Sosyal medya enformasyonun üretimi ve yayılmasını hızlandırabilir ancak akıllarımızın tahribat edilmesini mümkün kılmamalıdır.
“Çağımızın tasviri nesneye, kopyayı aslına, temsili gerçekliğe, dış görünüşü öze tercih ettiğinden kuşku yoktur. Çağımız için kutsal olan tek şey yanılsama, kutsal olmayan tek şey ise hakikattir. Dahası, hakikat azaldıkça ve yanılsama çoğaldıkça çağımızın gözünde kutsal olanın değeri artar, öyle ki bu çağ açısından yanılsamanın had safhası, kutsal olanın da had safhasıdır.”
(Hristiyanlığın Özü , Ludwig Feuerbach)
Sosyal medya bir cazibe merkezi olarak hayatımızın merkezine yerleşti. Sosyalleşme araçları olarak sunulan bu medya araçları toplumun geniş kesiminde asosyalliğe yol açtı da tanımında bir değişiklik olmadı.
İçerisinde gezinme konusunda herhangi bir engel bulunmayan sosyal medyada adeta bir sarhoşluk yaşanıyor: Görüntü sarhoşluğu. Hiçbir şey olduğu gibi değil. Olduğu gibiyse de güven vermiyor.
Alışkanlıklarımız, konuşma biçimlerimiz, sosyal ilişkilerimiz, inanç ve davranışlarımız, okuduklarımız ve izlediklerimiz hepsi sosyal medyaya endeksli.
Sosyal medya pervasızca bazen de acımasızca mahremiyetimizin en ücra köşelerine giriyor. Bunun yanında belki de daha tehlikelisi, sosyal medya milyonlarca insanın beyinlerine hücum ediyor, aklına saldırıyor.
Rekabet insanları değersizleştiriyor, saldırganlaştırıyor. Sosyal medya hayatımızın merkezine oturunca rekabetin yarattığı tüm iğrençlikler ve sahtekarlıklar oraya taşındı.
Sosyal medya duyarlılıklarımızı artırıyor. Tepkilerimizi, duygularımızı daha hızlı verebilir olduk. Ruh halimiz artık anlık değişiyor. Böylece dünyanın neresinde olursa olsun yaşananlara duyarsız kalamıyoruz.
Sosyal medya bir cazibe merkezi mi yoksa savaş meydanı mı?
Yukarıdaki gerçeklere baktığımızda insanların günlük gereksinim ve çalışma hayatları dışında zamanın büyük bir çoğunluğunu harcadığı sosyal medya ortamının masum bir cazibe merkezi olarak değerkendirilemeyeceğini görürüz. Amerikan Devlet Başkanı Donald Trump ile bakkal Hüseyin Amcayı aynı anda çekebilen bir alandan bahsediyoruz. Her gün binlerce insanın taraf olduğu fikir tartışmalarından küfür ve hakaretlere, terörist faaliyetlerden istihbarat örgütlerine, dış politikadan edebiyat ve kültüre her şeyin karşıtıyla birlikte yer aldığı bir . Bu savaşta gerçeğe bombalar atılıyor. Bu meydanda insan sevgisi plastiğe dönüştürülüyor. Hüzünlerin yerini "duyar" alıyor.
Sosyal medya ideolojinin yerine makyajın geçmesidir. Gerçeğin, imaja, gösterişe yenik düşmesidir. Her şeyin “eğlenceli” biçimde sunulmasıyla içeriksizleştirilmesidir. Belleklerin silinmesi, zayıflamasıdır. Sonsuz enformasyondur. Anlamlandırma ve muhakemenin ortadan kalkmasıdır. İnsanların milyonlarca gündemle parçalara ayrılması ve etkisizleştirilmesidir.
