Dicle Eroğul yazdı
Sevr ruhuyla başlayıp Kapitülasyon ruhuyla biten İstanbul Sözleşmesi değil, Atatürk Devrimleri Yaşatır!
“Gerçekleri Karartan Kamplaşma” başlıklı yazımda belirttiğim kamplaşma örneklerini yaşamaya devam ediyoruz. Bugünlerde en yoğun yaşadığımız kamplaşmalardan biri de, kamuoyunda “İstanbul Sözleşmesi”(1) olarak anılan “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile (Ev) İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi” konusunda oldu.
İSTANBUL SÖZLEŞMESİ'NE İKTİDAR KANADININ BAKIŞI
AKP Genel Başkanvekili Numan Kurtulmuş, İstanbul Sözleşmesi ile ilgili Temmuz ayı başında bir açıklama yaptı. Kurtulmuş'un, imzalanmasının hata olduğunu belirttiği İstanbul Sözleşmesi'nden “usulünü yerine getirerek” çıkılabileceğine dair sözlerine, çeşitli kadın örgütlerinden tepki geldi. Türkiye’nin ilk imzacısı olduğu İstanbul Sözleşmesi’nden imzasını çekebileceğini resmen dile getiren ilk kişi AKP Genel Başkanvekili Numan Kurtulmuş olmuştu ancak Sözleşme'nin uzun bir süredir hedefte olduğu ortaya çıktı. Hükümetin İstanbul Sözleşmesi'nden ayrılma mesajlarının AKP içinde de çatlağa neden olduğu anlaşıldı. 13 Temmuz 2020 tarihli AKP MYK toplantısında saatlerce İstanbul Sözleşmesi'nin tartışıldığı ve Numan Kurtulmuş'un sunumundan sonra söz alan üyelerin birçoğunun Sözleşme'nin bazı maddelerinin aile yapısı ve ahlaki değerlere aykırı olduğunu dile getirdiği haberleri medyada yer aldı. Bu haberlere göre; Adalet Bakanı Sözleşme'den çıkma yanlısı iken Aile Bakanı'nın da dahil olduğu bazı isimler Sözleşme'den çıkmanın doğru olmayacağını savunmuşlar, bazıları da Sözleşme'den çıkmak yerine niyet beyanı ile hangi maddelerin uygulanmayacağının belirlenmesini istemişler. Cumhurbaşkanı Erdoğan, değerlendirmeleri dinledikten sonra Türkiye'nin İstanbul Sözleşmesi'nden çekilmesi gerektiğini söylemiş. Erdoğan'ın kızı Sümeyye Erdoğan Bayraktar'ın yönetiminde yer aldığı ve İstanbul Sözleşmesi gereği kurulan Uzlaşma Komitesi'nin fikir danıştığı Kadın ve Demokrasi Derneği (KADEM) ise İstanbul Sözleşmesi'nden çıkılmasına karşı beyanlarda bulundu. AKP içindeki İstanbul Sözleşmesi çatlağının, sadece üst yönetimle sınırlı olmadığı daha derinlerden, tabandan kaynaklandığı gün yüzüne çıkmaya başladı.
