Dicle Eroğul yazdı
Sevr ruhuyla başlayıp
Kapitülasyon ruhuyla biten İstanbul Sözleşmesi değil, Atatürk Devrimleri
Yaşatır!
“Gerçekleri Karartan
Kamplaşma” başlıklı yazımda belirttiğim kamplaşma örneklerini yaşamaya devam ediyoruz.
Bugünlerde en yoğun yaşadığımız kamplaşmalardan biri de, kamuoyunda “İstanbul
Sözleşmesi”(1) olarak anılan “Kadınlara Yönelik Şiddet ve
Aile (Ev) İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi
Sözleşmesi” konusunda oldu.
İSTANBUL
SÖZLEŞMESİ'NE İKTİDAR KANADININ BAKIŞI
AKP Genel Başkanvekili
Numan Kurtulmuş, İstanbul Sözleşmesi ile ilgili Temmuz ayı başında bir açıklama
yaptı. Kurtulmuş'un, imzalanmasının hata olduğunu belirttiği İstanbul
Sözleşmesi'nden “usulünü yerine getirerek” çıkılabileceğine dair sözlerine,
çeşitli kadın örgütlerinden tepki geldi. Türkiye’nin ilk imzacısı olduğu
İstanbul Sözleşmesi’nden imzasını çekebileceğini resmen dile getiren ilk kişi
AKP Genel Başkanvekili Numan Kurtulmuş olmuştu ancak Sözleşme'nin uzun bir
süredir hedefte olduğu ortaya çıktı. Hükümetin İstanbul Sözleşmesi'nden ayrılma
mesajlarının AKP içinde de çatlağa neden olduğu anlaşıldı. 13 Temmuz 2020
tarihli AKP MYK toplantısında saatlerce İstanbul Sözleşmesi'nin tartışıldığı ve
Numan Kurtulmuş'un sunumundan sonra söz alan üyelerin birçoğunun Sözleşme'nin
bazı maddelerinin aile yapısı ve ahlaki değerlere aykırı olduğunu dile
getirdiği haberleri medyada yer aldı. Bu haberlere göre; Adalet Bakanı
Sözleşme'den çıkma yanlısı iken Aile Bakanı'nın da dahil olduğu bazı isimler
Sözleşme'den çıkmanın doğru olmayacağını savunmuşlar, bazıları da Sözleşme'den
çıkmak yerine niyet beyanı ile hangi maddelerin uygulanmayacağının
belirlenmesini istemişler. Cumhurbaşkanı Erdoğan, değerlendirmeleri dinledikten
sonra Türkiye'nin İstanbul Sözleşmesi'nden çekilmesi gerektiğini söylemiş.
Erdoğan'ın kızı Sümeyye Erdoğan Bayraktar'ın yönetiminde yer aldığı ve İstanbul
Sözleşmesi gereği kurulan Uzlaşma Komitesi'nin fikir danıştığı Kadın ve
Demokrasi Derneği (KADEM) ise İstanbul Sözleşmesi'nden çıkılmasına karşı
beyanlarda bulundu. AKP içindeki İstanbul Sözleşmesi çatlağının, sadece üst
yönetimle sınırlı olmadığı daha derinlerden, tabandan kaynaklandığı gün yüzüne
çıkmaya başladı.
