Atatürk’ü “Batıcı” olarak ilan edenler, Atatürk’ün Batı’yı sahiplenen ne bir cümlesini ne de bir eylemini gösteremezler. Atatürk, dünyadaki saflaşmayı Ezen ve Ezilen Milletler kamplaşmasıyla tahlil ediyordu. Ezen milletlerin temsilcisi olan Batı, emperyalizm denilen sistemle tüm dünyayı boyunduruk altına almıştı. Asya ise özgürlüğü ve bağımsızlığı için silaha sarılan mazlum milletlerin coğrafyasıydı. Kemalist Devrim’in önderleri Milli Mücadelenin başlangıcından itibaren Türkiye’yi emperyalizme karşı mücadele eden mazlum milletlerin safında tanımlamışlardır. Mustafa Kemal’in 13 Eylül 1920’de TBMM’ye sunduğu Halkçılık Programı’nda Türkiye halkının “emperyalizmin ve kapitalizmin baskı ve zulmü altında” olduğunu belirtmiştir.(1)
Mazlum milletler demek Asya demekti, Asyalı milletler demekti. Bu sadece bir coğrafyaya değil, daha çok bir bilince ve stratejiye işaret etmektedir. Mustafa Kemal Paşa, 2 Şubat 1920 tarihli “Asya Tehlikesi” başlığını taşıyan yüksek bir coşku ve bilinci harmanlayan Hakimiyeti Milliye yazısında şöyle diyordu: “Meselenin özü, Asya’da milliyet ve bağımsızlık hırsıdır. (…) Avrupa asırlardan beri Asya çöllerinin hayat kabiliyetini unutmuştu. Şimdi birdenbire pençesinin altında kımıldanmaya başlayan bu avını ne yapmak lazım geleceğinde tereddüt ediyor. (…) Asya tehlikesi vardır. Fakat bu tehlike milyonlarca insanın hürriyet ve bağımsızlığına, medeni kabiliyetine, gelişme ve ilerlemesine doğru yürümek istemesinden doğuyor. Bunu tehlike sayanların insaniyetle ilişki dereceleri düşünülmeye muhtaçtır.”(2)
'BİZ TÜRKİYALILAR, ASYAİ BİR MİLLETİZ'
İşte bu dünya tahlili çerçevesinde Türk Devrimi’nin stratejisini oluşturan Mustafa Kemal Atatürk, 2 Mart 1922’de de “Biz Türkiyalılar, Asyai bir milletiz, Asyai bir devletiz” diyerek bir kimlik beyanı yapmaktaydı.(3) Bir gün sonra meclis kürsüsünden de şöyle seslenmektedir: “Neticede dünya iki zümreye ayrılmaktadır. Birisi Doğu; ki kendi mevcudiyetini, insanlığını, bağımsızlığını idrak etmiştir; bu şuurla el ele vermiştir. Diğer bir zümre vardır ki (…) bunların gayesi insaniyetin, beşeriyetin iyiliğine yönelik olmadığı gibi, bilakis zulüm, baskı olduğu için, onları lanetle yâd etmekte kendimizi haklı görürüz.”(4) Görüldüğü üzere Atatürk’ün gözleriyle bakıldığında insanlık davasına sahip çıkan Asya yahut Doğu, ona ihanet eden ve lanetlenmesi gereken ise Batı’dır.
MISIR BÜYÜKELÇİLİĞİ’NDE GÖRÜLEN IŞIKLAR
Atatürk, emperyalizmle anlaşmanın imkânsız olduğunu, dolayısıyla bir Doğu siyasetinin mecburi olduğunu vurguluyordu. Fakat o dönemde de Doğu’nun geriliğinden dem vurarak medeni bir ilişkinin yalnız Batı’yla kurulabileceğini savunanlar vardı. Atatürk onların itirazlarına, “son bir yıldır Doğu’un geri kalmış milletlerinin başına gelenler, onlara bir asırlık tecrübe kazandırmamış mıdır?” diye yanıt vermektedir.(5) Atatürk’ün bu Asya vurguları ve Doğu siyasetinin Kurtuluş Savaşı yıllarıyla sınırlı olduğu da Batıcıların imal ettiği bir safsatadır. Atatürk, 1933’ün Mart’ında, Mısır Büyükelçiliğinde günün ilk ışıkları parlarken, o meşhur konuşmasını yapmıştır:
“Bugün günün ağardığını nasıl görüyorsam, uzaktan bütün Doğu milletlerinin de uyanışlarını öyle görüyorum. Bağımsızlık ve hürriyetine kavuşacak daha çok kardeş millet vardır. Onların yeniden doğuşları şüphesiz ki ilerlemeye ve refaha yönelik olarak vuku bulacaktır. Bu milletler bütün güçlüklere ve bütün engellere rağmen manileri yenecekler ve kendilerini bekleyen geleceğe ulaşacaklardır. Sömürgecilik ve emperyalizm yeryüzünden yok olacak ve yerlerine milletler arasında hiçbir renk, din ve ırk farkı gözetmeyen yeni bir ahenk ve iş birliği çağı geçecektir.”(6)
İşte Atatürk’ün Türkiyesi, emperyalist Batı’nın karşısında, Asya’nın safında, uyanan Doğu milletlerinin öncüsü konumundadır.
