İÇİ PİS OLANIN AĞZINDAN BAL AKMAZ
Altan ARISOY
Türk Devrimi ve Atatürk düşmanları 12 Eylül cuntasının ve
Özal’ın korumasında güçlendiler.
Türk devrimine ve erken cumhuriyet dönemine saldırılar bu
dönemde arttı.
Sovyet sistemi çöktükten sonra ise, kuralsız, sınırsız,
ahlaksız bir şekilde de azgınlaştı.
Safsatalarla yaşayan gerici çevreler egemenliklerini
yitirip yeraltına çekildikten uzun yıllar sonra en büyük fırsatı yakaladılar. Düşmanlıklarını açık bir şekilde
ilan ederek, biriktirdikleri kini kusmaya
başladılar.
Önceden solcu sanılan kimileri de, keskin bir dönüş yaparak,
“liberal” oldular. Başka bir kanattan saldırdılar.
Bir yandan din tacirleri, öte yandan “liboş” adı verilen
dönekler, Cumhuriyeti ve Atatürk’ü
hakaret ve küfür yağmuruna tuttular.
Barlas’ın, Altan sülalesinin, Yavuz Gökmen’in, Engin
Ardıç’ın daha onlarcasının, en önemli görevleri, her fırsatta eften püften
bahanelerle Türk devrimine, kadrolarına sövmek oldu.
Hepsi de Özal’a aşkla bağlandılar. Onu göklere çıkardılar.
Bunun nedeni paraydı. İktidar katında itibardı. Özal’a
kanka diyecek kadar yakın olabilmeleriydi.
Solculuk çile demekti. İyiden, doğrudan, güzelden yana
savaşmaktı. Çok zor işti. Zaten dünya monetarizm denilen, paraya tapılıp,
insanlığın harcandığı bir döneme de girmişti.
Şimdiye dek verdikleri emeklerin karşılığını
alamamışlardı.
Oysa, dönünce paraya ve şöhrete kavuşuyorlardı.
Sayıları giderek arttı. İş bağlamak, arpalık kapmak,
iktidara yalakalık yapmak için her fırsatta muhalefete çatmak, gerçeklerin üzerini
örtmek gazetecilik oldu.
Dahası, radikal islamcılarla katıldıklar tv programlarda
laikliği yerin dibine soktular.Her akşam bir televizyonda boy gösterdiler. Atatürk dönemini statükoculuk, militarizm, milliyetçilik,
diktatörlük, faşistlik, gericilik, İslam düşmanlığı, sömürgeci diyerek
kötülediler. Karşılık vermek isteyenlerin konuşmalarını engellediler. Birlikte
susturdular.
Artık bütün medya ele geçirilmişti. Bütün medya
kanallarında sadece kendileri vardı.
Bunların karşılığında, kendilerine verilen arpalıklardan
beslenerek paraya boğuldular.Öyle ki; kimi gazeteciler Türkiye’nin en çok
kazananları arasına girdi.
Ortak düşman Kemalizm’di. Kemalizm, her şeyin suçlusu ve
sorumlusu olarak öldürülmeliydi. O kadar yüklendiler ki, başarıya ulaştıklarını
sanarak bayram etmeye başladılar. İşi ”siz gericisiniz, dinozorsunuz, nesliniz
tükendi, kaç kişi kaldınız” diye alay etmeye kadar vardırdılar.
AKP’nin ilk on yılını da böyle “dolçe vita” (mutlu yaşam)
havasında geçirdiler.
Sonra, iktidar liboşları gözden çıkardı. İtibar etmez
oldu. Kullanılmış paçavra gibi birer birer harcandılar. Ballı maaşlar kesildi. İşlerinden
çıkarıldılar. Kimi cezaevine konuldu. Ayıldılar.
Bugün bunlardan bazıları “yanlış yapmışız” diyerek günah
çıkarmaya çalışsa da kimse inanmadı.
Kimi de var ki; asla vaz geçmiyor.
Örnek mi, İşte Engin Ardıç. İşte Mehmet Barlas. Ve
diğerleri..
60’lı 70’li hatta 80’li yıllarda bile gazete okumak güzel
bir uğraştı. Öğretici, bilgilendirici ve düşündürücüydü. Gazete okumak bir
düzey göstergesiydi. Okuyanlara biraz gıpta edilir, sözü dinlenir ve saygı
duyulurdu.
Artık ne gazete gazetedir. Ne de okuyucusu okuyucu...
Medyanın yüzde doksan beşi iktidarı övmek, gerçekleri
halktan saklamakla görevlidir.
Bu yüzden de gazetelerin alıcısı, okuyucusu kalmamıştır.
Yarıdan çoğu ücretsiz dağıtılır.
...