Son günlerde “Ne demek Mavi Vatan” sözleriyle hatırladığımız Murat Yetkin, 23 Temmuz 2020 tarihli “İşte Erdoğan'dan fesih isteyen İstanbul Sözleşmesi Raporu” başlıklı yazısında, “Türkiye Düşünce Platformu tarafından hazırlanıp Mayıs 2020’de sunulan Kadına şiddete karşı İstanbul Sözleşmesinin fesih edilmesini Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’dan talep eden rapordan” söz ediyordu. Söz konusu raporun başlığı “İstanbul Sözleşmesine Yönelik Hukuki ve Psikososyal Değerlendirme Raporu”(2) imiş. Murat Yetkin yazısında, internet sitelerinde kendilerini 'Ümmetin ve Milletin Buluşma Noktası' sloganıyla tanıtan Türkiye Düşünce Platformunun Erdoğan’a kendi imzaladığı sözleşmeyi fesih etmesinin 'yerinde olacağını' söyleyen raporu özetlemiş. Numan Kurtulmuş'un da İstanbul Sözleşmesi'nden çıkılması gereği açıklamasında vurguladığı iki kavramdan, 'toplumsal cinsiyet' ve 'cinsel yönelim' kavramlarından rahatsızlık duyulduğu anlaşılan rapor incelendiğinde, yer yer doğru saptamalar olsa da genel olarak irticai görüşlerin hakim olduğu görülüyor. Söz konusu raporun imzacılarına gelince, Murat Yetkin'in deyimiyle “tanıtmaya gerek olmayan” iki isim yetiyor: Emine Şenliklioğlu ve Abdurrahman Dilipak. İstanbul Sözleşmesi'nden çıkılmasını talep eden ve Adnan Tanrıverdi'nin de Yüksek İstişare Kurulu üyesi olduğu Türkiye Düşünce Platformu, son olarak Ayasofya hutbesindeki 'laneti' ile gündeme düşen Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş'ı savunan basın bildirisi yayınlamış.
AKP tabanından İstanbul Sözleşmesi'ne bir başka itiraz da, Merkezi İstanbul’da Fatih’in Çarşamba semtindeki İsmailağa Camii olarak kabul edilen İsmailağa Cemaat'inden geldi. Cübbeli Ahmet Hoca namıyla bilinen Ahmet Mahmut Ünlü’nün de mensubu olduğu İsmailağa Cemaati'nin internet sitesinde 6 Temmuz 2020 günü yayınlanan bildiride(3), 2011’de Tayyip Erdoğan’ın ilk imzayı atmış olduğu sözleşmenin İslâmi değerlere “savaş açma hüviyeti taşıdığı” öne sürüldü. İsmailağa bildirisinde İstanbul Sözleşmesi'nin “kadına yaratılış amacının aksine misyonlar yüklediği” ve bu yönüyle “ahlâki yapımızı ve ecdadımızdan bize intikal eden aile medeniyetimizi yıkmayı hedeflediği” iddia edildi. Her ne kadar Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin Bakanlar Kurulu tarafından vergi muafiyeti tanınmış ve kamu yararına çalışan bir kuruluş olarak tescil edilmiş de olsa Türkiye Cumhuriyeti kuruluş ilkelerine aykırı olan bu yapılanmanın, Türk Milleti adına değerlendirme yapma yetkisi olmadığı açıktır. İstanbul Sözleşmesi imzalanırken herhangi bir itirazları olmayan bu tarikat ve cemaat adı altındaki örgütlenmelerin, İslamiyete aykırı olarak “Peygamberlere varis” atadıkları gözönüne alınırsa, “İslami değerlerden” bahsetmeleri de abestir. Ancak AKP'nin oy tabanında bir rol oynadıkları gerçeği gözönüne alınarak ve İstanbul Sözleşmesi etrafında yaratılan kamplaşmanın tarafı oldukları için görüşleri aktarılmıştır.
İstanbul Sözleşmesi, 11 Mayıs 2011 tarihinde İstanbul’da yapılan Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi toplantısında Türkiye tarafından imzaya açıldığında AKP iktidardaydı. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Başbakan Tayyip Erdoğan, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Adalet Bakanı Sadullah Ergin, Kadın ve Aile Bakanı Aliye Kavaf, AB İşleri Bakanı Egemen Bağış idi. Şimdiki Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu da Avrupa Konseyi Parlamenterler Asamblesi, yani Konsey Parlamentosu Başkanı idi. AKP’nin en güçlü zamanlarında, ilk imzaya açıldığı gün imzalanmış olan ve 1 Ağustos 2014 tarihinde yürürlüğe giren “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadele Hakkındaki Avrupa Konseyi Sözleşmesi”ne o günlerde hiçbir kesimden itiraz gelmemişti. Bu noktaya bir kez daha dikkat çektikten sonra gelelim bugüne.
İSTANBUL SÖZLEŞMESİ YAŞATIR!