Son günlerde “Ne demek
Mavi Vatan” sözleriyle hatırladığımız Murat Yetkin, 23 Temmuz 2020 tarihli
“İşte Erdoğan'dan fesih isteyen İstanbul Sözleşmesi Raporu” başlıklı yazısında,
“Türkiye Düşünce Platformu tarafından hazırlanıp Mayıs 2020’de sunulan Kadına
şiddete karşı İstanbul Sözleşmesinin fesih edilmesini Cumhurbaşkanı Tayyip
Erdoğan’dan talep eden rapordan” söz ediyordu. Söz konusu raporun başlığı
“İstanbul Sözleşmesine Yönelik Hukuki ve Psikososyal Değerlendirme Raporu”(2)
imiş. Murat Yetkin yazısında, internet sitelerinde kendilerini 'Ümmetin ve
Milletin Buluşma Noktası' sloganıyla tanıtan Türkiye Düşünce Platformunun
Erdoğan’a kendi imzaladığı sözleşmeyi fesih etmesinin 'yerinde olacağını'
söyleyen raporu özetlemiş. Numan Kurtulmuş'un da İstanbul Sözleşmesi'nden
çıkılması gereği açıklamasında vurguladığı iki kavramdan, 'toplumsal cinsiyet'
ve 'cinsel yönelim' kavramlarından rahatsızlık duyulduğu anlaşılan rapor
incelendiğinde, yer yer doğru saptamalar olsa da genel olarak irticai
görüşlerin hakim olduğu görülüyor. Söz konusu raporun imzacılarına gelince,
Murat Yetkin'in deyimiyle “tanıtmaya gerek olmayan” iki isim yetiyor: Emine
Şenliklioğlu ve Abdurrahman Dilipak. İstanbul Sözleşmesi'nden çıkılmasını talep
eden ve Adnan Tanrıverdi'nin de Yüksek İstişare Kurulu üyesi olduğu Türkiye
Düşünce Platformu, son olarak Ayasofya hutbesindeki 'laneti' ile gündeme düşen
Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş'ı savunan basın bildirisi yayınlamış.
AKP tabanından İstanbul
Sözleşmesi'ne bir başka itiraz da, Merkezi İstanbul’da Fatih’in Çarşamba
semtindeki İsmailağa Camii olarak kabul edilen İsmailağa Cemaat'inden geldi.
Cübbeli Ahmet Hoca namıyla bilinen Ahmet Mahmut Ünlü’nün de mensubu olduğu
İsmailağa Cemaati'nin internet sitesinde 6 Temmuz 2020 günü yayınlanan
bildiride(3), 2011’de Tayyip Erdoğan’ın ilk imzayı atmış
olduğu sözleşmenin İslâmi değerlere “savaş açma hüviyeti taşıdığı” öne sürüldü.
İsmailağa bildirisinde İstanbul Sözleşmesi'nin “kadına yaratılış amacının
aksine misyonlar yüklediği” ve bu yönüyle “ahlâki yapımızı ve ecdadımızdan bize
intikal eden aile medeniyetimizi yıkmayı hedeflediği” iddia edildi. Her ne
kadar Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin Bakanlar Kurulu tarafından vergi
muafiyeti tanınmış ve kamu yararına çalışan bir kuruluş olarak tescil edilmiş
de olsa Türkiye Cumhuriyeti kuruluş ilkelerine aykırı olan bu yapılanmanın,
Türk Milleti adına değerlendirme yapma yetkisi olmadığı açıktır. İstanbul
Sözleşmesi imzalanırken herhangi bir itirazları olmayan bu tarikat ve cemaat
adı altındaki örgütlenmelerin, İslamiyete aykırı olarak “Peygamberlere varis” atadıkları
gözönüne alınırsa, “İslami değerlerden” bahsetmeleri de abestir. Ancak AKP'nin
oy tabanında bir rol oynadıkları gerçeği gözönüne alınarak ve İstanbul
Sözleşmesi etrafında yaratılan kamplaşmanın tarafı oldukları için görüşleri
aktarılmıştır.
İstanbul Sözleşmesi, 11
Mayıs 2011 tarihinde İstanbul’da yapılan Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi
toplantısında Türkiye tarafından imzaya açıldığında AKP iktidardaydı.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Başbakan Tayyip Erdoğan, Dışişleri Bakanı Ahmet
Davutoğlu, Adalet Bakanı Sadullah Ergin, Kadın ve Aile Bakanı Aliye Kavaf, AB
İşleri Bakanı Egemen Bağış idi. Şimdiki Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu da
Avrupa Konseyi Parlamenterler Asamblesi, yani Konsey Parlamentosu Başkanı idi.
AKP’nin en güçlü zamanlarında, ilk imzaya açıldığı gün imzalanmış olan ve 1
Ağustos 2014 tarihinde yürürlüğe giren “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev İçi
Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadele Hakkındaki Avrupa Konseyi Sözleşmesi”ne
o günlerde hiçbir kesimden itiraz gelmemişti. Bu noktaya bir kez daha dikkat
çektikten sonra gelelim bugüne.
İSTANBUL SÖZLEŞMESİ
YAŞATIR!
