Hava ve sudan sonra en çok gereksinme duyduğumuz şey besinlerdir. Yetişkin bir erkeğin günlük faaliyetlerini sürdürebilmesi için 3000 kalorilik enerji sağlayacak besin tüketmesi gerekir. Diyetin yeterli miktarda bitkisel ve hayvansal protein ile vitamin ve mineralleri de içermesi lazımdır. Besinlerden bazıları vücutta depolanabilir, C vitamini gibi bazılarının her gün düzenli şekilde alınması gerekir. Araştırmalarla her yaş ve cinsiyet grubu için gereken besin miktarları belirlenmiştir. Nüfus sayısı ve dağılımını göz önünde tutarak gereksinme duyulacak toplam besin maddesi cins ve miktarınının hesaplanması mümkündür.
İSTİKLAL MARŞIMIZ’IN İLK SÖZCÜĞÜ: KORKMA
Güzel yurdumuzun güneşi, toprağı, suyu var. Tohumu, damızlık hayvanı, alet – makinesi, taşıt araçları da var. Becerikli ve çalışkan insanlarımıza güvenelim. Teknik elemanlarımız bilgili ve yeterli. Yol, su, elektrik, iletişim gibi altyapı sorunumuz yok. Akıllı tarım, topraksız tarım, su kültürü, tam otomasyonlu seralar, süt sağım robotları gibi her türlü teknolojiyi kullanabilir durumdayız. İnsanlarımız sabırlı ve kanaatkârdır. Zorluklara katlanmasını da bilir, fedakârlığı ve paylaşmayı da bilir. Elimizdeki bu kaynaklarla asla aç kalmayız ve Türkiye gibi üç ülkeyi besleriz. Yeter ki planlama yapalım, hedef gösterelim ve imkân sağlayalım.
TEMEL BESİNLERİMİZ
Bizim bulunduğumuz coğrafyada beslenmenin temeli başta buğday olmak üzere tahıllara dayanır. Tahılların ve kuru baklagillerin depolanması ve taşınması kolaydır. Kuru baklagiller bitkisel kökenli proteinleri daha fazla içerdikleri için diyeti tamamlar. Taze sebze ve meyveler vitamin ve mineral kaynağıdır. Vücudun direncini artırırlar. Bunlar fazla miktarda su içerdiklerinden kolay bozulurlar, depolanmaları ve taşınmaları güçtür. Olabildiğince yerel olarak tüketilmelidirler. Dondurulmuş, kurutulmuş ve konserve edilmiş halde, yetiştirildikleri mevsimler dışında da tüketilebilirler. Salça, reçel, marmelat, pekmez, tarhana, erişte, bulgur gibi ürünlerin yapımı da bir muhafaza ve değerlendirme şeklidir.
KATIKLARIMIZ
Yaşım seksene doğru tırmanıyor. Çocukluğumda nüfusun büyük bir bölümü kırsal alanlarda yaşıyordu. Karnımızı doyurmak için çağrı yapılması gerektiğinde: “Haydi ekmeğimizi yiyelim!” denirdi. Temel besin maddesi ekmekti. Ekmek nimetti. Ekmek varsa gerisi kolaydır. Üç kardeş, bir tek yumurtayı paylaşırdık. Dilme zeytinler hazırlanırken uzunlamasına üç çizik atılır. Böylelikle bir zeytin tanesi ile üç lokma ekmek yiyebilirdik. Bir kaşık yoğurdu ezerek ayran yaptıktan sonra ekmeğinizi bandırarak yersiniz. Toz şekeri suda eriterek de ekmeğinizi banabilirsiniz. Olmazsa her bir lokmanın yanısıra, bir topak peyniri azar azar ısırarak yersiniz. Helva da aynı şekilde yenir. Buna “katık etmek” denir. Kuru soğanı sakın bıçakla kesmeyin, yumrukla ezerseniz daha lezzetli olur.