İstanbul Sözleşmesi'ne karşı başlatılan kampanya hemen karşı tarafı da harekete geçirmiş bulunuyor. Hunharca cinayetlerle katledilen kızlarımızın acıları kullanılarak Sözleşme'nin reklamı yapılıyor. Cinayetler bahane edilip sokak eylemleriyle İstanbul Sözleşmesi propagandası yapılıyor. Ekranda katledilen kızlarımızın görüntüleri eşliğinde acı sömürülerek, İstanbul Sözleşmesi'nin toplumumuza sağlayacağı “nimetlerden” bahsediliyor. Aslında yapılan anketlere bakılırsa, halkın büyük çoğunluğunun, Sözleşme içeriğini bir tarafa bırakın, hakkında herhangi bir fikri yok ama sosyal medyayı “İstanbul Sözleşmesi Yaşatır” paylaşımları sarmış durumda. Bu paylaşımları gördükçe düşünüyorum: “Acaba bu paylaşımları yapanlar İstanbul Sözleşmesi'ni okudular mı?” Ama günümüzde okuyarak kendi fikrini savunmak, hayatın olağan akışına aykırı bir durum arz ediyor. Topluma uyum sağlamak istiyorsanız, akışa uyup taraflardan birini seçeceksiniz, o kadar basit, yorulmanıza gerek yok. Kendinizi yorup, Sözleşme'yi okuyup da İstanbul Sözleşmesi'ne karşı çıkarsanız, kadına karşı şiddeti savunmakla, kadın erkek eşitliğine karşı çıkmakla, cemaatler gibi gerici yapılanmalarla aynı çizgide olmakla suçlanabilirsiniz. En iyisi ne okuyun, ne düşünün, ortama uyum sağlayın, rahat edin! Ama olmuyor işte…
Önce Atatürk sesleniyor: “...milletin en çok da yöneticilerin artık durumu düzeltmek, hayat bulmak, insan olmak için, mutlaka Avrupa'dan nasihat almak, bütün isleri Avrupa'nın emellerine uygun yürütmek, bütün dersleri Avrupa'dan almak gibi birtakım zihniyetler ortaya çıktı. Oysa hangi istiklal vardır ki yabancıların nasihatleriyle, yabancıların planlarıyla yükselebilsin? Tarih böyle bir olay kaydetmemiştir. Tarihte, böyle bir olay yaratmaya kalkışanlar, zehirli sonuçlarla karsılaşmışlardır. İste Türkiye de, bu yanlış zihniyetle sakat olan bazı yöneticiler yüzünden, her saat, her gün, her yüzyıl, biraz daha çok gerilemiş, daha çok düşmüştür.”
İstanbul Sözleşmesi içeriği incelenirse, Atatürk'ün bahsettiği zihniyetin sonucunda imzalanmış olan bu sözleşmenin uygulanması sürecinde zehirli sonuçlarla karşılaşacağımız görülebilir. Sözleşmenin içeriğine geçmeden önce bir noktayı vurgulamak gerek. İstanbul Sözleşmesi'nin kadına karşı şiddeti sonlandıracağına dair söylemleri, istatistikler yalanlıyor. Sözleşme imzalanıp yürürlüğe girdiği tarihten itibaren kadına karşı şiddet vakaları ve kadın cinayetleri azalmamış, tam tersine büyük bir ivme ile artmıştır. İçeriğine gelince İstanbul Sözleşmesi, Ülkemizin üniter yapısını tehdit ederek Sevr'i dayatan İkiz Yasalara atıfla başlıyor ve Osmanlı'nın son döneminde yabancılara verilen imtiyazların genel adı olan Kapitülasyon benzeri “ayrıcalık ve imtiyazlar” ile son buluyor. İkiz Sözleşmeler, Atatürk Cumhuriyeti'ne döşenmiş olan mayınlardan biridir, İstanbul Sözleşmesi'nin Giriş bölümünde bu Sözleşmelerin göz önüne alınacağının belirtilmesi yeterince aydınlatıcıdır. Sözleşmenin Ek'inde GREVIO adlı Uzmanlar Kurulu'na tanınan ayrıcalık ve imtiyazlara geçmeden önce genel olarak kadına karşı şiddetle mücadele konusunda Sözleşme'nin bize herhangi bir katkısı var mı diye bakalım. Satır araları okunduğunda zaten Sözleşmenin amacının kadına karşı şiddetle mücadele olmadığı görülüyor. Ayrıca kadın erkek eşitliği ve kadına karşı şiddetle mücadele konusunda bizim düşünemeyip de bu Sözleşmeden faydalanabileceğimiz bir hususa rastlamadım. 6284 sayılı “Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun”u çıkartmak için İstanbul Sözleşmesi'nin imzalanması gerekirdi diyenlere söyleyecek söz yok. Tam tersine kendi özgücüne, kendi milletine, tarihine, değerlerine dayanan bir iktidar çok daha etkin bir kanun çıkartabilirdi.