BATI’YA KARŞI DOĞU MİLLETLERİNİN İTTİFAKI
Asya’da biriken bu stratejik kararlılık, Cumhuriyet sonrası dönemde de devam etti. Batı bloğuna karşı mazlum milletlerin seferber edilmesinin öncüsü de Türkiye olmuştur. Atatürk 9 Temmuz 1922’de bu geniş ufku: “Türkiya’nın bugünkü mücadelesi yalnız kendi nam ve hesabına olsaydı, belki daha kısa, daha az kanlı olur ve çabuk bitebilirdi. Türkiye azim ve mühim bir gayret sarfediyor. Çünkü müdafaa ettiği dava, bütün mazlum milletlerin, bütün Doğu’nun davasıdır ve bunu nihayete getirinceye kadar kendisiyle beraber olan Doğu milletlerinin beraber yürüyeceğinden emindir.”(7) 15 Temmuz 1920 tarihli Hakimiyeti Milliye’de emperyalist bloğa nasıl karşı konulacağını, tehdidi dengeleyecek kuvvet birikiminin nasıl yaratılacağının altı çizilmiştir: Bu kadar büyük bir işi nasıl başaracağız? Düşmanların aleyhimizdeki ve dünya aleyhindeki suikast tertiplerine karşı neyle, hangi kuvvetle karşı koyacağız? İşte zihinleri en ziyade meşgul etmesi ihtimali olan sorular bunlardır. Senelerden beri devam eden kanlı mücadelelerden sonra henüz düne ait yorgunluklar omuzlarımızın üstünde bizi çökertmeye çalışırken eğer sade kendi kendimize kalmış olsaydık, bu şerefli olduğu kadar ağır vazifenin altından kalkamazdık. Halbuki biz bu yolda hiç yalnız değiliz. Pek büyük, pek kuvvetli müttefiklerimiz var. Öyle müttefikler ki, dünyayı emperyalizm zulmünden kurtartmak için ahdetmişler, devamlı çalışıyorlar ve her gün yeni bir zafer kazanıyorlar.”
Ayrıca bu tarihsel zemini stratejik bir fırsata çevirmek isteyen Atatürk, Suriye ve Irak’la birlikte bir konfederasyon tasarımı geliştirmiştir.(8) Daha önce üzerinde durulmayan, işlenmeyen, Türkiye’nin stratejik ufkunu açacak bu değerli çalışmayı Türkiye’nin gündemine Doğu Perinçek ve Şule Perinçek uzun süreli emekleriyle getirmişlerdir.
TARİHSEL 'ASYA TEHLİKESİ'
Doğu'nun ezilen milletleri Türkiye ile beraber yürüdüler. Kurtuluş Savaşımız, komşularımız Suriye, Irak, İran’dan Çin’e, Hindistan'a, Mısır'a, Tunus’a ve Cezayir’e kadar Ezilen Dünyanın bütün ülkelerinde güçlü bir yankı uyandırdı.
Suriye ve Irak halkları, Anadolu Devriminin cesaretiyle İngilizlere karşı ayağa kalktılar.
Mısır’da, Hindistan’da İngiltere’de Atatürk, bağımsızlık savaşlarının sembollerinden oldu
Hindistan’ın millî kurtuluşçuları, “Mustafa Kemal Paşa zafer kazanana kadar biz İngiltere’yi Tanrı zannederdik” demişlerdir. Türk Devriminin sevincini paylaşmışlardır.