Biz “yemek” sözcüğünü isim olarak kullanmazdık. Biz “aş” derdik. Bulgurdan yapılan pilava bile “bulgur aşı” denirdi. Tavukları herkes kendi beslerdi. Hatırlı bir konuk gelirse bir piliç kesilir, elle tüyleri yolunarak temizlenirdi. Böyle bir tavuk bulgurla birlikte odun ateşinde pişerken, kokusu bütün çevreye yayılırdı. İnsanlar görgülü idi. Gebe ve emzikli kadınlara, ufak çocuklara, hastalara birer lokma da olsa tattırılırdı. Gıda maddelerinin file ile taşınması görgüsüzlük sayılır ve ayıplanırdı.
Yere düşmüş bir ekmek parçası gören kimse onu özenle alır, öper başına değdirirdi. Ekmek ayak altında kalmasın, kurt kuş yesin diye yüksekçe bir yere bırakırdı. Çöp tenekelerine atılan ekmekleri gördükçe içim yanıyor. Onun bir dilimine muhtaç milyonlarca insanın bulunduğu adaletsiz bir dünyada yaşıyoruz. Bu şımarıklığa son vermemiz besinlerimizi tutumlu kullanmamız şarttır.
Demek istediğim kısıtlı koşullarda da yaşanabilir. Öyle yaşayan milyonlarca insan var. Lüks içinde ve müsrif yaşayanlar onların hakkına el koyarak buna yapıyorlar.
YATILI OKULDAKİ LÜKS YAŞANTIM
Devlet parasız yatılı sınavını kazanıp Denizli Lisesi’ne kaydolmuştum. 12 yaşındayım, evden ilk kez ayrılıyorum. Biz evimizde hep yer yatağında yatardık. Okuldaki ilk gece uykum arasında karyoladan düştüm, kolum biraz ağrıdı ama önemli değildi.
Kahvaltıda büyük porselen fincanlar içinde çay, yanında şekerle beraber, ekmek, peynir ve zeytin de var. Bir seferinde kahvaltı sofrasında rengi sarıya çalan bir şey vardı. Cehaletim meydana çıkmasın diye ne olduğunu sormadım. Olduğu gibi ağzıma attım ama yutmakta çok güçlük çektim. Meğer yemeklik margarin vermişler. Hâlâ piyasada olan o margarini hiç sevmedim ve zorunlu kalmadıkça yemedim. Bir zamanların efsane beslenme hocası, Doç. Dr. Osman Nuri Koçtürk margarinlerin zararı konusunda Türk milletini uyandırdı. Bu rastlantının yararını görmüş oldum.
Öğle yemeğinde kuru fasulye ve pirinç pilavı, akşama şehriye çorbası ve kıymalı patates veriliyor. Cumartesi öğle yemeğinde fasulye ve pilavın yanı sıra turşu ya da kadayıf oluyor. Karnıyarık, tatarböreği gibi adını da, tadını da bilmediğim yiyecekler. Devlet baba, giyecek elbisemi, ayakkabımı, kitap ve defter paralarını veriyor. Haftada bir gün Şeytanpazarı’ndaki Hızır Hamamı’nda yıkanma olanağı bile sağlıyordu.
Bazı tuzu kurulara işkence gibi gelen yatılı okul ve askerlik hayatı birçok insanın erişemediği bir yaşam seviyesidir. Her öğünde iki üç kap farklı yemek. Sandalyede oturup masada porselen tabaktan metal çatal kaşıkla yiyorsunuz. Mis gibi somun ekmek dilimlenmiş olarak önünüze koyulmuş. Ortalık aydınlık, yerler tertemiz. Az şey mi bunlar. Yakın çevremdeki emsallerim arasında en şanslı olanlardan biri bendim. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurduğu fırsat eşitliği sağlayan parasız eğitim sistemi sayesinde okuyabildim. Minnettarım ve can tende olduğu sürece borcumu ödemeye çalışacağım.
(Devam edecek ....)
Cengiz Çakır
Aydınlık