KAPİTÜLASYON RUHU
Sözleşmenin sonundaki Kapitülasyonlar, Atatürk'ten sonra ABD ile imzalanan imtiyaz sözleşmelerine benzer hükümler içeriyor. 66. Madde, Sözleşme'nin taraflarca uygulanmasını izlemek üzere GREVIO adı verilen “Kadınlara yönelik şiddet ve aile içi şiddete karşı eylem uzman grubu” kurulması hükmünü getirerek, usul kurallarını kendisi belirleyecek olan bu grubun nasıl oluşturulacağını tarif ediyor. Bu Madde, “GREVIO üyeleri ve Madde 68’in 9. ve 14. fıkralarında belirtildiği şekilde ülke ziyareti yapacak diğer heyet üyeleri, bu Sözleşmenin ekinde belirlenmiş olan ayrıcalıklardan ve dokunulmazlıklardan yararlanacaklardır.” hükmü ile son buluyor.
Ek'te tarif edilen imtiyaz ve ayrıcalıkların anlamını kavramak için Av. Cemil Can'ın 29 Temmuz 2020 tarihli “Özür Dilerim Beni de Aldattılar!..”(4) yazısından alıntı yapalım:
“Dilerseniz GREVIO örgütüne sözleşme ile sağlanan imtiyaz ve muafiyetleri tanıyalım:
GREVIO üyeleri:
*Tutuklanamaz, gözaltına alınamazlar, eşyaları hacizden muaftır; yazdıkları ifadeler ve gerçekleştirdikleri eylemlerden dolayı yasal işlemlerden muaftırlar.
Eylem serbestileri vardır!
*Görevlerini yerine getirdikleri ülkeye girişçıkışlarda hareket serbestliği üzerindeki her türlü kısıtlamalardan ve yabancıların tabi oldukları kayıt işlemlerinden muaftırlar.
Hareket serbestileri vardır!
*Yabancı hükümetlerin geçici resmi görevlisi olan temsilcilerine tanınan kolaylıklardan yararlanırlar.
Diplomatik muafiyetleri vardır!
*Taşıdıkları belgelerin GREVIO’nun faaliyetleri ile ilgili olduğu sürece, dokunulmazlıkları ihlal edilemez. Haberleşmeleri hiçbir şekilde engelleme ve sansüre tabi tutulamaz.
Belge dokunulmazlığı ve sınırsız haberleşme özgürlükleri vardır!
*Ziyaret ettikleri ülkelerde tam bir konuşma özgürlükleri var.
Terör örgütü propagandası yapabilirler!
Hal böyle olunca, kısaca İstanbul Sözleşmesi’ne; yabancı istihbarat örgüt ajanlarının –ceplerine GREVIO kimlik kartı koyduktan sonra– Türkiye’deki faaliyetlerini rahatlıkla ve güven içerisinde sürdürebilme sözleşmesi diyebiliriz…
***
Ve bu sözleşme hükümleri bizim iç hukuk kurallarımızın üzerindedir.
İç hukuk kurallarımızın Anayasaya aykırılığı ileri sürülebilir, ama bunların sürülemez.
Bu sözleşmeyi imzalamakla, egemenliğimizin bir kısmını (yargılama erkinin soruşturma safhasını) devretmekle kalmadık, ayrıca Truva Atı ile içerimize yabancı istihbarat örgütlerinin sızması için elverişli bir kapı da açtık…”
Av. Cemil Can'ın yazısı “Yabancı istihbarat örgütlerine alan açan İstanbul Sözleşmesi’nden, bir gün dahi beklemeden imzamızı çekmemiz şarttır..” cümlesi ile son buluyor.