İstanbul Sözleşmesi'ne
karşı başlatılan kampanya hemen karşı tarafı da harekete geçirmiş bulunuyor.
Hunharca cinayetlerle katledilen kızlarımızın acıları kullanılarak Sözleşme'nin
reklamı yapılıyor. Cinayetler bahane edilip sokak eylemleriyle İstanbul
Sözleşmesi propagandası yapılıyor. Ekranda katledilen kızlarımızın görüntüleri
eşliğinde acı sömürülerek, İstanbul Sözleşmesi'nin toplumumuza sağlayacağı
“nimetlerden” bahsediliyor. Aslında yapılan anketlere bakılırsa, halkın büyük
çoğunluğunun, Sözleşme içeriğini bir tarafa bırakın, hakkında herhangi bir
fikri yok ama sosyal medyayı “İstanbul Sözleşmesi Yaşatır” paylaşımları sarmış
durumda. Bu paylaşımları gördükçe düşünüyorum: “Acaba bu paylaşımları yapanlar
İstanbul Sözleşmesi'ni okudular mı?” Ama günümüzde okuyarak kendi fikrini
savunmak, hayatın olağan akışına aykırı bir durum arz ediyor. Topluma uyum
sağlamak istiyorsanız, akışa uyup taraflardan birini seçeceksiniz, o kadar
basit, yorulmanıza gerek yok. Kendinizi yorup, Sözleşme'yi okuyup da İstanbul
Sözleşmesi'ne karşı çıkarsanız, kadına karşı şiddeti savunmakla, kadın erkek
eşitliğine karşı çıkmakla, cemaatler gibi gerici yapılanmalarla aynı çizgide
olmakla suçlanabilirsiniz. En iyisi ne okuyun, ne düşünün, ortama uyum
sağlayın, rahat edin! Ama olmuyor işte…
Önce Atatürk sesleniyor:
“...milletin en çok da yöneticilerin artık durumu düzeltmek, hayat bulmak,
insan olmak için, mutlaka Avrupa'dan nasihat almak, bütün isleri Avrupa'nın emellerine
uygun yürütmek, bütün dersleri Avrupa'dan almak gibi birtakım zihniyetler
ortaya çıktı. Oysa hangi istiklal vardır ki yabancıların nasihatleriyle,
yabancıların planlarıyla yükselebilsin? Tarih böyle bir olay kaydetmemiştir.
Tarihte, böyle bir olay yaratmaya kalkışanlar, zehirli sonuçlarla
karsılaşmışlardır. İste Türkiye de, bu yanlış zihniyetle sakat olan bazı
yöneticiler yüzünden, her saat, her gün, her yüzyıl, biraz daha çok gerilemiş,
daha çok düşmüştür.”
İstanbul Sözleşmesi
içeriği incelenirse, Atatürk'ün bahsettiği zihniyetin sonucunda imzalanmış olan
bu sözleşmenin uygulanması sürecinde zehirli sonuçlarla karşılaşacağımız
görülebilir. Sözleşmenin içeriğine geçmeden önce bir noktayı vurgulamak gerek.
İstanbul Sözleşmesi'nin kadına karşı şiddeti sonlandıracağına dair söylemleri,
istatistikler yalanlıyor. Sözleşme imzalanıp yürürlüğe girdiği tarihten
itibaren kadına karşı şiddet vakaları ve kadın cinayetleri azalmamış, tam
tersine büyük bir ivme ile artmıştır. İçeriğine gelince İstanbul Sözleşmesi,
Ülkemizin üniter yapısını tehdit ederek Sevr'i dayatan İkiz Yasalara atıfla
başlıyor ve Osmanlı'nın son döneminde yabancılara verilen imtiyazların genel
adı olan Kapitülasyon benzeri “ayrıcalık ve imtiyazlar” ile son buluyor. İkiz
Sözleşmeler, Atatürk Cumhuriyeti'ne döşenmiş olan mayınlardan biridir, İstanbul
Sözleşmesi'nin Giriş bölümünde bu Sözleşmelerin göz önüne alınacağının
belirtilmesi yeterince aydınlatıcıdır. Sözleşmenin Ek'inde GREVIO adlı Uzmanlar
Kurulu'na tanınan ayrıcalık ve imtiyazlara geçmeden önce genel olarak kadına
karşı şiddetle mücadele konusunda Sözleşme'nin bize herhangi bir katkısı var mı
diye bakalım. Satır araları okunduğunda zaten Sözleşmenin amacının kadına karşı
şiddetle mücadele olmadığı görülüyor. Ayrıca kadın erkek eşitliği ve kadına
karşı şiddetle mücadele konusunda bizim düşünemeyip de bu Sözleşmeden
faydalanabileceğimiz bir hususa rastlamadım. 6284 sayılı “Ailenin Korunması ve
Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun”u çıkartmak için İstanbul
Sözleşmesi'nin imzalanması gerekirdi diyenlere söyleyecek söz yok. Tam tersine
kendi özgücüne, kendi milletine, tarihine, değerlerine dayanan bir iktidar çok
daha etkin bir kanun çıkartabilirdi.