Çinli devrimciler, ‘Büyük Devrimci Büyük İnsan Kemal Paşa’nın önderliğindeki Milliyetçi Parti’nin seferber ettiği Türk halkının görkemli zaferlerine hayranlık duyduklarını, onların büyük tecrübelerini örnek aldıklarını” yazıyorlardı.(9) Mao Zedung’un “Çin’in Kemali nerede” sorusu da o zaman Çin’deki Kemalist Devrimin etkisini gösteriyordu.
Batı dünyası, Türkiye ile Doğu milletlerinin birbirleriyle olan kader birliğinin ve birbirilerinden güç alarak kendilerine karşı tehlikenin nasıl büyüyeceğini tespit etmişti. The New York Times, 21 Aralık 1919 tarihli sayısında şöyle yazmaktadır: Türkler, ümitsiz bir silahlı karşı koymaya girişecekler. Turandan gelecek kuvvetlere, İranlılara, Tatarlara, Afganlılara, Gürcülere hatta Bolşeviklere güveniyorlar”(10)
PAPYON KRAVAT CEPHESİ
Atatürk’e “Batıcı” etiketi yalnız sahte Atatürkçüler tarafından yapıştırılmıyor. Atatürk’e, karşı mevzilerde konumlanan kimi kesimler de Atatürk’ü Batıcı olmakla suçluyor. Atatürk’ü Batıcı ilan eden bütün kesimler, bir şekilde Atatürk’e karşı açılan cephede birleşiyor. Bu ortak cephe, hakikatle savaşıyor. İkisi de papyon kravata bakıyor. Kimisinin hoşuna gidiyor, kimisi reddediyor. Papyon kravat içinde tartışma sürüyor. Bu tartışmada Kalpaklı Atatürk’e yaşam hakkı tanınmıyor. Oysa Kalpaklı Atatürk’te bağımsızlık var.
Bu defa Atatürk’ü Batıcılıkla özdeşleştiren fikirler bugün ağırlıklı olarak Cumhuriyet Devrimi’nin uygulamaları ekseninde tartışılıyor. Milli Demokratik Devrim, yeni bir toplum inşa etmeye, milli bağımsızlığın yanında orta çağ ilişkilerinin tasfiyesine yöneldi. Sultanlık yıkıldı, feodalizme kültürel alanda büyük darbeler indi. Türk Milleti ayağa kalkarken, özgürleşti. Padişahın kulu, ağanın marabası, şeyhin kulu olmaktan, özgür yurttaşlığa terfi etti. Bu demokrasi programı çağdaşlaşmayı da beraberinde getirdi.
Atatürk’e bazı gerici çevrelerin Batıcı yakıştırmasının gerekçeleri ağırlıklı olarak Medeni Kanun, Ceza Kanunu, Harf Devrimi, Şapka Devrimi vb. uygulamaların Batı’dan örnek alınarak uygulanmasıdır. Bu gerekçelerle Atatürk’ün sözümona milliliği sorgulanıyor. Oysa Atatürk’ün Türk Milletini ilerleten, milletleşme sürecine harç koyan, refaha kavuşturan, çağdaşlaştıran her uygulama sapına kadar millidir. Bu sakat yaklaşım, akla ziyan şekilde Türklerin İslamiyet’e geçişini gayri milli, Fransız Devrimi’yle ortaya çıkan milliyetçiliği de Batıcı olarak nitelendirebilir. Atatürk’e göre Batı Medeniyeti, insanlığın belli bir dönemdeki ortak medeniyetidir. Bu açıdan yalnız Batı’ya ait değildir, bütün insanlığın ortak malıdır. Atatürk bu yaklaşımını: “Memleketler çeşitlidir, fakat medeniyetler birdir ve bir milletin ilerlemesi için bu biricik medeniyete iştirak etmesi lazımdır” diyerek çok özlü bir biçimde ifade etmiştir.(11)
Ayrıca devrimin önderleri, Türk tarihinin ana hatlarını yeniden ele alırken, Avrupa’nın klasik Antik Yunan ve Roma’ya dayanan uygarlık anlatısına karşı uygarlığın köklerinin de Anadolu’da ve Doğu’da olduğuna vurgu yapıyor. Türk Dili ve Türk Tarihi üzerine yönelik milli ve yoğun çabalar, bu alandaki önemli kurumlaşmalar, milli atılımlar, Batı merkezli tarih anlayışına karşı milli tarih ve kültür inşası, Batı’ya karşı Türkiye’nin ideolojik alanda da ciddi bir savaş açtığını göstermektedir. Planlı, kamucu, devletçi bir ekonomik atılımlarla üreten Türkiye’ni inşası, Batı’ya karşı ayağa kalkan Türkiye’nin fotoğrafını veriyor.
