Atatürk’ün 27 Aralık 1919’da, Samsun’a çıkışından sadece 7 ay sonra Ankara’ya gelişinin 100. yıl dönümünü kutluyoruz. Türk ulusumuz, Türk vatanımız için olduğu kadar bu tarih, Ankara’yı başkent yapan, Ankaralıyı onurlandıran bir başlangıçtır. İmarıyla uygar kentliliğin en güzel örneğini sunan; tarım, hayvancılık ve gıda sanayisiyle bütün dünyaya örnek olan, TBMM’nin, devlet idaresinin, bakanlık teşkilatlarının, Dil Tarih Coğrafya Fakültesiyle Ankara Üniversitesinin, TED Ankara Kolejinin, Gazi Orman Çiftliği (1925) kalkınma hamlesinin, Eti Yokuşu ve Ahlatlıbel’de ilk ören kazılarının, ilk Türk Tarihi, Türk dili, Türk havacılığının; Türkiye uygarlıkları ve halk bilimi müzeciliğinin, eski eserlerin korunmaya başlamasının, Türk Lirasının değerini koruyan Merkez Bankasının, köy enstitülerinin, opera, tiyatro ve bale, müzik, resim heykeltıraşlık gibi güzel sanatların, Güven Park’ta halk Konserlerinin, A.O.Ç. “mesire” yeri gibi halka hizmet edecek kurumların kurulduğu; nitelikli çiftçi, memur ve işçinin özenle yetiştirildiği hamlelerin yapıldığı bir yerdir Ankara. Kültür varlığı kadar bitki çeşitliliği, Ankara keçisi, Ankara kedisi ve Ankara tavşanıyla; yurt dışında “Angora” adıyla tanınmış keçi yününden yapılan “sof” kumaşlarıyla da ünlüdür. Ününün bir nedeni de ağustos ayına ismini ve Roma İmparator’u Sezar Ogüst’ün (Augustus) yaptırdığı ve 3 vasiyetinden birisinin Res Gestae Divi Augusti: Tanrılaşmış Augustus’un Yapmış Olduğu İşler yazısının bulunduğu tapınağın, kutsal bir tepede bulunan Hacı Bayram Veli Camiiyle bir duvarının ortak olması, Hitit başkentlerinden Hattuşaş’ı andıran Ankara Kalesi yerleşimidir.
ANKARA İSMİ
Yerlisi tarafından Angara denir. Bu isimde, kaynağı Baykal Gölü olan ve Yenisey’le birleşen bir nehir Asya’dadır. Aynı isimde bir akarsuyun Etrüsk (Toskana, İtalya) bölgesinde olduğu söylenir. Bir efsaneye göre Ankara bölgesinde bir devlet olan Frigya Kralı Gordios’un oğlu Midas’a bir gece rüyasında ilahi bir ses “Bir gemi çapası aramasını” ve bulduğu yere bir kent kurmasını söyler. Çapa Ankara kalesinin olduğu tepede bulunur. Midas, buraya “gemi çapası kenti “anlamına gelen ‘Anker( ium)’ ya da ‘Ankira’ adını verir. Çapayı Zeus/Jupiter Tapınağında saklar. Bir karşı görüşe göre Frig dilinde ‘Ank’ sözcüğünün ‘çengel, kıvrıntı, kayalık vadi ve darboğaz’ anlamlarına geldiği ve de yazıtlarda ‘Kayalıklar Kenti’ olarak kullanıldığı yönündedir (Sargın, 2012:6). “Angaranın Bağları, Büklüm Büklüm Yolları” türküsünün bu dizeleri boşuna söylenmemiş olsa gerektir. Bu kelimenin anlamı “yol kesen, durduran” da demektir. Ankara Kalesi de böyle bir yerde kuruludur. Nuh’un gemisinin çapasının da büyük tufanda buraya düştüğü ve o çapanın yerine Ankara’nın kurulduğu da söylenir (s.7). Bizans kaynaklarında ise kentin adı “Ankagra’dır”. Batılı kaynaklar da ise “Aghuridha” ve “Angouri” olarak geçer. Kentin Selçuklulardan sonraki adı Engürü’dür. Evliya Çelebi de bu Seyahatnamesinde bu ismi kullanır. Farsça “üzüm” anlamındaki ‘engür’den geldiği sanılır. 12. Yüzyılda tekrar Türkiye’ye göç eden Türkmenlerin zamanında Batılılar ‘Angora’, ‘Angorah’, ‘Angoran’, ‘Angori’ derler. 17. Yüzyıldan itibaren Osmanlı İmparatorluğunda Ankara / Angara söyleyişi yerleşir. Ankara’nın tarihte aldığı öteki adları ‘Ankas’ (Sanskritçe kıvrıntı, engebe), ‘Ankos’ (kayalık vadi), ‘Ancus’ (çengel), ‘Ankur’ arızalı, ‘Ankura’ (yüce Anka), ‘Unguriy’ gibi birbirine yakın isimlerdir.
DENİZLERİN ALTINDA
Ankara da bütün Türkiye gibi Tetis Denizinin altındadır bir zamanlar. Sonra karasal hareketlerle çevresindeki dağlar yükselir ama uzun süre iç Anadolu bir iç deniz olarak kalır. ODTÜ bitişinde MTA müzesinden Ulus’tan çıkan büyük bir Ammonoid (salyangoz) fosili vardır. K. Kazan’da da deniz kabukluları çoktur. Burada Ankarpithecus metei Ozansoy (Prof. Dr. Berna Alpagut) adlı bir insanımsının fosil kafatası da bulunmuştur. Anadolu Medeniyetleri Müzesinin Ankara Salonu ziyaretçilere tekrar açıldığı zaman görülebilir. “Ankara ve çevresinin en yaşlı jeolojik oluşumları, günümüzden 545251,4 milyon yıl öncesi (1. Çağ) aittir. İkinci Çağ 251,465,5 milyon yıl ait olan Trias’tan kalmadır. Dördüncü jeolojik zamanda İlk insan ortaya çıktığı için Antropozoik Çağ denir. Daha sonra, dünyanın büyük kısımlarında buzul varken Anadolu ve merkezindeki Ankara; insanların yaşaması için uygun koşullara, verimli topraklara, zengin bitkisel ve hayvanlar besinlere sahiptir (s.12). Ankara çevresindeki Kazan, Kızılcahamam, Çubuk, Ayaş, Beypazarı, Elmadağ, Yenimahalle ve Keçiören’de yüzden fazla fosil yatağı vardır. Burası Asya, Afrika ve Avrupa’da yok olmuş en zengin hayvan ve bitki türlerinin örneklerini gösterir. Çamlıdere Pelitçik Yahşihan Köyünde çam ve meşe ağaçlarından taşlaşmış “Ağaç Fosil Ormanı” vardır. 1980 yılında ikinci insanımsı maymun fosili ve 1995’te 3. insanımsı maymun fosili bulunur. Yaşı 9,8 milyon yıl olarak hesaplanmıştır.
Atamızın Ankara’ya gelişinin 100. yılında Ankara keçisi, kedisi, tavşanı ve Güdül Türk kurganları, kaya yazıtları ve resimlerinin koruma altına alınması dileğiyle mutlu kalın.
Aydınlık