Engin Ardıç demiştim, uzatacağım.
Çünkü; konumuz bu ünlü yazarı tanıtmak...
80’lerin ortasından itibaren tesadüfen de olsa okuduğum
her yazısı bende tiksinti uyandırmıştır.
Küfür etmeyi fikir sanır. Saplantılıdır. CHP ve Özal
öncesi dönem eleştirisi tek konusudur. Eski solcuymuş!. Özal ve Tayyip
hayranıdır. Cem Uzan medyasında çalışırken geçici olarak muhalif yazılar
yazdığı da görülmüştür.
Engin Ardıç, ağır ve alaycı ifadelerle erken cumhuriyet dönemine
ve CHP ye küfretmeye devam ediyor. Fikir ve bilgi yoksunluğunu aforizma
diyebileceğimiz kaba sözler ve küfürlerle kapatmayı, incir çekirdeğini
doldurmayan konuları abartmayı hüner sanır.Köşesini onlarla doldurur. Demagogtur.
Örnek mi? Çok...
1930’lu yıllar için diyor ki;”CHP'nin derdi halkın karnını doyurmak değil, ona şapka giydirmekti.”diyor.
Gözüne dizine vursun e mi?
Bu eleştiri filan değil... Düpedüz yalan...
Düpedüz nankörlük.. Yediği kabı pislemektir..
Çaktırmadan CHP diyerek
Atatürk’e vuruyor. Tam da iktidarın istediğini yapıyor.
Yine, Atatürk’çüler “Mustafa Kemal Erzurum ve Sivas kongrelerini topladı” diye öğreniyorlarmış(!) Oysa
“Bunlar zaten toplanacaklardı ama Atatürk toplamış olsun,
zarar yok, cumhuriyet kuşakları öyle bilsinler.” Diye yazıyor.
Ukalâca bir tavırla,
demogoji yaparak Atatürkçülere cahil ve ezberci demek istiyor.
Kendisine
Sivas Kongresini kim topladı diye sorsak aynı yanıtı verir mi acaba?
Atatürk ve Kemalizm konusunda bilgisiz.. Bu bilgisizliğini de propaganda için
kullanıyor.
Atış serbest
nasıl olsa...
Şu
fotoğraftaki sözleri bir okuyun:
Kendini insan sanan hiç kimse,
yalana ve iftiraya bu kadar sarılamaz.
Saçmalamada uçuk noktalara
ulaştığını, ne pahasına olursa olsun ak’ı kara diye göstermeye çalıştığını
görüyorsunuz.
Öteki liboş ve dincilerle
paylaştığı ortak yargı “Türkiye’de daha
önce ‘vesayetçi demokrasi’ vardı”(!) karalamasıdır.
İktidarların
her seferinde ülkeyi uçuruma götürmeleri karşısında anayasal kurumlar
kendilerine verilen görevleri yapmak zorundadırlar. Yapmazlarsa suçtur..
MGK anayasal
bir kurumdur. İktidarı tehlikelere karşı uyarır. Bunun vesayetle ilgisi yoktur.
Bu
eleştiriyi yapanın demokrasi konusunda çok duyarlı olduğunu sanırsanız
aldanırsınız.
Tek adam
yönetimine karşı ağzını açamadığı gibi, övmeyi de ihmal etmiyor.
Demokrasiye
olan aşkı bu kadar...
...
Yandaşlığı
kusursuz bir şeklide yapıyor. Sonra da inkar ediyor:
Sabah gazetesine
yeniden döndüğü zaman verdiği röportajda konuşmuş;“Muhalefeti,
özellikle CHP'yi, Türkiye Cumhuriyeti'nin bazı sakatlıklarını, bazı hatalarını,
bazı hastalıklarını eleştirdiğim için AKP'yi desteklermişim gibi bir hava
doğdu. Önceleri sinirleniyordum çünkü
hükümet yanlısı olmadım, bundan sonra da olmam ama hükümete düşman da
olmam! Yazarın görevi amigoluk yapmak
değildir”
Hem iktidara taparcasına bağlanacak ve karşıtlarına sürekli
küfredeceksin.
Sonra da, “AKP yi
desteklermişim gibi bir hava doğdu. Yazarın görevi amigoluk yapmak değildir” diyeceksin.
Bunun adı sahtekarlıktır. İnkardır.
En hafif deyimle amigoluk, ya da soytarılıktır.
Karalıyor,
küfrediyor, sonra da sanki yazılarını başkaları yazıyormuş gibi inkar ediyor. Sahibinin
sesi.. Aynı AKP...
“Hırtın biri bana "Atatürk düşmanı" dedi, bu çamur üstüme yapıştı
kaldı. Çünkü Türkiye'de birine atılan çamurun ölünceye kadar izi kalır. Öldükten sonra da kalır. “
https://www.sabah.com.tr/yazarlar/ardic/2013/11/15/kazkafalilarasonaciklama
...
