Resmi şiddet, yalnızca örgüt önderlerine değil, üniversite gençliğinin tümüne yönelmişti. Öğrenciler fakültelerinde teker teker değil; gruplar, hatta sınıflar halinde tutuklanıyordu. Türkiye açık hapishane haline getirilmiş, o güne dek görülmemiş bir insan avı başlatılmıştı. Sokaklar, aranan öğrencilerin resimli afişleriyle donatılmış, ihbar edilmeleri isteniyordu. Binlerce öğrenci, sığınıp saklanacağı yer arar hale gelmişti. ODTÜ’nde, gözaltıların çokluğu nedeniyle öğrenciler stadyumda toplanmış, orada sorgulanıyordu.
12 MART
1970, kitle eylemlerinin doruğa ulaştığı bir yıldı. Türkiye, bu yıla dek bu denli yaygın ve yoğun, bu denli örgütlü bir toplumsal dirençle karşılaşmamıştı. Üniversite gençliği ve işçiler başta olmak üzere toplumun her kesimi, değişim ve gelişimi amaçlayan bir devingenlik içindeydi. Devrimci Öğrenci hareketi, Mustafa Kemal ve Kurtuluş Savaşı’nın antiemperyalist niteliğini kavramış, savaşımını yükseltiyordu. Bağımsızlık ve demokrasi istemi, siyasi bir güç haline gelerek halk kitlelerine yayılıyordu. ABD ve yerli işbirlikçileri bu sürece sessiz kalamazdı, kalmadı da. 12 Mart, 1971 günü verilen bir muhtırayla devreye sokuldu.
Muhtıraya gerekçe oluşturacak kışkırtma girişimleri, kimi zaman devlet görevlilerinin de katılımıyla, üç yıldır sürdürülüyordu. Gençlere yönelen ve Vedat Demircioğlu’yla başlayan öldürme süreci; Mehmet Büyüksevinç, Battal Mehetoğlu, Mehmet Cantekin, Taylan Özgür, İlker Mansuroğlu, Turgut Aytaç, Duran Erdoğan, Atalay Savaş, Mehmet Doğankıran, Koray Aydın ile sürmüştü. Bu arada; Ruhi Kılıçkıran, Süleyman Özmen, Yusuf İmamoğlu, Dursun Özkuzu adlı ülkücü öğrenciler de art arda öldürülmüşlerdi.
SİNSİ PLAN
Gençliğe yönelen sinsi plan başarıyla uygulandı ve öğrenci olayları birdenbire yön değiştirdi. Şiddetli ve sürekli silahlı bir çatışma, ülkenin her yerine yayıldı. Kim olduğu, nereden geldiği, kime bağlı olduğu belirsiz silahlı kişiler; gençlere saldırıyordu. Keskin sözlerle çatışmayı öne çıkaran kişiler gençlik içinde etkin konuma geliyor, saldırıya dayalı siyaset geçerli yöntem oluyordu. Akademikdemokratik istemler ortadan kalkmış, halkın kaygıyla izlediği kanlı bir çatışma yayılmıştı.
Bu ortamda, gençliğin halktan koparak yalnız kalmaması olası değildi. Halktan koptukça ezilip örselendiler, tutuklandılar ve ard arda öldürüldüler. Halkın, çatışmaların bitmesi için her şeyi kabullenir duruma gelmesi kaçınılmazdı. Amaç da buydu zaten. Çatışmalarla, hem ülkenin genç aydınları yok ediliyor hem de toplum, önlem adına her türlü müdahaleye razı duruma getiriliyordu. Bir taşla birden çok kuş vuruluyordu. Aynı yöntem, 12 Eylül’de daha kapsamlı olarak uygulanacaktır.
‘DEVLET’ VE CIA’NIN ROLÜ
12 Mart Aydın Kırımı’nın amaç ve kapsamını gösteren kanıtlar, yalnızca yaşanan olaylar değildi. En yetkili kişiler, zaman zaman durumu ortaya koyan açıklamalar yapıyordu. CIA Başkanı Helms, 12 Mart’tan sonra yaptığı açıklamada, ‘Evet, 12 Mart’ı hazırlayan çatışmaları, ajanlarımızın aracılığıyla biz düzenledik’ diyordu.1
12 Mart’ın temel amacı, Türkiye’de bağımsızlığa yönelen toplumsal uyanışı önlemekti. Bunun için Atatürk yoğun biçimde kullanıldı. Muhtıra’da; ‘anarşi, kardeş kavgası, ekonomik ve sosyal huzursuzluklardan’ söz ediliyor, ‘Atatürk’ün çağdaş uygarlık hedefine ulaşma ümidinin yitirildiği’ ve ‘anayasanın öngördüğü reformların yapılmadığı’ söyleniyordu.