KAPİTÜLASYON RUHU
Sözleşmenin sonundaki
Kapitülasyonlar, Atatürk'ten sonra ABD ile imzalanan imtiyaz sözleşmelerine
benzer hükümler içeriyor. 66. Madde, Sözleşme'nin taraflarca uygulanmasını
izlemek üzere GREVIO adı verilen “Kadınlara yönelik şiddet ve aile içi şiddete
karşı eylem uzman grubu” kurulması hükmünü getirerek, usul kurallarını kendisi
belirleyecek olan bu grubun nasıl oluşturulacağını tarif ediyor. Bu Madde,
“GREVIO üyeleri ve Madde 68’in 9. ve 14. fıkralarında belirtildiği şekilde ülke
ziyareti yapacak diğer heyet üyeleri, bu Sözleşmenin ekinde belirlenmiş olan
ayrıcalıklardan ve dokunulmazlıklardan yararlanacaklardır.” hükmü ile son
buluyor.
Ek'te tarif edilen
imtiyaz ve ayrıcalıkların anlamını kavramak için Av. Cemil Can'ın 29 Temmuz
2020 tarihli “Özür Dilerim Beni de Aldattılar!..”(4)
yazısından alıntı yapalım:
“Dilerseniz GREVIO
örgütüne sözleşme ile sağlanan imtiyaz ve muafiyetleri tanıyalım:
GREVIO
üyeleri:
*Tutuklanamaz, gözaltına
alınamazlar, eşyaları hacizden muaftır; yazdıkları ifadeler ve
gerçekleştirdikleri eylemlerden dolayı yasal
işlemlerden muaftırlar.
Eylem
serbestileri vardır!
*Görevlerini yerine
getirdikleri ülkeye girişçıkışlarda hareket serbestliği üzerindeki her türlü
kısıtlamalardan ve yabancıların tabi oldukları kayıt işlemlerinden muaftırlar.
Hareket
serbestileri vardır!
*Yabancı hükümetlerin
geçici resmi görevlisi olan temsilcilerine tanınan kolaylıklardan
yararlanırlar.
Diplomatik
muafiyetleri vardır!
*Taşıdıkları belgelerin
GREVIO’nun faaliyetleri ile ilgili olduğu sürece, dokunulmazlıkları ihlal
edilemez. Haberleşmeleri hiçbir şekilde engelleme ve sansüre tabi tutulamaz.
Belge
dokunulmazlığı ve sınırsız haberleşme özgürlükleri vardır!
*Ziyaret ettikleri
ülkelerde tam bir konuşma özgürlükleri var.
Terör
örgütü propagandası yapabilirler!
Hal böyle olunca, kısaca
İstanbul Sözleşmesi’ne; yabancı istihbarat örgüt ajanlarının –ceplerine
GREVIO kimlik kartı koyduktan sonra– Türkiye’deki faaliyetlerini
rahatlıkla ve güven içerisinde sürdürebilme sözleşmesi diyebiliriz…
***
Ve
bu sözleşme hükümleri bizim iç hukuk kurallarımızın üzerindedir.
İç hukuk kurallarımızın
Anayasaya aykırılığı ileri sürülebilir, ama bunların sürülemez.
