BUGÜN İÇİNDE BULUNDUĞUMUZ SIKINTILARI ANLAMANIN YOLU, 12 EYLÜL 1980'LERİ DOĞRU KAVRAMAKTAN GEÇİYOR!
MERSİN'DE ÇIKAN ULUSAL UYANIŞ GAZETESİ'NİN 08 ARALIK 1999 TARİHLİ GAZETE MANŞETİNİ YENİDEN YAYIMLIYORUM:
DERS ÇIKARMAK VE ÇÖZÜM ÜRETMEK İSTEYENLERE!
GÜÇLÜ BİR TÜRKİYE İÇİN
YERLİ MALI KULLAN!
Av. İzzet Uludağ yazdı
• Ulusal piyasaya sahip olmayan bir devlet “ulusal” olur mu?
• Üretimi giderek azalan ve dışa tamamen bağımlı bir hale gelen ekonomi “ulusal” olur mu?
• “Küreselleşme” ulusal üretimi arttırmaya hizmet eder mi?
• 1980 yılında giyecek ve yiyecek ithal etmeyen bir ülke iken bu hallere neden düştük?
• İthalatçı çizgi ile işsizlik ve yoksulluk azalır mı?
• İşsizlik ve açlığı nasıl önleyebiliriz?
• Yerli sanayiciye ve MESİAD’a, yerel belediyelere düşen görev ne?
• Çözüm, ulusal üretimi arttırmada ve istihdamı genişletmektedir.
• Bu nasıl mümkün olabilecektir?
• Bu ancak YERLİ MALI KULLANMAKLA ve elbette milli ve halkçı planlı bir ÜRETİM EKONOMİSİni hayata geçirmekle mümkündür.
Geçen hafta Türkiye ve Mersin’de piyasanın tıkandığını, ekonomik çıkmazın ulusal devlet için de tehlike sinyalleri verdiğini yazmıştık.
Dünyada uluslararası büyük güçlerle ulusal güçler arasındaki mücadele her alanda sürüyor.
Bu mücadele en son ABD’de yapılan Dünya Ticaret Örgütü Toplantısı’nda yaşandı. Yoksulların dünyası, gelişmiş ekonomilere karşı burada da esaslı bir uğraş verdi. Yüzbinlerce kişi, toplantının yapıldığı Seatle Kenti’nde büyük gösteriler yaparak yoksulların aleyhine olan eşitsiz gelişme ve ticareti mahkûm etti. Toplantı, çok uluslu şirketlerin şimdilik başarısızlığıyla sonuçlandı.
ULUSAL DEVLET, ULUSAL EKONOMİ VE PAZAR ÜZERİNDE
GÜÇLENİR
Bağımsızlığını siyasal olarak kazanan ülkeler, siyasi örgüt olan devleti iç piyasanın denetlenmesi ve biçimlendirilmesinde kullanma amacını güderler.
1919 Bağımsızlık Savaşı’ndan sonra Türkiye’de de yaşanan aynen budur.
Mustafa Kemal biliyordu ki ulusal ekonomi olmazsa ulusal devlet olmazdı. O, bugün kurtuluş yolu olarak sunulan “küreselleşme”ye karşı “ulusal devlet” ve “ulusal pazar” için bir kurtuluş savaşı vermişti.
Devleti siyasal olarak kurmak ve kuruluşunu ilan etmek, bayrak asmak yetmiyordu. Misakı milli üzerinde ulusal bir pazar kurmak ve bütün Anadolu’yu bu iç pazara bağlamak gerekiyordu.
İç pazarı genişletmenin yanı sıra, bu pazarda gözü olan ve bu pazarı elde etmek için savaşı ve yüzbinlerce yurttaşının ölümünü göze alan emperyalistlere karşı da uyanık olmak ve her türlü ekonomik, ideolojik ve siyasal önlemi de almak gerekiyordu.
Üretim, tüketim içindir. Ulusal üretim de öncelikle ülke içindeki ihtiyaçların karşılanmasına hizmet etmelidir.
Ulusal ekonominin gelişmesi, kalkınmanın sağlanması, halkın refahının yükselmesi iç pazar üzerindeki bu denetim ve yönlendirmeye bağlıdır.
Özellikle sanayii toplumlarıyla rekabetin güç ya da olanaksız olduğu günümüzde ulusal ekonominin korunması ve daha da gelişmesi için yasal önlemlere, yüksek gümrük duvarlarına ve devletin üreticiye destek vermesine ihtiyaç vardır. “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” diye özetlenebilen uluslararası “liberal” politikalar yerli sanayiye ve çiftçiye hiç bir zaman yar olmamıştır.