GREVIO RAPORU
GREVIO'nun 15 Ekim 2018 tarihli ilk Değerlendirme Raporu'ndan(5) birkaç alıntı, İstanbul Sözleşmesi'nin maksadını açıklamaya yetiyor.
“GREVIO, çatışma, çatışma sonrası ve yerinden edilme durumlarının, partnerin uyguladığı
şiddet ve partner kaynaklı olmayan cinsel şiddet gibi kadına yönelik mevcut şiddeti
ağırlaştırabileceğini, ayrıca kadına yönelik yeni şiddet türleri ortaya çıkarabileceğini hatırlatır.
Türkiye’nin güneydoğusundaki terörle mücadele operasyonları sırasında kamu ve askeriye
tarafından gerçekleştirilen insan hakları ihlalleri iddiaları ışığında, GREVIO, etkilenen bölgelerdeki
kadınlar için başta cinsel şiddet olmak üzere ve özellikle bu operasyonlar sonucunda gözaltına
alınan veya tutuklanan kadınlar için artan şiddet riskinden endişe duymaktadır.”
GREVIO, terörle mücadele operasyonlarından rahatsız!
“GREVIO Kürt kadınlar gibi belirli etnik grupların mensubu olan kadınlar, kırsal kesimde yaşayan kadınlar, engelli kadınlar, lezbiyen kadınlar ve kayıtlarda bulunmayan göçmen kadınlar dahil göçmen ya da mülteci kadınlar gibi grupları temsil eden kadın örgütlerinin etkili şekilde sürece dahil edilmesinin, başarılı politikalar oluşturmada kilit bir rol üstleneceğinin altını çizer.”
GREVIO, kadınları etnik kökene göre bölmeye meraklı!
“GREVIO Türkiye’deki hakim olan mevcut durumun etkilediği alanları vurgulamıştır. Terörle mücadele tedbirleri, Güneydoğu Anadolu Bölgesindeki güvenlik operasyonları ve başarısız darbe girişimi sonrası kamu görevlilerinin toplu ihracıyla ortaya çıkan kamu görevlileri kaynağının boşalması gibi çeşitli faktörlerin, kadınların şiddetten uzak yaşama hakkının yerine getirilmesine uygun olmadığını ortaya koymaktadır.”
GREVIO, PKK ve FETÖ terör örgütleriyle mücadeleden rahatsız!
“GREVIO, Türk yetkilileri, aşağıdaki hususlarda güçlü şekilde teşvik eder:
a. Kadınların karşılaştıkları eşitsizlikleri ele alarak kırsalda yaşayan kadınlar, Kürt kadınlar, engelli kadınlar ve lezbiyen kadınlar dahil kesişimsel ayrımcılığa maruz kalan veya kalabilecek kadınları etkileyen şiddetin önlenmesi ve şiddetle mücadeleye dönük çabaların desteklenmesi,
b. Söz konusu kadınları temsil eden kadın STK’ları destekleyerek, bu STK’lara fon sağlayarak veya yakın işbirliği içinde çalışarak bu kadınların bakış açılarının; kadına yönelik şiddetin önlenmesi ve kadına yönelik şiddetle mücadele amaçlı politikaların tasarım, uygulama, izleme ve değerlendirilmesine dahil edilmesi,
GREVIO, bölücü örgütleri fonlamamızı istiyor!
“GREVIO, Türk yetkili makamlarına, devlet aktörlerinin, algılanan ve iddia edilen güvenlik
tehditlerine yanıt verirken uygulanan şiddet ve devletin düşmanı olarak görülen kadınlar veya bu kişilerle bağlantılı kadınlara (anne, eş, kız kardeş, kız evlat olsun) yönetilmiş şiddet dahil, her türlü durumda, yasadışı şiddete başvurmaktan imtina etmesi gerektiği prensibine bağlı kalmasını ısrarla tavsiye eder.”