Bu sözleşmeyi
imzalamakla, egemenliğimizin bir kısmını (yargılama
erkinin soruşturma safhasını) devretmekle kalmadık, ayrıca Truva
Atı ile içerimize yabancı istihbarat örgütlerinin sızması
için elverişli bir kapı da açtık…”
Av. Cemil Can'ın yazısı
“Yabancı istihbarat örgütlerine alan açan İstanbul Sözleşmesi’nden, bir gün
dahi beklemeden imzamızı çekmemiz şarttır..” cümlesi ile son buluyor.
GREVIO RAPORU
GREVIO'nun 15 Ekim 2018
tarihli ilk Değerlendirme Raporu'ndan(5) birkaç alıntı,
İstanbul Sözleşmesi'nin maksadını açıklamaya yetiyor.
“GREVIO, çatışma, çatışma sonrası ve yerinden
edilme durumlarının, partnerin uyguladığı
şiddet ve partner kaynaklı olmayan cinsel şiddet
gibi kadına yönelik mevcut şiddeti
ağırlaştırabileceğini, ayrıca kadına yönelik
yeni şiddet türleri ortaya çıkarabileceğini hatırlatır.
Türkiye’nin güneydoğusundaki terörle mücadele operasyonları
sırasında kamu ve askeriye
tarafından gerçekleştirilen insan hakları
ihlalleri iddiaları ışığında, GREVIO, etkilenen bölgelerdeki
kadınlar için başta cinsel şiddet olmak üzere ve
özellikle bu operasyonlar sonucunda gözaltına
alınan veya tutuklanan kadınlar için artan
şiddet riskinden endişe duymaktadır.”
GREVIO, terörle
mücadele operasyonlarından rahatsız!
“GREVIO Kürt kadınlar
gibi belirli etnik grupların mensubu olan kadınlar, kırsal kesimde yaşayan
kadınlar, engelli kadınlar, lezbiyen kadınlar ve kayıtlarda bulunmayan göçmen
kadınlar dahil göçmen ya da mülteci kadınlar gibi grupları temsil eden kadın
örgütlerinin etkili şekilde sürece dahil edilmesinin, başarılı politikalar
oluşturmada kilit bir rol üstleneceğinin altını çizer.”
GREVIO, kadınları
etnik kökene göre bölmeye meraklı!
“GREVIO Türkiye’deki
hakim olan mevcut durumun etkilediği alanları vurgulamıştır. Terörle mücadele
tedbirleri, Güneydoğu Anadolu Bölgesindeki güvenlik operasyonları ve başarısız
darbe girişimi sonrası kamu görevlilerinin toplu ihracıyla ortaya çıkan kamu
görevlileri kaynağının boşalması gibi çeşitli faktörlerin, kadınların şiddetten
uzak yaşama hakkının yerine getirilmesine uygun olmadığını ortaya koymaktadır.”
GREVIO, PKK ve FETÖ
terör örgütleriyle mücadeleden rahatsız!
“GREVIO, Türk yetkilileri, aşağıdaki hususlarda
güçlü şekilde teşvik eder:
a. Kadınların karşılaştıkları eşitsizlikleri ele
alarak kırsalda yaşayan kadınlar, Kürt kadınlar, engelli kadınlar ve lezbiyen
kadınlar dahil kesişimsel ayrımcılığa maruz kalan veya kalabilecek kadınları
etkileyen şiddetin önlenmesi ve şiddetle mücadeleye dönük çabaların
desteklenmesi,
b. Söz konusu kadınları temsil eden kadın
STK’ları destekleyerek, bu STK’lara fon sağlayarak veya yakın işbirliği içinde
çalışarak bu kadınların bakış açılarının; kadına yönelik şiddetin önlenmesi ve
kadına yönelik şiddetle mücadele amaçlı politikaların tasarım, uygulama, izleme
ve değerlendirilmesine dahil edilmesi,
GREVIO, bölücü örgütleri fonlamamızı istiyor!
“GREVIO, Türk yetkili makamlarına, devlet
aktörlerinin, algılanan ve iddia edilen güvenlik
tehditlerine yanıt verirken uygulanan şiddet ve
devletin düşmanı olarak görülen kadınlar veya bu kişilerle bağlantılı kadınlara
(anne, eş, kız kardeş, kız evlat olsun) yönetilmiş şiddet dahil, her türlü
durumda, yasadışı şiddete başvurmaktan imtina etmesi gerektiği prensibine bağlı
kalmasını ısrarla tavsiye eder.”
