Ali TARTANOĞLU

Türk’üm, doğruyum, çalışkanım... Ne mutlu Türk’üm diyene... Türk! Oğün, çalış, güven!

1930’larda sloganlaşan bu sözlerden, o günlerde de bu gün de, 1)İslamcı faşistler, 2)ayrılıkçı Kürtçüler, 3)liberal aydınımsılar ve 4)emperyalistler hep nefret etti. “Buram buram ırkçılık kokuyor”muş!

Mustafa Kemal Atatürk, Dr. Reşit Galip v.b., bu ve benzeri sözleriyle “Türkler en üstün ırktır. Başka büyük yok, en büyük Türk...” mü demek istemiş?

Sadece yüzde 5’i okuma yazma bilen, arka arkaya bir dizi savaştan çıkmış, alabildiğine ilkel tarımdan başka hemen hiçbir şeyi olmayan 13 milyonluk perişan bir kitle, istese de, 4’lü çetenin söylediği anlamda bir üstünlük taslayamaz. Belini doğrultsun yeter.

Bu sözler yüzyılların aşağılamalarına, itip kakmalarına duyulan derin tepkinin bir yansıması; Türkleri, “bizden adam olmaz” sözlerinde ifade bulan bu aşağılamanın sinikliğinden, ezikliğinden kurtarma çabasından başka şey değil!

18681894 arasında aralıklarla yaklaşık 15 yıl İngiltere başbakanı olan William Gladstone, “Türkler, Avrupa’ya girdikleri o ilk kara günden itibaren, insanlığın insanlık dışı en büyük örneğini oluşturdu. Türklerin kötülüklerini önlemenin tek yolu onları yeryüzünden kazımaktır” der. Sanki kendileri pek masummuş gibi!

Yabancılardan gelen ve pek aldırış edilmez görünülün bu aşağılamalar, Gladstone’dan çok önce bizzat Türkleri yönetenlerden de gelmiş; devlet kadrolarında yabancılar, dilde ArapçaFarsça itibar görmüş. Osmanlı, orduda ve bürokraside Türk’ü silmiş; Balkanlardan devşirdiği Hıristiyan çocukları “Enderun”da (saray okulu) yetiştirip, yetenek, zeka ve başarılarına göre bey, paşa, komutan, vezir, hatta Sokollu gibi baş vezir yapmış.

Kötücül 4’lü çete, Türklerin Türk olmayanları kestiğini sayıklar durur.

Osmanlı’nın Beylik olduğu dönemden imparatorluk dönemine kadar durmadan savaştığı, sonunda yok edip kendine bağladığı öteki Beylikler kimdi? Dulkadiroğulları, Aydınoğulları, Germiyanoğulları?.. Kuyucu Murat Paşa’nın kesip topluca kuyulara doldurduğu insanlar kimdi? Şeyh Bedrettin, Torlak Kemal, Börklüce Mustafa kimdi?

Yavuz Selim’in, Kanuni Süleyman’ın kıyım kıyım kıyıp, yerlerine Osmanlıyı desteklemek koşuluyla şımartarak ağa, bey, mir, şeyhşıh yaparak Kürt eşrafını koyduğu insanlar kimdi? Alevi Türkmenler, yani Türklerdi. AKP, Yavuz’u güya yad etmek adına, İstanbul’daki tuhaf köprüye onun adını vererek Türkmen Alevi’yi aşağılama politikasını sürdürmüyor mu? Bugün “en büyük sorundür. Bu çözülürse Türkiye kurtulur” denilen Kürtçülük sorunu Yavuz’un, Kanuni’nin yediği bu nane yüzünden başımıza dert olmadı mı?

Peki Osmanlı’nın Fatih Mehmet’e kadar üç kez yerle bir ettiği Sünni Karaman, Karamanoğulları kimdi? Karaman Beyi Mehmet, Padişah Fatih Mehmet’in eniştesi, Fatih’in kız kardeşi Karaman Beyi Mehmet’in eşiydi.

Osmanlının Türk’e karşı bu tavrı, tıpkı bugünkü gibi o zaman da “yandaş”larını kolayca yarattı. Padişah ihsanlarıyla yaşayan, ya da zaten devletten maaşlı bürokrat olan sözde tarihçiler, şairler kalemlerini ateşledi.

Ünlü divan şairi, doğma büyüme İstanbullu Türk Baki, Kanuni’yi bir yandan ‘en büyük Türk atalarından’ biri sayıyor, ama bu en büyük Türk’e ‘her taç yoksulluk ve yokluk ehline baş tacı olmaz / Ey hoca Türk ehlinden olanın biraz başı kabadır’ diye seslenebiliyordu. Yani yokluk ve yoksulluk içindeki Türk kaba idi.