GREVIO, sömürgeci mantığıyla Türk Devleti'ni, YASADIŞI ŞİDDETE başvurmaktan imtina etmesi gerektiğini hatırlatarak hizaya çekiyor!
“2016 Temmuz ayındaki darbe teşebbüsü ve akabinde olağanüstü hal ilanının ardından ülkeyi etkisi altına alan krizin, Türkiye’de kadın hakları üzerinde olumsuz etkilerini ortaya koyan raporlar ışığında, GREVIO, kadınların tutuklu iken kötü muameleye maruz kaldığı ve tecavüz tehdidinde bulunan kolluk kuvvetlerince korkutulduğu durumlara işaret eden bilgiler nedeniyle derinden kaygılıdır. GREVIO, olağanüstü hal ilanından bu yana yürürlükte olan istisnai tedbirlerin etkisiyle ortaya çıkan ve “emniyet güçleri için sistematik cezasızlık ortamı” olarak adlandırılan durumun, bu tür şiddet vakalarını teşvik edebileceğinden korkusunu taşımaktadır. Ayrıca GREVIO, hükümet kararı ile Türkiye’nin güneydoğusunda gerçekleştirilen askeri operasyonlar ve terörle mücadele operasyonlarında, kadınların taciz, cinsel şiddet ve tehditlere maruz kaldıkları ve tecavüz edilmiş ve/veya öldürülmüş çıplak kadın fotoğraflarının, emniyet güçleri tarafından sosyal medyada korkutma amacıyla paylaşıldığını iddia eden ürkütücü raporlara atıfta bulunur.”
FETÖ ve PKK sevici GREVIO, Türk askerine, Türk polisine, aşağılık bir biçimde iftirada bulunuyor!
116 sayfalık GREVIO raporunun Ek III'ünde “GREVIO’nun istişarede bulunduğu yetkili makamlar, diğer kamu kuruluşları, hükümet dışı kuruluşlar ve sivil toplum kuruluşları listesi” verilmiş. GREVIO'nın istişarede bulunmayı seçtiği sivil toplum kuruluşlarının niteliği konusunda bir iki örnek, fikir vermeye yetecektir. “Sivil toplum kuruluşları ve diğer kuruluşlar” başlıklı listenin 1. sırasında “İnsan Hakları Derneği” bulunuyor. İnsan Hakları Derneği (İHD)'nin internet sitesinde Genel Merkez tarafından her yıl “Hakikat ve Adalet için Ermeni Soykırımı ile Yüzleşme” temalı açıklamalar yapılıyor. İHD İstanbul Şubesi'nin 26 Nisan 2019 tarihli “Yaşadığımız Soykırımın Lanetli Mirasıdır” başlıklı açıklamanın ilk birkaç paragrafı aslında İstanbul Sözleşmesi'nin ruhunu yansıtıyor:
“Evet bu ülkede işlenmiş ve işlenmekte olan ağır insan hakları ihlalleri Cumhuriyet’in üzerine inşa edildiği soykırımın lanetli mirasıdır. 20. yüzyılın başında Küçük Asya ve Kuzey Mezopotamya’da Hıristiyan halklara, Ermenilere, Süryani/Asurilere, Rumlara yapılan soykırım ve inkârı devletin kendi yasalarını çiğnemesini, bizzat devletin hukuk dışına çıkmasını meşrulaştırmış ve bu devlet aklı egemenliğini Cumhuriyet tarihi boyunca sürdürmüştür. Soykırımın lanetli mirası dediğimiz işte bu devlet aklıdır.
Yine hukuksuzluğun iktidarını yaşıyoruz. Yine ağır insan hakları ihlallerinin yaşandığı bir dönemden geçiyoruz. Lanetli miras yeni biçimlerde sürüyor.
Bugün 24 Nisan. Ermeni soykırımının yıldönümü. Ama soykırımı anmaya tepki büyük. Bir anma günü ilan edilmesine bile tahammül edilmiyor.”
