İlk Kurşun'daki ilk yazıma Ulu Önderimiz Atatürk'ün sözüyle başlamak istedim:
“Gerçeği konuşmaktan
korkmayınız.”
Gündemle ilgili
yazılarımın ilk durağında, gündemi oluşturan gerçekliğe ulaşmanın önemi
üzerinde durmak, yol gösterici olacak. Dünyada güç dengelerinin değiştiği ve
dolayısıyla bir alt üst oluştan geçtiğimiz bugünlerde, gündemi ve gündemin
içerisindeki gerçekliği yakalamak oldukça zorlu bir süreç. Çoklu kaynak
kullanımını ve alınan haberle birlikte kaynağı da değerlendirmeyi gerektiriyor.
Çalkantılı bir dünya gerçeği ile birlikte günümüz haber kaynaklarının
zenginliği ve çeşitliliği de dikkate alınırsa; gerçeğe ulaşmak, çok
bilinmeyenli bir denklemi çözmekten farksız hale geldi.
“Çalkantılı dünya” tanımı;
bana ait değil, Dünya Ekonomik Forumu'nun yılbaşında yayınladığı “Küresel
Riskler 2020 – Çalkantılı Dünya” raporundan alıntı. Dünyanın, jeopolitik ve
jeoekonomik belirsizliğin yarattığı sisin kalkmasını bekleyemeyeceği önermesi
ile başlayan raporda, ülkelere siste yol almanın yöntemleri hakkında çeşitli
öneriler getirilmiş. Etkili ekonomik, demografik ve teknolojik güçlerin yeni
bir güç dengesi oluşturmakta olduğu bu geçiş dönemi, mevcut düzeni sarsmış
durumda. Tek kutuplu dünyadan çok kutuplu dünyaya geçişin sancılarının
yaşandığı bu kaos döneminin sisli ortamı, ufkun ötesini görmeyi zorlaştırsa da,
ufukta yeni dönemin yeni fırsatlarını saklıyor.
Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküşüne yol açan
savaşlardan biri olan Balkan Savaşları yenilgisinin önemli nedenlerinden
birinin de bilgihaber alma eksikliği olduğu değerlendirmesi yapılır. Atatürk,
Karlsbad Hatıraları'nda “Balkan kuvvetleri, bu harbin sonuçlarını, o dönemde
Türkiye'ye hakim olan şahısların bilgisizliğine borçludur.” saptamasını yapar.
İstihbaratın önemi ve etkisi Balkan
savaşı sırasında anlaşılmış ve savaş sonrasında Teşkilatı Mahsusa’nın nüveleri
atılmıştır. Kâzım Karabekir, 1923’de yayımlanan “İstihbarat” adlı kitabında,
istihbaratı “Barışta ve savaşta doğru haber almak, yanlış haber yaymak” olarak
tanımlar. İstihbaratın, tarihin en eski, köklü ve etkili faaliyetlerinden biri
olduğunu biliyoruz. Tarihteki bütün devletler, varlıklarını sürdürmek için
casuslar kullanmış; aldıkları bilgilerhaberler doğrultusunda stratejilerini
geliştirmişlerdir. Kurumlar, yöntemler, kavramlar bugünkünden farklı olsa da
değişmeyen husus şuydu: bilgi sahibi olmak.
Bilgi ile başarı
arasındaki ilişki yaşamsaldır. Örneğin, düşmanın durumu bilinmedikçe bir
ordunun operasyonu başarı getirmez. Kâzım Karabekir Paşa'nın, “İstihbarat” adlı kitabındaki “Duruma hâkim
olmak her zaferin anahtarıdır.” saptamasının bir diğer yorumunu da aşağıdaki
Türk Atasözü'nde bulabiliriz:
“Göz
odur ki dağın arkasını göre, akıl odur ki başa geleceği bile.”
Ulu
Önderimiz de aynı paralelde, “Yolunda
yürüyen bir yolcunun, yalnız ufku görmesi kâfi değildir. Muhakkak ufkun ötesini
de görmesi ve bilmesi lazımdır.” diyerek bizi uyarmış. Atatürk'ün her zaman
gerçeği irdeleyerek mücadele stratejisini oluşturduğunu görürüz. Erzurum
Kongresi'nin Açılış Konuşması'nda öncelikle bir dünya tablosu çizer.
Haberleşmenin bugüne oranla çok kısıtlı olduğu o çağda bile Atatürk'ün,
dünyanın en uzak köşelerindeki hareketlenmelerden haberi vardır. Dünyadaki
gelişmeleri sebep ve sonuç ilişkileri ile birlikte değerlendirerek stratejisini
belirleyen ve tabii ki ulusunun gücünü ve koşullarını da çok iyi bilen Atatürk,
başarıyı daha mücadeleye başlarken garantilemiştir. Düşmanın bilgi tuzağına
düşülerek, Selanik şehrinin tek kurşun atılmadan düşmana teslim edilmiş olması,
Atatürk'ü çok üzmüş ve etkilemiş olmalı.