Bunu bilen Mustafa Kemal, yukarıda aynen verdiğimiz 688 sayılı yasayı çıkarmıştır. Bu yasa bugün de yürürlükte olmasına karşın, ne yazık ki Bakanlar Kurulu tarafından takip edilip uygulanmamaktadır. Yasayı uygulamamak bilindiği gibi de suçtur. Bu nedenle bu yasaya aykırı davrananlara karşı Cumhuriyet savcılarının takibata girişmesi bir zorunluluk olmalıdır.
Sözünü ettiğimiz yasa ile özellikle 1980 yılına kadar kimseye muhtaç olmadan tükettiğimiz giyecek ve yiyecek sektörümüz korunmuş, geliştirilmiş ve hatta ihraç edecek düzeye kadar getirilmiştir.
Bu tutum, 1929’lardan sonra Devletçilik ilkesi ile sanayii alanında da uygulanmış ve bu alanda da ülke ekonomisi hızla yükselen 3 ekonomi arasına girebilmiştir.
1950’li yılardan bu yana milliyetçi ekonomik çizgi reddedilerek liberal bir yol benimsenmiş, ulusal olan üretim yerine ithalatçı çizgi hâkim kılınmıştır.
Özellikle 1980 sonrası “dünya devleti” olma gerekçesiyle uluslararası şirketlerle entegrasyon eğilimi ağır basmış, devletçi ekonomi IMF’nin dayatmaları sonucu ve hatta ”kurtuluş yolu” gibi sunularak “özelleştirme” adı altında yok edilmiştir.
Tarım ve hayvancılıktan devlet desteği yavaş yavaş çekilmiş, ithalat sırası bu ürünlere getirilmiştir.
Anamur muzu yok edilmiş, ortalığı çikitalar sarmıştır. Muz üreticisi, bu ithalattan olumsuz olarak nasibini almış, bir kısmı üretimden uzaklaşmış, boşalan yeri yeniden başka muz markaları kaplamıştır.
Bir zamanlar dünyanın neredeyse tahıl ambarı olan ülkemizde üretim alanları azalmış, Arabistan’dan bile buğday almak zorunda kalmışızdır.
Şeker ithalatı, her geçen gün artmaktadır.
Tütün üzerinde acılı bir oyun oynanmaktadır. Devlet Tekeli’nin piyasa üzerinde egemenliği, BAT, REYNOLDS, PHİLİPP MORRİS gibi sigara devlerine terkedilmiştir.
Yabancı mal kullanma isteği ve hayranlığı topluma pompalandı, böylece satın aldığımız her yabancı ürünle her alanda yerli üretimin azalmasına neden olup bindiğimiz dalı hale getirildik.
Uzun ve kaliteli (!) diye ortalığı 1838’lerdeki gibi Avrupa, Amerika, Japon malları sardı.
Devlet de desteğini çektiğinden rekabet edilemedi, birkaç firma dışında ulusal üretim azaltıldı. İşsizlik arttı.
Ulusal üretim ile istihdam arasında sıkı bir ilişki olduğu ortadadır.
“Küreselleşme”, kollarını belimize doladığı oranda işsiz ve aç kalacağımız gün gibi açıktır.
İŞSİZLİĞİ NASIL ÖNLEYEBİLİRİZ?
İşsizliği önlemenin tek yolu yeni iş alanları açmaktan geçmektedir.
Bugün yeni iş alanları, izlenen ithalatçı çizgi, Gümrük Birliği, Uluslararası Tahkim, Özelleştirme vb politikalar nedeniyle yaratılamamış ve eldekiler de daraltılmıştır.
Uluslararası şirketler ve gelişmiş devletler, Türkiye gibi yoksul ülkelerin kendi ayakları üzerinde durmasını istemiyorlar. Yoksulların balık tutmasını öğrenmelerini, Mustafa Kemal’in “Gençliğe Sesleniş”te dile getirdiği gibi birkaç yönetici ve işadamına kişisel menfaat sağlayarak önlüyorlar.
Yapılması gereken ulusalcı, milliyetçi iradeyi yeniden hâkim kılmaktır.
Öncelikle lüks mallardaki ithalat engellenmeli, giderek ülke içinde ihtiyaç duyulan ve ulusal olanaklarla üretmeyi başarabileceğimiz bütün mal ve ürünlerin ithalatı kısıtlanmalıdır.