AKP bir yasa
ile 15 Temmuz 2015 gecesi suç işleyen sivillerin koğuşturulmasını engellediği
gibi, bundan sonra da böylesi eylemlerin suç sayılamayacağını kanunlaştırdı.
H. Süha Okan
da “iktidarın bundan sonra
silahlandırdığım itleri sokağa salarım” diyerek toplumu tehdit ettiği
eleştirisini yaptı.
İktidar ve
yandaşlar “H. Süha Okay 15 Temmuz
kahramanlarına küfretti” diyerek topluca ayağa kalktı.
Oysa, Süha
Aldan o akşam sokağa çıkanlara değil, AKP’nin bundan sonra silahlandırıp besleyebileceği
terör estirebilecek gruplara dikkat çekmişti.
Ardıç; “onlara küfür edene siz de tükürün” diye
yazdı.
Okay’ın
cümlesinde, o akşam sokağa çıkan halka küfür yoktur. Besleme çeteler kurulursa,
onları sahipleri adına cinayet işleyecekleri için “it”e benzetmiştir.
...
ÇGC
tarafından kendisine hangi nedenle bilinmez “yılın gazetecisi” ödülü
verilince sevincini şöyle anlatıyor: “1987 yılında Mükemmel
bir köylü eğlencesiydi,sıra gecesi gibi” diyor. Yakın zamana kadar Atatürk’ün
rakı içtiğini söylemek bile yasaktı. Nerede kaldı ki Fikriye adında bir
sevgilisi olduğunu söyleyebilecektiniz. Sizi kabak gibi oyarlardı.”
Meğer Atatürk’ün
rakı içtiğini, Fikriye diye bir sevgilisi olduğunu yazmışmış!. O yüzden de
1987’de yılın gazetecisi seçilmişmiş(!)
Elbette
yalan... Atatürk’ün özel yaşamı daha öğrencilik yıllarından itibaret biliniyor.
Kimseden de saklanmadı. Atatürk zaten halktan hiçbir zaman, hiçbir şeyini
saklamadı ki!
Yıllar sonra
ise, aynı ödülün Soner Yalçın’a da verilmesine fena halde bozulmuş.
Öyle ya,
Soner Yalçın da kim oluyor?
“Eskişehir’de düzenledikleri “Uğur
Mumcu’yu anma gecesinde“ Güldal Mumcu’ya “yılın siyasetçisi” ödülü verdiler, Soner Yalçın da “Basın ödülü” aldı.
“Bu ödülleri siz birbirinize veriyorsunuz, o yüzden bunlar beş para etmez...”
Yine parlak
fikirlerinden biri; “bu CHP adam olmaz,
efendim asla kurtulamaz, sandıkta yine de yenileceksiniz Oh Ya, Oh Ya, canıma
değsin“...
...
2010 halkoylaması için şöyle yazmıştı: “Şimdi, halkoyuna sunulan
Anayasa değişikliği kanunuyla, memura toplu sözleşme hakkı getiriliyor,
pazarlık gücü arttırılıyor, üstelik bu haklar emeklilere de veriliyor.
Daha ne? Memurun zil takıp oynaması gerekmez mi
bu durumda?
Hayır. Beğenmiyorlar. İstemiyorlar.
Bu ülkede, bu ülkenin "kapıkullarının elinden alınıp halka
verilmesi" kavgası yaşanmaktadır.
Ve biz kazanacağız.
Solcuların eşek kesimi bunun farkında mı?”
2010 halkoylaması ülkeyi “kapıkullarının
elinden alıp halka vermiş (!)
Ama, o halkoylamasının ülkeyi ve yargıyı
bir çeteye teslim ettiği ortaya çıktı.
Demek ki Ardıç’ın “eşek kesim” dedikleri
kendisinden daha bilinçli, daha akıllı, daha yurtsever, daha insan...
Bu durumda “eşek kesim” dediği sanırım kendi
gibileri oluyor?
...