GREVIO, sömürgeci mantığıyla Türk Devleti'ni,
YASADIŞI ŞİDDETE başvurmaktan imtina etmesi gerektiğini hatırlatarak hizaya
çekiyor!
“2016 Temmuz ayındaki darbe teşebbüsü ve
akabinde olağanüstü hal ilanının ardından ülkeyi etkisi altına alan krizin,
Türkiye’de kadın hakları üzerinde olumsuz etkilerini ortaya koyan raporlar
ışığında, GREVIO, kadınların tutuklu iken kötü muameleye maruz kaldığı ve
tecavüz tehdidinde bulunan kolluk kuvvetlerince korkutulduğu durumlara işaret
eden bilgiler nedeniyle derinden kaygılıdır. GREVIO, olağanüstü hal ilanından
bu yana yürürlükte olan istisnai tedbirlerin etkisiyle ortaya çıkan ve “emniyet
güçleri için sistematik cezasızlık ortamı” olarak adlandırılan durumun, bu tür
şiddet vakalarını teşvik edebileceğinden korkusunu taşımaktadır. Ayrıca GREVIO,
hükümet kararı ile Türkiye’nin güneydoğusunda gerçekleştirilen askeri
operasyonlar ve terörle mücadele operasyonlarında, kadınların taciz, cinsel
şiddet ve tehditlere maruz kaldıkları ve tecavüz edilmiş ve/veya öldürülmüş
çıplak kadın fotoğraflarının, emniyet güçleri tarafından sosyal medyada
korkutma amacıyla paylaşıldığını iddia eden ürkütücü raporlara atıfta bulunur.”
FETÖ ve PKK sevici GREVIO, Türk askerine, Türk
polisine, aşağılık bir biçimde iftirada bulunuyor!
116 sayfalık GREVIO raporunun Ek III'ünde “GREVIO’nun
istişarede bulunduğu yetkili makamlar, diğer kamu kuruluşları, hükümet dışı
kuruluşlar ve sivil toplum kuruluşları listesi” verilmiş. GREVIO'nın istişarede
bulunmayı seçtiği sivil toplum kuruluşlarının niteliği konusunda bir iki örnek,
fikir vermeye yetecektir. “Sivil toplum kuruluşları ve diğer kuruluşlar”
başlıklı listenin 1. sırasında “İnsan Hakları Derneği” bulunuyor. İnsan Hakları
Derneği (İHD)'nin internet sitesinde Genel Merkez tarafından her yıl “Hakikat
ve Adalet için Ermeni Soykırımı ile Yüzleşme” temalı açıklamalar yapılıyor. İHD
İstanbul Şubesi'nin 26 Nisan 2019 tarihli “Yaşadığımız Soykırımın Lanetli
Mirasıdır” başlıklı açıklamanın ilk birkaç paragrafı aslında İstanbul
Sözleşmesi'nin ruhunu yansıtıyor:
“Evet bu ülkede işlenmiş ve işlenmekte olan
ağır insan hakları ihlalleri Cumhuriyet’in üzerine inşa edildiği soykırımın lanetli
mirasıdır. 20. yüzyılın başında Küçük Asya ve Kuzey Mezopotamya’da Hıristiyan
halklara, Ermenilere, Süryani/Asurilere, Rumlara yapılan soykırım ve inkârı
devletin kendi yasalarını çiğnemesini, bizzat devletin hukuk dışına çıkmasını
meşrulaştırmış ve bu devlet aklı egemenliğini Cumhuriyet tarihi boyunca
sürdürmüştür. Soykırımın lanetli mirası dediğimiz işte bu devlet aklıdır.
Yine hukuksuzluğun iktidarını yaşıyoruz. Yine
ağır insan hakları ihlallerinin yaşandığı bir dönemden geçiyoruz. Lanetli miras
yeni biçimlerde sürüyor.
Bugün 24 Nisan. Ermeni soykırımının yıldönümü.
Ama soykırımı anmaya tepki büyük. Bir anma günü ilan edilmesine bile tahammül
edilmiyor.”