Oxford Sözlüğü, İngilizce’de 2016 yılının kelimesi olarak “posttruth”u
seçmişti. “Posttruth” bir sıfat olarak, “nesnel hakikatlerin belirli bir konu
üzerinde kamuoyunu belirlemede duygulardan ve kişisel kanaatlerden daha az
etkili olması durumu” şeklinde tanımlanıyor. Türkçeye “gerçekötesi” veya
“gerçeksonrası” şeklinde çevirmek mümkün. Doğruların, gerçeklerin,
olguların önemini yitirdiği bir dönemden geçiyoruz. Dünya
siyasetinde yalanla gerçek iç içe geçti. Soğuk Savaş sonrası dünyanın tek
egemen gücü olan ABD, yalana dayanarak Irak'ı işgal etti. Yalanlardan gerçeklik
üreten siyasi dalga dünyaya hakim oldu. Gerçeğin çarpıtılması ile oluşan sahte
gerçeklik üzerine dünya siyaseti üretildi.
2000'li yılların başında
Avrupa Birliği Türkiye Temsilcisi Karen Fogg, "Türk tarihi ile baş
edemiyoruz.” demişti. Emperyalizm, tarihi de yeniden yazdı. Ergenekon kumpas
davaları ile baş edemedikleri Türk tarihini bitirmek istediler. Sahte tarihin
nasıl yüzsüzce yaratıldığını en yaygın olarak birçok ülke ve kişi tarafından
Atalarımıza alçakça atılan Ermeni soykırım iftiralarında izliyoruz.
Yaratılan “yeni gerçek” ve “sahte tarih” ile
söylenilenlerin, anlatılanların sorgulanmaması ve kitlelerde ağızdan ya da
klavyeden çıkan sözlerle dalgalanma oluşturmak amaçlanıyor. Toplumun büyük bir
çoğunluğu bu yalanlara inanıyor. Gerçek ötesi söylemlerle insanları
gerçeklerden uzaklaştırmak mümkün oluyor. Bu söylemlerle kandırılmamak için tüm
haberlere eleştirel yaklaşmak gerekir.
Atatürk her konuda olduğu gibi bu konuda da
bizi uyarıyor:
“Birbirimize daima gerçeği söyleyeceğiz.
Felaket ve mutluluk getirsin, iyi ve fena olsun, daima gerçekten
ayrılmayacağız. Arkadaşlar, gerçek kolaylıkla anlaşılır bir şeydir. Fakat
gerçek diye gerçek dışından söz edenler vardır. Çok rica ederim, o gibi
aldatanlara inanmayınız.”
Yaşamı kolaylaştıran
teknoloji, gerçeği çarpıtmada da kullanılıyor. Gelişen teknoloji, her türlü
sahteciliğin daha kolay yapılmasına ve sosyal medya kullanımının artması da
sahte haberlerin hızla yayılmasına ortam sağlıyor. Yapay zeka teknolojileri ile
“gerçek ötesi yeni gerçeklikler” yaratmak kolaylaştı. Örneğin “deepfake”
teknolojisi, yüz fotoğrafı ya da tablodan, yüksek gerçekçiliğe sahip, sahte
videolar üretilmesine olanak sağlıyor. “Deepfake” aynı zamanda videodaki
konuşmayı değiştirip düzenleyebiliyor. Kelime anlamı “derin sahte” olan bu akım,
çok tehlikeli boyutlarda etkiye sahip olabilir.
Geçtiğimiz günlerde
Ülkemizle ilgili bir raporuyla gündeme gelen Rand adlı ABD düşünce kuruluşunun
son raporlarından birinin başlığı “Gerçeğin Bozulması”. Rand bu raporunda,
gerçeklerin ABD kamusal yaşamında azalan rolünü “gerçeğin bozulması” ya da
“gerçeğin çürümesi” olarak tanımlıyor. Tanımını yaptıktan sonra da “gerçeğin
çürümesi”nin nedenleri üzerinde durup, bu durumdan çıkış için çözüm yolları
arıyor.
Bir diğer ünlü ABD düşünce kuruluşu Atlantik Konseyi ise
geçenlerde yayınladığı “İran'a Özgü Sayısal Etkileme Çabaları: 21. Yüzyıl için
Gerilla Yayıncılığı” başlıklı raporunda İran'ı masaya yatırmıştı. 2016
seçimlerine Rusya'nın müdahil olduğunu iddia eden ABD kaynakları, bu sefer de
2020 seçimlerine İran'ın olası müdahalesinden bahsediyor. Bütün bu raporlardan
anlaşılacağı üzere; tarih boyunca önemli olan bilgi ya da enformasyon
savaşları, günümüzde ülkelerin jeopolitik mücadelesinde başat role çıkmış
bulunuyor. Çağımızda konvansiyonel savaşların yerini enformasyon savaşları aldı
dersek abartı olmaz.
“Bilerek veya bilmeyerek yabancı kaynakların etkisine
kapılanlar vardır. Bunlar fikirleriyle, sözleriyle toplumsal bütünlüğümüzü
zayıflatacak çalışma içine girmiş bulunuyorlar. Vatandaşlar, bu gibileri
tanımalı ve onların sözlerindeki gerçek anlamı bulmaya çalışmalıdırlar.”
“Her şeyin yapılmasına çalışırken bütün çalışmanın, bütün
girişimlerin üstünde Türk kamuoyunu gerçeği kavrama ve sezmeye alıştırmak, bu
hali ona doğal hal yapmak, şuradan ve buradan gelecek günlük fikirlere ve
sahtekar ve aldatıcı telkinlere asla önem vermeyecek bir olgunlukta
yaratmaktır.”
Atatürk'ün izinden gidecek, “haber alan hazır olur”
mantığıyla haber almaya, haber vermeye, gerçeğe ulaşmaya, gerçeği kavrama ve
sezmeye ve gerçekleri aktarmaya çalışacağız.
Dicle Eroğul
İLK KURŞUN
9 Mart 2020