DÜN DE VE BUGÜN DE ATATÜRK
Mazlum Milletlerin öncüsü ve Doğu’nun büyük devrimcisi Atatürk, bütün mücadelesini batı emperyalizmine karşı verdi. Batı’ya karşı Doğu’nun yanında, devrimci Batı için Batı emperyalizminin karşısında oldu. Kemalist Devrim büyük zaferini Batı’yla mücadele ederek kazandı, Batı’ya teslim olunca yarım kaldı. Batı’ya karşı gerçekleştirilen devrim, Batı’nın rotasına bağlanınca sönümlendi.
2014 Baharından bugüne, emperyalizmle her cephede kararlı olarak savaşan Türkiye, bütün dinamikleriyle savaşın liderine, programın sahibine, Atatürk’e sarıldı.
Atatürk’ü Atlantik sularında boğmak isteyenler, heykellere hapsetmek isteyenler, hatıralarda unutmak isteyenler yine Atatürk’ün programı karşısında yenildiler.
Batı’ya uyumlu Atatürk imal etmeye kalkanlar, Batı sularında çürüdüler.
Atatürk’ü boğmak isteyenlerin medeniyeti, çöktü yırtıldı.
Batı sahillerinde, sırça köşklerde bulunacak bir Atatürk yoktur, dünde ve bugünde savaşın merkezindedir.
Dün, Trablusgarp’ta, Çanakkale’de Muş’ta, Bitlis’te, İstiklal Savaşı’nda yedi düvelle savaşan Atatürk bugün Doğu Akdeniz’de, Karabağ önlerinde, Barış Pınarı’ında, Fırat Kalkanı’nda Zeytin Dalı’nda, Pençe Kıran Operasyonlarında, 15 Temmuz’da yine aynı Batı emperyalizmine karşı savaşıyor.
Dün, Sovyetler Birliği’yle, Türk Dünyasıyla, Arap Milletleriyle Batı’yı yerle bir eden Atatürk, bugün de gerçek dostlarıyla, Rusya, İran, Çin ve Türk dünyası ortak tehdide karşı birleşiyor.
Dün, Doğu Milletlerinin umudu Atatürk, bugün de yeni kurulan Dünya’da öncü konumuna yerleşiyor.
Dün, kamucu, planlı ekonomiyle Türkiye’yi ayağa kaldıran Atatürk, gündemde olan Üreticilerin Milli Hükümeti’nin umut ve güven kaynağı olarak yaşıyor.
DİPNOTLAR:
(1) Atatürk’ün Bütün Eserleri, c. 9, 5. Basım, Kaynak Yayınları, İstanbul, Haziran 2015, s. 177.
(2) Kurtuluş Savaşı’nın İdeolojisi Hakimiyeti Milliye Yazıları, 3. Basım, Ekim 2006, s. 3035.
(3) Atatürk’ün Bütün Eserleri, c. 12, 3. Basım, Kaynak Yayınları, İstanbul, Mart 2015, s. 297; Hakimiyeti Milliye, 5 Mart 1922.
(4) Atatürk’ün Bütün Eserleri, c. 12, s. 299; Hakimiyeti Milliye, 5 Mart 1922.
(5) M. Kemal Öke, Belgelerle Türkİngiliz İlişkilerinde Musul ve Kürdistan Sorunu 19181926, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları, Ankara, 1992, s. 170.
(6) Atatürk’ün Bütün Eserleri, c. 26, s. 144.
(7) ATABE, c.13, sf.136
(8) Birinci Dünya Savaşı ve Türk Devrimi, Doğu Perinçek, Kaynak Yayınları, 2015, sf.147.
(9) Cai Ho Shen, “Felicitations a l’occasion de la victoir du parti Nacionalist Turc”, Xiangdao, sayı 3, c. I, 27 Eylül 1922, s.2022. Türkçesi için bkz. Doğu Perinçek, Komünist Enternasyonal Belgelerinde Türkiye, s.93 vd.
(10) Osman Ulugay, Amerikan Basınında Türk Kurtuluş Savaşı, 1974, s.57.
(11) Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, 3, s.68