Orwell ve Huxley’in korkularıdır sosyal medya. Orwell kitapların yasaklanmasından, Huxley kitaplara ihtiyaç olmayacağından, Orwell enformasyonsuz kalacağımızdan; Huxley, pasifizme ve bireyciliğe sürükleyecek kadar enformasyon yağmurundan, Orwell, hakikatin gizlenmesinden; Huxley hakikatin umursamazlık denizinden boğulacağından korkuyordu. Orwell tutsak bir kültür haline gelmemizden korkuyordu; Huxley ise duyguların sömürüsü, oyalanma gibi alışkanlıklarla ömrün önemsiz şeylerle tüketilmesinden.
Sosyal medyanın yararları mı? O sonraki mesele… Şimdi görüntünün ötesine geçme zamanı, düşünme zamanı!
Türkiye, postmodernizmin bütün hoyratlığıyla, her şeyi silip süpürdüğü, yerle yeksan ettiği, toplumsal hayatı tamamen egemenliği altına aldığı, beyinlerin iğfal edildiği bir süreçten geçiyor. Kültürel peyzaja uğrayan, aşırı gerçeklerin ve sanıların hüküm sürdüğü bir hakikatin imaja yenik düştüğü bir süreç.
Bombardıman altındaki beyinler, düşünme, hakikati arama, insanlığı ilerletme yetisini kaybediyor.
Bu süreç, insanları ahmak “robotlara” dönüştürdü. Duygu ve tepkilerini sosyal medyadan bazen bir cümle çoğu zaman da bir RT ile ifade eden “sorumluluk bilinci oldukça yüksek” robotlar.
İnsanlar, akıllarını kullanarak anlam üretirler, şimdilerde Twitter’ı kullanarak anlam üretme gayretindeler. Aklın biçimlendirilmesi, toplumun anlam üretme süreçlerine darbe indiriyor. Akılsızlaşan toplum bir kaçış toplumudur. Gerçeklerden kaçan; yalana, gösteriye, eğlenceye sığınan bir toplum.
Beyin İğfal Endüstrileri
Çağımızda, insanların kandırılması başlı başına endüstriyel bir faaliyettir. Bilinç endüstrisi, beyin iğfal şebekeleri, vicdan iğfal şebekeleri bu endüstrinin farklı farklı tanımlarıdır.
Sosyal medyanın olumsuz tarafları olarak sıralayabileceklerimizin temeline iki olguyu yerleştirebiliriz. Biri neoliberalizm diğeri ise hukuki düzenlemelerin yetersiz olması. Hukuki boyutu daha teknik bir mesele olarak ülkeden ülkeye ve konudan konuya farklılık gösterse de sosyal medyadaki algı ve yalan imalatının kurumsallaşmasında önemli bir yer tutmaktadır. Dev sosyal medya mecraları kişilik haklarına saygı duyduklarını, gizlilik güvenliğini sağladıklarını söylerler. İhlal ettiklerinde çok büyük cezalar da öderler. Ceza diye ödenen aslında ihlalin bedelidir. Yani satın alınan kişisel bilgilerin bedelidir ve “cezası” ödendikçe tekrar tekrar ihlal edilebilir.
Sosyal medyanın insan bilincini böylesine tahrip edebilmesinin temelinde neoliberalizm bulunuyor. Neoliberalizmin, iç dünyasını çöküntüye uğrattığı insan; yalana ve yönlendirmeye mecbur kalıyor.
Gündelik yaşamın her alanında karşımıza çıkan dedikoduların kökleri oldukça eski. Ancak dedikodu ve söylentilerin, toplumu etkileyebilme, davranışlarını belirleme, onları kuşatma yeteneği yirmi birinci yüzyılda doruğa ulaştı.
En genel anlamıyla, gerçeğin yeniden üretilmesi olarak tanımladığımız medya; toplumsal düzenin bozulduğu koşullarda "fısıltı" üretir oldu. Fısıltı, bir belirsizlik zamanlarında ortaya çıkar. Belirsizlik ortamı son bulmadıkça fısıltıların dinmesi de mümkün değildir. O belirsizlik, fısıltıların sonuçlanmasıyla değil, toplumsal düzenden kaynaklanan belirsizliklerin, açmazların ortadan kalkmasıyla mümkündür.