GREVIO'nun Türkiye'de istişarede bulunduğu sivil toplum kuruluşlarına bakınca Sözleşmenin ruhu netleşiyor. Sümeyye Erdoğan Bayraktar'ın yönetiminde bulunduğu Kadın ve Demokrasi Derneği KADEM'in de içinde yer aldığı bu listede dikkat çeken bir diğer kuruluş Bağımsız İletişim Ağı BİANET, ABD'li düşünce kuruluşu Center for American Progress (CAP)'in, 10 Haziran 2020 tarih ve “Türkiye'nin Değişen Medya Ortamı” başlıklı raporunda bahsi geçen, Türkiye'de maddi destek verdikleri medya kuruluşları arasında idi. ABD'li fon kuruluşları tarafından beslenen BİANET'in de GREVIO'nun istişarede bulunmak için seçtiği kuruluşlar arasında olması tabii ki şaşırtıcı değil.
Öte yandan, GREVIO'da şu anda Türkiye'yi temsil etmekte olan, AKP milletvekilliği ve Bakan Yardımcılığı da yapmış Prof. Dr. Aşkın Asan, Sözleşmeye yapılan itirazlarda “Sözleşmenin ruhunu anlayamama hatta anlamak istememe problemi” bulunduğuna inanıyor. Asan şöyle diyor: “Sözleşmenin tek amacı var o da kadınları şiddetten korumak. Türkiye bugüne dek bu konuda gerçekten dünyanın çoğu ülkesinden ileri adımlar atabildi. Sözleşmenin iptali, Türkiye’nin kat ettiği bütün mesafenin, başarının çöpe atılması demek olacak”. GREVIO raporu, “Sözleşmenin ruhunu anlayamama hatta anlamak istememe problemi”nin kimde olduğunu çok net bir biçimde ortaya koyuyor.
TÜRK DEVRİMİ YAŞATIR!
Kadına karşı şiddete son vermek, toplumda kadınerkek eşitliğini sağlamak için Avrupa'nın nasihatlerine ihtiyacımız olmadığı gibi, Batı emperyalizminin temsilcisi uluslararası örgütlerin denetimine hiç ihtiyacımız yok. Kadın hakları mücadelemizi kendi özgücümüze, tarihimize, değerlerimize dayanarak verebiliriz. İsmet İnönü'nün dediği gibi "Türk devrimi denilince bunun kadının kurtuluş devrimi olduğu beraber söylenecektir." "Dünya yüzünde gördüğümüz her şey kadının eseridir." diyen Atatürk gibi bir liderin öncülüğünde başlatılan bu devrim süreklidir. Atatürk'ün devrim anlayışı sürekli devrim, yani değişmeye ve yeniliklere sürekli açık kalmak, bilim ve tekniğin ışığında sürekli çağdaşlamayı öngörür. Atatürk, “Devrimler yalnızca başlar, bitişi diye bir şey yoktur” demişti ve uyarmıştı “Devrimin hedefini kavramış olanlar, daima onu korumaya muktedir olacaklardır.” Çağımızda kadına karşı şiddete son vermek ve kadınerkek eşitliğini sağlamak ta ancak Türk devrimini kavrayarak, koruyarak ve sürdürerek mümkündür.
Uluslararası Kadın Hakları Derneği'nin 12. Kongresi, 22 Nisan 1935'te İstanbul'da Beylerbeyi Sarayı'nda Türk Kadınlar Birliği'nin ev sahipliği'nde yapılmıştı. Uluslararası Kadın Hakları Derneği Romanya Temsilcisi Aleksandrine Cantacuzene Atatürk'ten şöyle söz ediyordu: “Dünyada yeni bir dönem başlatan Atatürk, Türk kadınına verdiği haklarla anayı hak ettiği yüksekliğe eriştirdi. Batı'ya verdiği bu dersin unutulması mümkün değildir.” Batı bu dersi unutmadı ama maalesef biz unuttuk. Çözümü kendi gücümüzde arayacağımıza, Batı emperyalizminin dayattığı ambalajlara sarıldık ve sonuç olarak hiçbir şeyi çözemeyip daha da ağırlaştırdığımız gibi kendimizi Batı'nın sömürgesi haline getirdik.