II. Selim ve III. Murad’ın divan kâtiplerinden Hafız Hamdi Çelebi, “Padişahım kâinatın yaratılışından bu yana / Dünyada Türk’ün kötülüğünden söz edilir / Allah Türk’e hiç anlayış yeteneği vermemiştir / O çok akıllı olsa bile pervasızdır / Türk’ü öldür baban olsa da / İyilik madeni Yüce Peygamber (bile) ‘Türk’ü öldürün; kanı helaldir’ der” diyebiliyordu Türk padişahına!

Türkü sütürk (azgın Türk), Türkü bed lika (çirkin yüzlü Türk), etrakı bi idrak (anlayışsız, akılsız, aptal Türkler), nadan Türk (kaba Türk) de Lale Devri tarihçisi Naima’nın sözleri.

“Adama kırk gün deli dersen deli olur” demiş atalar.

Zamanın yandaş kalemlerince de hararetle desteklenen bu antiTürk Osmanlı devlet politikasının saf, cahil Türk kitlelerinin yüzyıllar boyunca yıkadığı beynine kazınması da kaçınılmazdır. Bunu da Şevket Süreyya Aydemir’den (Suyu Arayan Adam) örnekleyelim:

Birinci Dünya Savaşı sırasında, yedeksubay olarak Kafkas Cephesi’nde bulunan Aydemir, bir grup askere sorar:Bizim dinimiz nedir?’ Kimi ‘Hazreti Ali dinindeniz’, kimi ‘İmamı Azam dininden...’ der. ‘Peygamberimiz kimdir?’ Cevaplar yine farklıdır. Şevket Süreyya bir daha sorar: ‘Hangi millete mensupsunuz?’ Yine değişik cevaplar gelince Aydemir: ‘Biz Türk değil miyiz’ diye kopya verir. Askerler bu kez koro halinde aynı cevabı verir: ‘Estağfurullah!’

Tarih 1919 Haziran’ı... Mondros Ateşkesinden sonra, parçalanmayı önlemek için düşmanlardan birinin mandasına veya himayesine girmek derdindeki Osmanlı yönetimi, Paris’teki Konferansa bir heyet gönderir. Delegelerden, bir ara Osmanlı Maarif Nazırı da olmuş Rıza Tevfik’in (Bölükbaşı) Fransız gazetelerine yaptığı,

İngilizlerden çok şey öğrendim. Fransız medeniyetine tutkunum. Bende his ve fikir itibariyle beğenilecek ne varsa sizindir. Bende fena olan her şeyin kaynağı benim şeklindeki ve “anasının bir odalık, babasının bir Arnavut” olduğunu da belirttiği açıklamasını hayretle okuduklarını anlatır Falih Rıfkı Atay, “Çankaya”da.

Oysa... Rıza Tevfik’in hayran olduğu bu Batı konusunda, Amerikalı Profesör Robert Heilbroner 19. yüzyıl sonlarını anlatırken aynı kanıda değil:

“18701898 arasında İngiltere, imparatorluğuna 4 milyon mil kare (6 milyon 436 bin km kare) toprak ve 88 milyon nüfus; Fransa aynı miktarda toprak ve 40 milyon nüfus; Almanya 1 milyon mil kare (1 milyon 609 bin kilometre kare) toprak ve 16 milyon koloni nüfusu kazanmıştır. Belçika 900 bin mil kare toprak ve insan; Portekiz 800 bin mil kare toprak ve 9 milyon nüfusla yarışa katılmıştır.” (Robert Heilbroner, İktisat Düşünürleri, sayfa 167, 169, Çev.: Ali Tartanoğlu, 3. baskı, Ankara, Nisan 2013)

4’lü çete dahil hiç kimse “ırkçılık” mırkçılık v.b. diye küstahlık edip durmasın., Atatürk, Reşit Galip ve bütünüyle  Türkiye Cumhuriyeti “Türk’üm, doğruyum, çalışkanım... Ne mutlu Türk’üm diyene... Türk! Oğün, çalış, güven!” deme noktasına, buralardan gelmiştir.

“Türk’üm, doğruyum, çalışkanım... Ne mutlu Türk’üm diyene... Türk! Oğün, çalış, güven”den bu kadar hırs, öfke ve kinle rahatsız olmanın, Türk’ü yeniden “etraki biidrak” (kafasız, anlayışsız Türkler) noktasında görmek istemekten başka hiçbir anlamı, amacı yoktur.

 

.