Radyoda okunan bildiri, tasarlı bir çalışmaya son noktayı koyan bir kandırma girişimiydi. Türkiye’de, CIA’nın uzmanı olduğu bir program uygulanmış; ulusal direncin dayanağı aydınlar ezilmişti.
HEDEF ATATÜRK
Kardeş kavgasından söz ediliyordu ancak bu kavgayı çıkarıp yaygınlaştıran kendileriydi. Atatürk’e sözde sahip çıkılıyor ama yükselen Atatürkçü dalganın durdurulması için, sistemli baskı uygulanıyordu.
Atatürk’ün çağdaş uygarlık hedefine ulaşma ümidinin yitirildiği söylenip müdahale yapıldı ama ordudan yüzlerce Atatürkçü subay atıldı. Atatürkçü generaller gözaltına alındı, işkenceden geçirildi. Anayasanın öngördüğü reformlar yapılmadı dendi ama 1961 Anayasasına sahip çıkıp uygulanmasını isteyen aydınlar gözaltına alıp tutuklandı. Ekonomik huzursuzluktan söz ettiler ama huzursuzluğun yaratıcısı olan Dünya Bankası’ndan teknokrat getirdiler.
AYDINLARA SALDIRI
Gözaltı ve tutuklama salgını, işkenceyi de içine alarak; öğretim üyelerine, gazetecilere, yazarlara ve generallere dek yayılmıştı. Çoğu Atatürk çizgisinde çok sayıda aydın, hiçbir yasal gerekçe gösterilmeden gözaltına alındı.
Prof.Tarık Zafer Tunaya başta olmak üzere, Prof.İsmet Sungurbey, Prof.Mümtaz Sosyal, Prof.Muammer Aksoy, Prof. Bahri Savcı, Asis.Bülent Tanör, Asis.Uğur Mumcu, Yazar Doğan Avcıoğlu, Yazar İlhan Selçuk, Samim Kocagöz, Yaşar Kemal, İlhami Sosyal, Demirtaş Ceyhun, Sinema Sanatçısı Yılmaz Güney, Korgeneral Cemal Madanoğlu, Tuğgeneral Celil Gürkan, Albay Osman Köksal, Yarbay Talat Turhan, Hava Üsteğmen Mehmet Balaban, Deniz Teğmen Alp Kuran, DİSK Başkanı Kemal Türkler, Genel Sekreteri Kemal Sülker, Madeniş Genel Başkan Yard.Şinasi Kaya, Gıdaiş Genel Başkanı Kemal Nebioğlu, Mimarlar Odası Genel Sekreteri Yavuz Önen, TİP Genel Başkanı Behice Boran, Genel Sekreterler Tarık Ekinci ve Şaban Erik, Dr.Hikmet Kıvılcımlı, Mihri Belli gözaltına alınan ya da tutuklanan aydınların yalnızca bir bölümüydü.
12 MART’IN YOK ETTİĞİ
12 Mart, uyguladığı terörle yalnızca devrimci gençleri ve aydınları değil, ülkenin aydınlık geleceğini yok etti. Toplumun doğal dengesini bozdu. Devrimciler ezildikçe tutuculuğun önü açıldı, gericiler güçlendi. Dini siyasete alet eden geniş bir kitle yaratıldı. Uygulamaların sorumluluğunu taşıyan Orgeneraller; Memduh Tağmaç, Faik Türün ve Memduh Ünlütürk; Türk tarihine birer kara leke olarak geçtiler. Bunlar emekli olunca, holdinglerde yöneticilik yaptılar. Yaptırdığı işkencelerle ünlü Faik Türün, Nakşibendi Tarikatı üyesi bir gericiydi.
DİPNOT
1 “Türkiye’de Gençlik Hareketleri” T.S.Yılmaz, Top.Dön.Yay., İst.–1997, sf. 187