Belirsizliğin sürdüğü ortamda, fısıltıların yayılması hız kazanır. Kötü haber diyebileceğimiz fısıltıların yayılması kolaydır, çünkü güvensiz ortamda endişeleri, korkuları azaltmanın yolu, onu çok kişiye dağıtmaktır, herkese ait kılmaktır, bu bir gereksinimdir. Siz de o fısıltıyı başkalarına ulaştırarak üzerinize düşeni yapmış olursunuz. (örnek: CELAL ŞENGÖR’ÜN DEPREM TWEETİ)
Fısıltılar, duygusal gereksinimlerin izlerini taşırlar. Gerçek olmayan bu fısıltılara, toplumun itibar etmesinin maddi nedenleri bulunmaktadır. Psikolojik savaş amacıyla, korku toplumu amacıyla pompalanan fısıltıların maddi temelinde ihtiyaçlardır ve bu ihtiyaçları üretim biçimi belirler. Kapitalist üretim biçimi, iç dünyası körelmiş insana ihtiyaç duyar.
Duyar Maskesi Altında Popülerlik
Sosyal medya, yeni bir duyarlılık modeli yaratmıştır. ‘Yüreği kan ağlamak’ eylemi artık 240 karakterden ibarettir. Ünlü isimlerin popülerlik uğruna her toplumsal meselede konunun gerçekliğine bakmaksızın yaptığı paylaşımlar ‘muhaliflik’ maskesiyle buluşmaktadır. Gerçek ilişkilerden gerçek mücadeleden kopuk bu modelde ukalalık modadır. Kişiler telefonlarıyla fikir tartışmasına değil, laf sokma yarışmasına girmektedir.
Sosyal medya mecralarında boy göstermek bir yükselen değer aynı zamanda. Boy gösterebilmek adına radikalleşmeler de başlıyor. Sonuçta kimse haberleri uzun uzun okumuyor. Başlık ne kadar radikalse o kadar çok “beğeni” alıyor.
İçerik önemsizleştiği için en radikal başlığı en hızlı şekilde duyurmak yetiyor.
Kullanıcılar başlıkları okuyor, kanaat ediniyor. Kanaatlar belli kalıplar çerçevesinde oluşuyor. Aslında kullanıcılar öncede kabul ettikleri görüşleri izliyorlar. Yeni başlıkları görüşlerinin değişmesi için değil, görüşlerini haklı çıkarmak için değerlendiriliyor. Tweet atarak hesap soran, aslında seyirci olan kullanıcılar nedensonuç ilişkilerinden, analizlerden de kopuyor. Görüşlerimize yakın olanları algılıyoruz, uzak olanları unutuyoruz.
Toplumsal ve siyasal kutuplaşmalar arttıkça sosyal medya kullanıcılarının da akli tutulması artıyor. Siyasal görüşüne uygun her şeye inanma süreci başlıyor. Yoğun enformasyonun sersemliğiyle yalanın etki alanı genişliyor, toplumsal kutuplaşma derinleşiyor.
Eleştirellikten uzak, en basit muhakeme yeteneklerinden kopuk olduğunuzda siyasal görüşünüze uygun olan her bilgiyi yayma gereği görürsünüz. Gelen bilginin güvenilirliğini sorgulamazsınız. Sosyal medyada yayılan şu bilginin kaynağı nedir? Güvenilir midir? Ne zaman söylenmiştir? Bu soruları sormaktan uzaklaşırsınız.
Sosyal medya enformasyonun üretimi ve yayılmasını hızlandırabilir ancak akıllarımızın tahribat edilmesini mümkün kılmamalıdır!