Bir haber:
“Sabah’ın provakatif yazılarıyla bilinen
yazarı Engin Ardıç, bugünkü
yazısında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip
Erdoğan'a muhalefet edenleri hedef aldı. Ardıç; Erdoğan’a muhalefet
edenlere ve AKP’ye oy vermeyenlere ağza alınmayacak küfürlü sözlerle yüklendi,
“Şerefsizdir, alçaktır, vatan hainidir” başlıklı yazısında Ardıç, “Türkiye’yi bugün vardığı noktaya getirenleri harcamaya çalışan
şerefsizdir, alçaktır, vatan hainidir” dedi. Ardıç “Ağaçların kabuğunu
sıyırmaktan vazgeçin de ormana bakalım” diyerek AKP ve Erdoğan'ın
“icraatlarından bahsetti.
https://www.sozcu.com.tr/2015/gundem/enginardictancirkinyazi910736/
Ardıç’ın ne büyük bir gazeteci olduğunu şu haberden de
anlaşılabilir(!):
“Ardıç, daha
bir hafta önce (11 Şubat) Bakan Egemen Bağış'ı protesto eden üniversite
öğrencilerine "P.çkuruları"
diye hakaret etmiştir. Üstelik Ardıç, kendisine bu yazıyla ilgili tepki
gösterenlere yönelik bir yazı daha yazar ve "şeref yoksunları, erkek müsveddeleri" gibi yeni
hakaretler sıralar.
Engin
Ardıç'ın hedefinde meslektaşları vardır. Kılıçdaroğlu'nu izleyen bazı
gazetecilere "puştluk peşinde koşan
basın amigoları" tabirini münasip görür. "bana nefret kusan
cahil ve salak düşmanlarım" 20
Ağustos tarihinde Engin Ardıç, Atatürk'ün rahibeleri diye tanımladığı bazı
kadınları şöyle tarif eder: "İri kalçalı ve iri göğüslü, azıcık da göbekli
olurlar. Kolları ve ayakları tombul, ayak bilekleri kalındır. (...) Çoğu
hayatında hiç orgazm olmamıştır, öyle ayıp şeylerle ilgileri yoktur.
Çoğu kocasının cinsel organını tutmaktan bile iğrenir."
http://www.medyaradar.com/oktayeksitamamdapekienginardicinkufurlerineolacakhaberi55475
...
Alttaki
haber de, Ardıç’ın cahil bir masa başı kabadayısı olduğunu kanıtlıyor.
“AKP’ye
yakın Sabah gazetesi yazarı Engin Ardıç, bugünkü yazısında Mustafa Kemal
Atatürk’ü hedef alarak “Ermeni'yi kestiniz, Rum'u gönderdiniz, Arap'ı
tanımadınız, Kürt'ü niçin sırtladınız? Bu ne biçim kurucu ayardır?”
dedi.
Kimi törenlere
katılan gazileri eleştiriyor:
Çakma gaziler
‘Milli Şef bebeleri’ hangi savaşlara katılıp gazi oldular. Hepsi benden sağlam” https://odatv.com/sabahingazilerehakaretedenyazaribakin10kasimdaneyapti1011171200.html
Atatürk
döneminde çıkarılan kanunda, ”..banknotun üzerinde cumhurbaşkanının resmi olur,”
diyor.
Tayyip
Erdoğan “İnönü paralardan Atatürk’ün
resmini kaldırdı” diye CHP ye saldırınca Ardıç hemen konuya atladı. Çünkü,
onun için doğru yazmak değil, Tayyip’e destek olmak demokrasidir:
“Evet, o kadar ki, basılmak üzere hazır bekleyen ikinci emisyon "arduvaz renkli" binlik
banknotlardan da Atatürk resmini alelace "kazıtıp",
evet kazıtıp, kendi resmini koydurmuştur.”
Ne
diyelim? Adam efendisine çok sadık.. Vur emri alınca öldürüyor.
“https://www.sabah.com.tr/yazarlar/ardic/2017/11/12/diktattorissmett
...
Bakın başka ne yumurtlamış:
“Tek partinin
emrine verilmiş,mebuslar Atatürk tarafından “saptanmış” ve aday gösterilmiştir.
Tek parti yönetiminde aday göstermek bile başlı aşına gülünçtür. Seçim bir
formalitedir. Meclis karar alıcı değil, onaylayıcı bir kurumdur.
http://belgelerlegercektarih.com/2012/06/13/enginardicataturkdemokratmiydisabahgazetesi/
Ne diyelim şimdi?
Bugün meclisin esamesi okunmuyor.
Atatürk döneminde bugünkünden çok daha güçlüydü. Çatır
çatır eleştirten ve ciddiyetle çalışan bir meclis vardı.
Şimdi tek aday gösterici ve ülkenin her konusunda tek
karar verici Tayyip olduğuna göre; Allah Engin Ardıç’ın gönlüne göre verdi.
Demokrasi geldi.
Ama Engin Ardıç’ın demokrasi anladığı devrim yıllarına
çatmak, efendisini yağlamak...
Başka malzemesi olmadığından aynı işe devam ediyor.
...
Ben bu yazıyı neden yazdım, bilmiyorum.
Sanırım, belki hâlâ bilmeyenler vardır diye, ünlü(!) bir
gazeteciyi tanıtmak istedim.
Ününe ün katsın.