GREVIO'nun Türkiye'de istişarede bulunduğu sivil
toplum kuruluşlarına bakınca Sözleşmenin ruhu netleşiyor. Sümeyye Erdoğan
Bayraktar'ın yönetiminde bulunduğu Kadın ve Demokrasi Derneği KADEM'in de
içinde yer aldığı bu listede dikkat çeken bir diğer kuruluş Bağımsız İletişim
Ağı BİANET, ABD'li düşünce kuruluşu Center for American Progress (CAP)'in, 10
Haziran 2020 tarih ve “Türkiye'nin Değişen Medya Ortamı” başlıklı raporunda
bahsi geçen, Türkiye'de maddi destek verdikleri medya kuruluşları arasında idi.
ABD'li fon kuruluşları tarafından beslenen BİANET'in de GREVIO'nun istişarede
bulunmak için seçtiği kuruluşlar arasında olması tabii ki şaşırtıcı değil.
Öte yandan, GREVIO'da şu anda Türkiye'yi temsil
etmekte olan, AKP milletvekilliği ve Bakan Yardımcılığı da yapmış Prof. Dr.
Aşkın Asan, Sözleşmeye yapılan itirazlarda “Sözleşmenin ruhunu anlayamama hatta
anlamak istememe problemi” bulunduğuna inanıyor. Asan şöyle diyor: “Sözleşmenin
tek amacı var o da kadınları şiddetten korumak. Türkiye bugüne dek bu konuda
gerçekten dünyanın çoğu ülkesinden ileri adımlar atabildi. Sözleşmenin iptali,
Türkiye’nin kat ettiği bütün mesafenin, başarının çöpe atılması demek
olacak”. GREVIO raporu, “Sözleşmenin ruhunu anlayamama hatta anlamak istememe
problemi”nin kimde olduğunu çok net bir biçimde ortaya koyuyor.
TÜRK DEVRİMİ YAŞATIR!
Kadına karşı şiddete son vermek, toplumda
kadınerkek eşitliğini sağlamak için Avrupa'nın nasihatlerine ihtiyacımız
olmadığı gibi, Batı emperyalizminin temsilcisi uluslararası örgütlerin
denetimine hiç ihtiyacımız yok. Kadın hakları mücadelemizi kendi özgücümüze,
tarihimize, değerlerimize dayanarak verebiliriz. İsmet İnönü'nün dediği gibi "Türk
devrimi denilince bunun kadının kurtuluş devrimi olduğu beraber söylenecektir."
"Dünya yüzünde gördüğümüz her şey kadının eseridir." diyen Atatürk
gibi bir liderin öncülüğünde başlatılan bu devrim süreklidir. Atatürk'ün devrim
anlayışı sürekli devrim, yani değişmeye ve yeniliklere sürekli açık kalmak,
bilim ve tekniğin ışığında sürekli çağdaşlamayı öngörür. Atatürk, “Devrimler yalnızca başlar, bitişi diye bir şey yoktur” demişti ve uyarmıştı “Devrimin
hedefini kavramış olanlar, daima onu korumaya muktedir olacaklardır.” Çağımızda
kadına karşı şiddete son vermek ve kadınerkek eşitliğini sağlamak ta ancak
Türk devrimini kavrayarak, koruyarak ve sürdürerek mümkündür.
Uluslararası
Kadın Hakları Derneği'nin 12. Kongresi, 22 Nisan 1935'te İstanbul'da Beylerbeyi
Sarayı'nda Türk Kadınlar Birliği'nin ev sahipliği'nde yapılmıştı. Uluslararası
Kadın Hakları Derneği Romanya Temsilcisi Aleksandrine Cantacuzene Atatürk'ten
şöyle söz ediyordu: “Dünyada yeni bir dönem başlatan Atatürk, Türk kadınına
verdiği haklarla anayı hak ettiği yüksekliğe eriştirdi. Batı'ya verdiği bu
dersin unutulması mümkün değildir.” Batı bu dersi unutmadı ama maalesef biz
unuttuk. Çözümü kendi gücümüzde arayacağımıza, Batı emperyalizminin dayattığı
ambalajlara sarıldık ve sonuç olarak hiçbir şeyi çözemeyip daha da
ağırlaştırdığımız gibi kendimizi Batı'nın sömürgesi haline getirdik.
