması ile bölge ülkelerinin ve özellikle de Türkiye’nin güvenlik sigortası Montrö Sözleşmesi etkisizleştirilmiş olacaktır. ABD donanmasının Akdeniz’de olduğu gibi Karadeniz’de de cirit atmasının önü açılmış olacaktır. Karadeniz’e kıyıdaş ülkelere getireceği tehdit bir yana ülkemiz açısından da son derece ciddi bir beka sorunu ortaya çıkacaktır.
Yukarıda özetlediğim ücretli geçiş sorunları ile özellikle de askeri açıdan karşılaşılacak sorunlara uluslar arası hukuka uygun olarak çözümler getirilmeden, çevre uzmanlarının açıkladığı ekolojik sorunlara çözümler üretilmeden bu projenin başlatılması çılgınlıktır, hem de kendi kendini yok etme çılgınlığıdır.
Aydınlık