Trol Terörü
Sosyal medyanın toplumu etkileyebilme, davranışlarını belirleme, onları kuşatma yeteneği son yıllarda doruğa ulaştı. Bu yükselişte FETÖ ve PKK’nın ciddi payı var. Türkiye’nin dört bir taraftan kuşatıldığı, ekonomik saldırılarla yıpratıldığı günlerde sosyal medyadan da taarruz başladı. Yalan haberler, itibar suikastleri sıradan insanların eğlence amacıyla yaptığı şeyler değil. Efsane gibi gözüken trol timleri onlarca kez ifşa oldu. Onların imal ettiği yalanların aksi defalarca kez ispatlandı.
Emperyalizmin, insana ve doğaya olan saldırısı, aklına olan saldırısının yanında hiçbir şey. Bilgi çağı, bilgi toplumu, enformasyon çağı olarak tanımlanan bu yüzyıl aklın tüketimle esir alındığı, "enformasyon" ile doldurulduğu, ortaçağın yaşam tarzlarıyla yeniden üretildiği bir yüzyıl.
Gerçeğinin Önünde Hiçbir Şey Duramaz
Sosyal medyada gerçeklerle yalanlar bir arada bulunur. Sistemin devasa bir şekilde insanı bilinçsizleştirmek için kullandığı bu alan aynı zamanda doğruların etkili bir şekilde örgütlenmesiyle insanlarımızın bilinçlenmesini sağlayabilir. Barış Pınarı harekatı doğrultusunda atılan tweetlerin dünya gündeminde uzunca süre durması kamuoyunun Türkiye’nin haklılığına ikna olmasında önemli derecede etkili olmuştur. Sosyal Medyanın yarattığı zararlı etkilerle bu alanın dışında kalarak değil tam tersi içine girip doğru bir yöntemle bu savaşta gerçeklerin yanında tavır alarak mücadele edilir. Gerçekler her zaman galiptir. Hele o gerçekler için savaşanlar varsa, en büyük yalanlar kum tanelerinden ibarettir.
Emperyalizmin medya alanındaki saldırısına medya emperyalizmi diyoruz. Emperyalist devletlerin çıkarları doğrultusunda yayın yapmak anlamına gelmektedir. Özellikle yayın içerikleri açısından başka ülkelerin çıkarları savunulur. Medyanın sermaye yapısından kadrolarına, yapılan haberlerden, haberlerde kullanılan dile kadar emperyalist ülkenin çıkarları hakimdir. Sosyal medyada da durum bundan farksızdır. Sosyal medyada da araçlar vardır. Sosyal medyada yayın yapmak ise klasik medya araçlarına göre daha kolaydır. Yani başka ülkelerin çıkarlarını savunmak, yalan haber yapmak çok daha kolay ve yaygındır. Sınırlar yoktur, önlem almak zordur.
Barış Demiralay
TGB Genel Başkan Yardımcısı
Kaynakça:
1. Armand Mattelart, Beyin İğfal Şebekesi, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 1995.
2. Aldous Huxley, Algı Kapıları, İmge Kitabevi Yayınları, İstanbul, 2018.
3. G. Allport ve L. Postman, "Söylenti Veya Fısıltı Gazetesinin Temel Psikolojisi". çev.
4. Neil Postman, Televizyon: Öldüren Eğlence, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2014.
5. Ünsal Oskay, Kitle Haberleşme Teorilerine Giriş, Der Yayınları, İstanbul, 2000.
6. Guy Debord, Gösteri Toplumu, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2014.
7. Jacques Lacan, Televizyon, Monokl Yayınları, İstanbul, 2012.
8. Jean Baudrillard, Amerika, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2013.
9. İrfan Erdoğan, Dünyanın Çarpık Düzeni, Kaynak Yayınları, İstanbul, 1995.
10. Nazife Güngör, İletişim Kuramlar ve Yaklaşımlar, Siyasal Kitabevi, Ankara, 2013
11. Anadolu Üniversitesi Sosyal Medya ve Dijital Güvenlik Eğitim, Uygulama ve Araştırma Merkezi
tgb.gen.tr