Atatürk'ün
“fikirlerimin babası” olarak tanımladığı, Türk Devrimi'nin ideologlarından Ziya
Gökalp'in kadın hakları, kadınerkek eşitliği konularındaki çalışmalarını,
araştırmalarını okumadık bile, Batı'da yazılanlar çizilenler bizim için daha
değerli oldu. “Kadın yükselmezse alçalır vatan, Samimi olamaz onsuz bir irfan”
diyen Gökalp'in bu evrensel değerdeki bilimsel çalışmaları okullarda
okutulmalıydı, geliştirilmeliydi. “Bir irfanın halka geçerek milli hars
mahiyetini alması, kadınlaşmasıyla başlar. Bir kavmin kadınlar nasıl düşünürse,
halkı da öyle düşünür.” sözleriyle kadının toplumsal yaşamdaki önemini
vurgulamış olan Ziya Gökalp, şöyle söylemiştir: “Türk kadını ne İngiliz
kadının, ne de Alman kadınının bir taslağı olmayacaktır.”
Gökalp
“Türkçülüğün Esasları” eserinde şöyle der; “Türkçülerin hem kadıncı, hem de
halkçı olmaları bu yüzyılın bu iki mefkureye (ideal, ülkü) kıymet vermesinden
dolayı değildir. Eski Türk hayatında demokrasi ile feminizmin iki başlıca esas
olması bu hususlarda büyük âmildir (etmendir).” Ona göre, Türk kadınının kurtuluşu ancak Türk medeniyetinin
dinamikleriyle mümkün olabilir. Çünkü Türk medeniyet ve kültüründe kadın ve
erkek eşit haklara sahiplerdi. Siyasi, hukuki ve askeri bütün işlerde kadın,
eşinin yanında yer almaktaydı. Bir emrin kabul edilebilmesi için, mutlaka
“Hakan ve Hatun emrediyor ki…….” ifadesinin kullanılması gerekmekteydi. Şölen
ve kurultaylarda, ibadetlerde, ayinlerde, savaş ve barış toplantılarında hakan
ve hatun mutlaka birlikte bulunurlardı. Türk kadını, hükümdar, kale muhafızı,
vali ve sefir olabilirdi. Eski kavimlerden hiç biri kadına Türkler kadar haklar
verip saygı göstermiş değillerdi.
Gökalp’e göre devletin temeli olan ailede
kadının önemli bir yeri vardır. Kadının varlığıyla toplum hayatında meydana
gelebilecek çözülmeler ve bozulmaların önlenebileceğine inanır. Kadınlarla
erkekleri eşit saymakta olan bu asır, kadınların da bu meziyetlere erkekler
kadar hatta onlardan daha fazla sahip olmalarını istemektedir. “O halde millet
te kadının eseridir” diyen Gökalp biyoloji bilimindeki gelişmeleri temel alarak
erkeğin kadından üstün olduğunu savunan görüşlere katılmaz. Bu bakımdan o,
erkekle kadını cemiyet hayatında ayıran hem kadını hukukça hem de onun
sağladığı haklar açısından aşağı bir mevkiye indiren sebebin de organik ve ruhi
değil tamamen toplumsal olduğu fikrini savunur. Gökalp’in eserleri
incelendiğinde, Türk kültür tarihi içerisinde Türk kadınının, hem sosyal
hayatta hem de siyasi alanda önemli bir konumu olduğu görülmektedir. Bugünkü
mücadelemizi de, bu sağlam temellere dayanarak verirsek başarılı oluruz.
İLK KURŞUN
(1) İstanbul Sözleşmesi:
https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2012/03/20120308M11.pdf
https://ilkha.com/files/uploads/Dosya_ad8b0ccd73.pdf
(3) https://www.ismailaga.org.tr/istanbulsozlesmesinedairaciklama
(4) https://ilkkursun.site/ozurdilerimbenidealdattilar
(5) GREVIO(İlk)Değerlendirme Raporu TÜRKİYE:
https://ailevecalisma.gov.tr/media/3825/grevioraporturkce5bd99d7dbb799.pdf