Devlet, yeniden ağır sanayii ve gerekli gördüğü alanlarda halkçı bir ruhla ekonomiye müdahale etmeli, liberal ve devlet düşmanı politikalar reddedilmelidir.
Özelleştirme derhal durdurulmalıdır.
Üretimin en temel gücü insandır. Bu kaynak ülkemizde hiçbir dünya ülkesinde olmayacak kadar vardır. Kahve köşelerinde, sokak başlarında boşa giden onca emek devlet tarafından yeniden örgütlenmeli; başta tarım ve hayvancılık olmak üzere emekyoğun üretim teşvik edilmeli, yabancı mal ve uluslararası şirketlerle rekabet şansını arttırmak için her türlü önlem alınmalıdır.
YERLİ SANAYİİCİYE, MESİAD’A VE BELEDİYELERE DÜŞEN GÖREV:
Yerli sanayici, ürettiği malın piyasada alıcı bulmasını ister. Sıkışmış bir piyasa bu ihtiyaca cevap vermektedir. O halde piyasanın genişlemesi ve rahatlaması için yeni iş alanlarının açılması, yeni ve diri üretken bir emeğin üretimtüketim ilişkisi içinde yerini alması işadamına da yarayacaktır. Piyasaya giren sayısının fazlalığı, ekonomiyi olumlu olarak etkileyecek, böylece alım gücünün artması da yeniden üretime destek verecektir.
Belediyelere de işte burada düşen görev, öncelikle üretimi arttırmaya yönelik hizmetlere ağırlık vermesidir. Az sayıda eşten dosttan müteahhide paylaştırılan para, daha çok sayıda işçiye verilmeli, paranın piyasaya yeniden ve eşit dağılımı bu yolla sağlanmalıdır.
Belediyeler, gösteriş olsun diye ve birkaç kişiye rant sağlamak için “hizmet” yapmak yerine kalıcı ve ulusal ekonomiyi geliştirici yatırımlara yönelmelidir. Bu nedenle var olan belediye mevzuatı zorlanmalı, binlerce işçinin çalışacağı BİT’ler yaratılmalıdır.
YERLİ MALLARI HAFTASI YENİDEN CANLANDIRILMALI
Yabancı malı cenneti haline getirilen bir ülkede yaşıyoruz.
Bir zamanlar 1117 Aralık günleri arasında “Yerli Malları Haftası” düzenlenirdi. Bu hafta, özellikle ulusal pazarın oluşmasında ve yurdumuzun ekonomik kalkınmasında önemli bir yer tutmuştu.
Ancak liberal siyasetin takip edilmesiyle “ulusal” olan her şey gibi “yerli malı” kavramı da güme gitmiştir. Yabancı hayranlığı somut biçimde yabancı mala hücum teşvik edilerek ifade edilmiş, gümrük duvarlarının giderek alçaltılmasıyla da önce yerli mal, ardından da haftası ortadan kaldırılmıştır.
Bugün 688 sayılı yasa acilen yaşama geçirilmeli, devlet ve diğer resmi kuruluşlar alışverişlerinde öncelikle yerli malı kullanmalıdır. Kullanılmayan hakkında “yasaya aykırılık nedeniyle” yasal işlem yapılmalıdır.
Alışkanlıklar kolayca terkedilmez. 50 yıldan bu yana yabancı mal kullanma alışkanlığının ülkeyi hiçbir şey üretemez bir hale getirdiği de ortadadır.
Bu nedenle yeniden güçlü bir ekonomi yaratmak ve böylelikle işsizliği önlemek için iç piyasanın yerli mala sahip çıkması gerekmektedir.
Bunun çok kısa zamanda sonuç vermeyeceği açıktır. Ancak ileriyi düşünmediğimizden başımıza gelenlerden ders alma zamanı da gelmiştir. Bu zorluk, hatta bazı mallarda pahalılık göze alınmadan ülke geleceğini kurtarma olanaksızdır.
O halde Mersin ve tüm Türkiye halkına öncelikle düşen görev, yerli malı kullanmaktır.
“Yerli Malı Kullanma” haftası yeniden canlandırılmalı, 365 gün içinde de elimizden geldiğince yerli malı satın almalıyız.
Ayrıca ulusal ekonominin gelişmesinin bir başka ayağı da yerli sanayici ve tüccarın piyasaya tam hâkimiyetini sağlamaktır. Bu nedenle de yabancı mallar ve yabancı hipermarketler boykot edilmelidir.
08 ARALIK 1999 – ULUSAL UYANIŞ GAZETESİ (MANŞET) SAYI: 5