Atatürk'ün “fikirlerimin babası” olarak tanımladığı, Türk Devrimi'nin ideologlarından Ziya Gökalp'in kadın hakları, kadınerkek eşitliği konularındaki çalışmalarını, araştırmalarını okumadık bile, Batı'da yazılanlar çizilenler bizim için daha değerli oldu. “Kadın yükselmezse alçalır vatan, Samimi olamaz onsuz bir irfan” diyen Gökalp'in bu evrensel değerdeki bilimsel çalışmaları okullarda okutulmalıydı, geliştirilmeliydi. “Bir irfanın halka geçerek milli hars mahiyetini alması, kadınlaşmasıyla başlar. Bir kavmin kadınlar nasıl düşünürse, halkı da öyle düşünür.” sözleriyle kadının toplumsal yaşamdaki önemini vurgulamış olan Ziya Gökalp, şöyle söylemiştir: “Türk kadını ne İngiliz kadının, ne de Alman kadınının bir taslağı olmayacaktır.”
Gökalp “Türkçülüğün Esasları” eserinde şöyle der; “Türkçülerin hem kadıncı, hem de halkçı olmaları bu yüzyılın bu iki mefkureye (ideal, ülkü) kıymet vermesinden dolayı değildir. Eski Türk hayatında demokrasi ile feminizmin iki başlıca esas olması bu hususlarda büyük âmildir (etmendir).” Ona göre, Türk kadınının kurtuluşu ancak Türk medeniyetinin dinamikleriyle mümkün olabilir. Çünkü Türk medeniyet ve kültüründe kadın ve erkek eşit haklara sahiplerdi. Siyasi, hukuki ve askeri bütün işlerde kadın, eşinin yanında yer almaktaydı. Bir emrin kabul edilebilmesi için, mutlaka “Hakan ve Hatun emrediyor ki…….” ifadesinin kullanılması gerekmekteydi. Şölen ve kurultaylarda, ibadetlerde, ayinlerde, savaş ve barış toplantılarında hakan ve hatun mutlaka birlikte bulunurlardı. Türk kadını, hükümdar, kale muhafızı, vali ve sefir olabilirdi. Eski kavimlerden hiç biri kadına Türkler kadar haklar verip saygı göstermiş değillerdi.
Gökalp’e göre devletin temeli olan ailede kadının önemli bir yeri vardır. Kadının varlığıyla toplum hayatında meydana gelebilecek çözülmeler ve bozulmaların önlenebileceğine inanır. Kadınlarla erkekleri eşit saymakta olan bu asır, kadınların da bu meziyetlere erkekler kadar hatta onlardan daha fazla sahip olmalarını istemektedir. “O halde millet te kadının eseridir” diyen Gökalp biyoloji bilimindeki gelişmeleri temel alarak erkeğin kadından üstün olduğunu savunan görüşlere katılmaz. Bu bakımdan o, erkekle kadını cemiyet hayatında ayıran hem kadını hukukça hem de onun sağladığı haklar açısından aşağı bir mevkiye indiren sebebin de organik ve ruhi değil tamamen toplumsal olduğu fikrini savunur. Gökalp’in eserleri incelendiğinde, Türk kültür tarihi içerisinde Türk kadınının, hem sosyal hayatta hem de siyasi alanda önemli bir konumu olduğu görülmektedir. Bugünkü mücadelemizi de, bu sağlam temellere dayanarak verirsek başarılı oluruz.
İLK KURŞUN
(1) İstanbul Sözleşmesi: https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2012/03/20120308M11.pdf
https://ilkha.com/files/uploads/Dosya_ad8b0ccd73.pdf
(3) https://www.ismailaga.org.tr/istanbulsozlesmesinedairaciklama
(4) https://ilkkursun.site/ozurdilerimbenidealdattilar
(5) GREVIO(İlk)Değerlendirme Raporu TÜRKİYE: https://ailevecalisma.gov.tr/media/3825/grevioraporturkce5bd99d7dbb799.pdf
İSTANBUL SÖZLEŞMESİ, EMPERYALİZM VE BAĞIMSIZLIK