Bildiğiniz gibi 'Kadın beyanı esastır' ilkesi İstanbul Sözleşmesi'nin en tartışmalı maddelerinden biri oldu. Bu tartışmalar hâlâ da devam ediyor. Ben 'Kadın beyanı esastır' ilkesine başından beri temkinli yaklaşanlardanım. 'Niye?' diye soracak olursanız, bu madde kadın haklarını savunayım derken mağduriyetleri de artırabilir çünkü.

Yani, sözün kısası; her kadının beyanı her zaman, her koşulda esas olmayabilir. Bunu kötü niyetli kullananları da göz önünde bulundurmalıyız, ki zaten çıkan örnekler de var. Bizim temel meselemiz kadın haklarını korumak ve şiddeti önlemek olmalı, başka mağdurlar yaratmamak da bu mücadelede çok önemli bir başka nokta.

Bu konuya değinmemin sebebi ise 'nin açıklamaları üzerinden başlayan 'Kadın beyanı esastır' ilkesi ve kadın derneklerine yönelik yapılan eleştiriler oldu. Ben bu tartışmayı farklı bir boyuttan ele almak istiyorum. Bence burada bir yandan bu ilkeyi canhıraş savunan ama diğer yandan 'beyanı' aşan bir şekilde şiddet gördüğünü darp raporu, şahitleri ile ortaya koyan mağdur kadınlara karşı sessizliğe bürünen kadın derneklerinin sorgulanması gerekiyor.

Bu konuyu bizzat şahit olduğum için söyleşi yaptığım Seçkin Piriler, Sevcan Yaşar, Merve Nur Başbuğ ve Reyhan Çağla Bezci üzerinden aktarmak istiyorum. Bu kadınların uğradıkları şiddet günlerce konuşuldu, medyada geniş yer aldı. Ama o kadar işte... Düşünün bu dört kadının da elinde polis eşliğinde alınmış darp raporu bulunmasına ve şahitleri olmasına rağmen kadın derneklerinden tek bir ses bile çıkmadı.

YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ!