Yakın Doğu Araştırmaları Enstitüsü’nde kıdemli uzman olan Soner Çağaptay, Osmanlı'da başlayan, Atatürk ve Erdoğan'la devam eden korkutucu 'devlet baba' yönetiminin bitmesi için ‘fırsat’ yakalandığını yazdı. Sivil toplumculuğa övgüler dizen Çağaptay, 'hararetli bir hesaplaşmanın yaklaştığını' söyledi
Seçim tarihinin dillendirilmesiyle birlikte Batı merkezleri de Türkiye'ye karşı yayınlarda vites yükseltti. Depremi fırsat bilen ABD merkezli Atlantik sisteminin Cumhurbaşkanı Erdoğan üzerinden iktidara ve Türkiye’ye savurduğu tehditler sıklaştı. Türkiye'de iktidar değişikliği üzerine düğmeye basan yayınlara, ABD adına faaliyet yürüten kıdemli Türkiye uzmanı Soner Çağaptay’ın yazısı da eklendi. ABD Dış İlişkiler Konseyi'nin yayın organı Foreign Affairs'te 1 Mart 2023'te yayınlanan makale “Türkiye’nin ve Erdoğan’ın Felaketi, Deprem İktidarının Sonunu Nasıl Getirebilir?” başlığını taşıyor. ABD’nin Türkiye Araştırmaları Programı’nın direktörü olarak görev yapan Soner Çağaptay yazısında “Türkiye’nin 2003’ten beri cumhurbaşkanı olan Recep Tayyip Erdoğan şimdi kariyerinin en önemli sınavıyla karşı karşıya.” diyor.
DEPREMLE İKTİDAR DEĞİŞİKLİĞİ GÖNDERMESİ
1999 yılında meydana gelen depremde yaklaşık 19 bin kişinin ölümü üzerine vatandaşlar ve devlet arasındaki ilişkilerin olumsuz yönde etkilendiğini söyleyen Çağaptay, deprem ve ardından gelen ekonomik krizin derin bir memnuniyetsizliği körüklediğini ifade etti. Erdoğan’ın bu enkazdan iktidara geldiğini dile getiren Çağaptay 6 Şubat depremine işaret etti: “Bu deprem de yaklaşık 25 yıl önceki depremle aynı etkiyi yaratarak kireçlenmiş bir siyasi düzeni yerle bir edebilir. 1999 depremi Erdoğan’ın iktidara gelmesine yardımcı olmuştu. 2023 depremi onun iktidarını sona erdirebilir.”
BABALIK SORUNLARI
Türkiye'de 'devlet baba' yönetim geleneği olduğunu söyleyen Çağaptay “Bu siyasi gelenekte devlet, evlatlarına, yani vatandaşlarına bakan disiplinli bir baba gibidir; sert ve katı kalplidir ama aynı zamanda vatandaşlarına yol gösterir ve onların ihtiyaçlarını karşılar.” ifadelerini seçiyor.
Çağaptay şöyle sürdürüyor: “Türk liderler uzun zamandır halk için neyin iyi olduğunu bildiklerinde ısrar ediyorlar: önce son Osmanlı sultanları; sonra modern Türkiye’nin yirminci yüzyıldaki kurucusu Mustafa Kemal Atatürk ve Kemalistler olarak bilinen halefleri; ve şimdi de Erdoğan. Bu liderler, ülkeyi dikkatli bir şekilde yönetmelerinin halkın itaatini gerektirdiğini açıkça ortaya koymuşlardır.
“Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda Türkiye’yi Müttefik işgalinden kurtaran Atatürk, bu paternalist toplumsal sözleşmenin propagandasını yapmıştır. Hem devleti hem de toplumu kendi laik, milliyetçi imajına göre şekillendirmek için büyük çaba sarf etti. Atatürk, modern Türk Cumhuriyeti’ni somutlaştırmıştır. Dokunaklı bir şekilde, 1934’te ülkenin parlamentosu o zamanlar başparmağının altındaki bir organ ona 'Türklerin babası' anlamına gelen özel Atatürk soyadını veren bir yasa çıkardı. Bugüne kadar hiçbir Türk vatandaşının ülkenin kurucu babasının soyadını taşımasına izin verilmemiştir.
KEMALİST DEVLET 'KORKUNÇ'
“Atatürk’ün vatandaşlarla yaptığı babalık sözleşmesi, 1938’deki ölümünden ve Türkiye’nin 1950’de çok partili demokrasiye geçmesinden sonra da geçerliliğini korumuştur. Hem soldaki hem de sağdaki Kemalist partiler bu yönetim biçimini sürdürdü. Vatandaşların ondan korkmaktan başka seçeneği yoktu. Kemalist devleti temelinden sarsmak için bir doğal afet gerekti. Yıkıcı 1999 depremi İstanbul’un kenar mahallelerindeki sanayi bölgelerini yerle bir etti. Sonrasında yaşananlar Türkiye vatandaşları için oyunun kurallarını değiştirdi. Bu başarısızlık, sert ama etkili bir Kemalist devlet iddiasını paramparça etti. Ertesi yıl yaşanan büyük ekonomik kriz Kemalist Devlet Baba’nın tabutuna son çiviyi çaktı. Türk vatandaşları sadece devlet tarafından terk edilmiş hissetmekle kalmadı, aynı zamanda artık ondan korkmuyordu. Artık Erdoğan için kapılar açıktı.”
Erdoğan'ı 'devlet babanın yeni bir versiyonu', Atatürk gibi baskın bir figür olarak niteleyen Çağaptay, 'Erdoğan’ın siyasi kişiliğinin yaklaşan girdaba dayanamayacağını' ileri sürüyor.
“Erdoğan’ı vatandaşlara bağlayan toplumsal sözleşme baskı altına girecek. Tıpkı 1999 depreminin Kemalist devleti sarsması gibi, Şubat depremi de Erdoğan’ın ve onun uzun süredir geliştirdiği güç ve etkinlik itibarının altını oyuyor.” diyen Çağaptay futbol tribünlerine de atıf yapıyor:
“Birçok vatandaş Erdoğan’ın görevlerinde başarısız olduğu ve bu nedenle artık korkulmaya değer olmadığı sonucuna varacaktır. Başka bir deyişle, Türkler onu devlet babanın mükemmel lideri olarak görmekten ziyade kağıttan bir kaplan olarak görmeye başlayabilir. Daha şimdiden, geçtiğimiz hafta sonu futbol maçlarını izleyen binlerce kişi Erdoğan yönetimini yuhaladı ve istifasını istedi.”
Erdoğan'ın 'yaklaşan öfkeden kaçmak için elinden geleni yapacağını, kendini temize çıkarmak için bireysel ihmal ve suistimalleri vurgulayacağını' söyleyen Çağaptay “Ancak bu eylemlerin hiçbiri onu halkın öfkesinden korumaya yetmeyebilir.” ifadelerini kullandı. Çağaptay buna karşılık Erdoğan'ın korku aşılamaya çalışacağını öne sürdü.
'OTOKRATİK ÖNLEMLER'
Çağaptay, “Deprem ve sonrasında yaşananlar, ülkenin yaklaşan seçimleri öncesinde Erdoğan’ı bir meydan okumayla karşı karşıya bırakıyor.” dedikten sonra seçim sürecine işaret ediyor: “Türk anayasasına göre parlamento ve cumhurbaşkanlığı Erdoğan seçimleri erteleyemeyeceğine ya da ertelemek istemediğine karar verirse, başka otokratik önlemlere başvurabilir. Hükümeti 7 Şubat’ta olağanüstü hal ilan ederek depremden etkilenen on ilde hak ve özgürlükleri askıya aldı. Mayıs ayında süresi dolduğunda olağanüstü hali uzatması muhtemel. Bu durum, Türkiye nüfusunun altıda birini ve en öfkeli ve mağdur vatandaşlarının çoğunu oluşturan depremin vurduğu on ilde seçimlerin ne adil ne de özgür olacağı anlamına gelecek ve Erdoğan’a sandıkta rekabet avantajı sağlayacak.
“Erdoğan, şefkatli ve etkili reis imajını yeniden tesis edemediği sürece, Türkiye’de korkulan ve saygı duyulan bir lider olarak Erdoğan dönemi sona ermiştir. Ülke genelinde öfke ve ıstırap artıyor. Erdoğan’ı sevenler onu biraz daha az seviyor; ondan korkanlar daha da az korkuyor.
UZAKTAN EĞİTİM ÖNLEMMİŞ
“Erdoğan da ya ülkenin anayasasını ihlal ederek seçimleri erteleyecek ya da olağanüstü hal altında adil olmayan bir seçim düzenleyerek iktidara tutunmaya çalışacaktır. Eğer attığı adımlara ya da uyguladığı baskılara tepki olarak protestolar başlar ve ülke geneline yayılırsa, olağanüstü hali tüm ülkeyi kapsayacak şekilde genişletebilir. Belki de halkın tepkisini öngörerek 11 Şubat’ta Türkiye’deki üniversiteleri kapattı ve sekiz milyondan fazla öğrenciyi sanal sınıflara göndererek gençleri olası protesto ve isyan merkezlerinden uzaklaştırdı.”
STK'LAR DAHA FAZLA ÇALIŞTI PROPAGANDASI
“Potansiyel olarak hararetli bir hesaplaşma yaklaşıyor, ancak bir adım geri atıldığında iyimser olmak için nedenler ortaya çıkıyor. Büyük resme bakıldığında, Türkiye geleneksel paternalist yukarıdan aşağıya yönetim modeline ilişkin tarihi bir dönüm noktası yaşıyor olabilir. Ülkenin sivil toplumu depreme müdahalede son derece başarılı oldu, mağdurlara büyük ve hızlı yardımlar sağlarken aynı zamanda hükümet öncülüğündeki kurtarma çabalarına öncülük etti ve hatta onları geride bıraktı. Örneğin, bir Türk rock yıldızı olan Haluk Levent, kar amacı gütmeyen grubu aracılığıyla belki de bazı devlet kurumlarından daha fazlasını yaptı. Bir başka sivil toplum kuruluşu olan Turkish Philanthropy Funds, felaketten sadece birkaç gün sonra kurtarma çalışmaları için 8,5 milyon doların üzerinde bağış topladı. Çoğunlukla Erdoğan dönemindeki ekonomik büyümenin bir eseri olan ülkenin güçlü orta sınıfı, deprem yardım çabalarının sorumluluğunu üstlenirken, devlet ve liderleri de yetişmeye çalışıyor.
'BAŞKA BİR PATERNALİST HÜKÜMET OLMASIN'
“Türkiye’nin orta sınıfının ve sivil toplumunun direnci, tüm bu kasvetin ortasında bir umut ışığı yakılmasını sağlıyor. Türkiye’nin vatandaşları şimdi, çocuklaştırılmadıkları ve siyasi liderlerin kendilerini sadece asi çocukları yola getiren sert babalar olarak görmedikleri daha parlak bir geleceğe dair bir bakış yakaladılar. Bu deprem, başka bir paternalist hükümet üretmek yerine, Türkiye’de devlet ve toplum arasındaki dengesiz ilişkinin yeniden dengelenmesine yardımcı olabilir.”
GOLDMAN SACHS'TAN 'HÜKÜMET DEĞİŞİKLİĞİ' İMASI
ABD merkezli yatırım bankası Goldman Sachs, Türkiye'deki seçimler öncesinde yıllarca döviz rezervlerinin eritilmesi ve diğer maliyetli önlemlerin peşinden döviz piyasasında istikrarsızlık yaşanabileceği uyarısında bulunan bir araştırma raporu yayınladı.
Goldman Sachs'in raporunda, "Mevcut piyasa belirsizliği bizim görüşümüze göre önemli riskler oluşturuyor." vurgusu yapıldı.
Zamanın yetkililerin aleyhine işleyebileceği ifade edilen raporda "Bu nedenle, ara çözümlere ihtiyaç duyulacağına inanıyoruz" ifadeleri kullanılarak tasarruf sahipleri ve şirketlerin yeni bir hükümet altında daha ortodoks ekonomi politikalarına geçişin kısa vadeli döviz piyasası türbülansını körükleyeceğinden endişe etmeleri halinde sorunların tetiklenebileceğine de işaret etti, ancak bunun değerlendirmesinin temelini oluşturmadığı kaydedildi.
Reuters haber ajansının haberine göre Goldman Sachs, Türkiye'nin döviz rezervlerinin son yıllarda hızla azaldığı göz önünde bulundurulduğunda, liranın değer kaybedeceğini vurguladı.
Türkiye'nin rezervlerinin 42 milyar dolar olduğu tahmini yapan Goldman Sachs, daha ortodoks ekonomi politikalarına geri dönüşün uzun vadede Türkiye için faydalı olabileceğini ifade etti.
AYNI GÜN İKİNCİ TEHDİT
Soner Çağaptay’la aynı gün Türkiye’yi tehdit eden başka bir makale de Foreign Policy’de yayınlandı. Ortadoğu Enstitüsü Türkiye Araştırmaları Kurucu Direktörü unvanını kullanan Gönül Tol’un imzasıyla yayınlanan makale “Türkiye'nin Zayıf Diktatörü (Güçlü Adamı)” başlığını taşıyor.
Kurgusunu, Erdoğan'ın depreme verdiği tepkinin yavaş ve koordinasyonsuz olduğu üzerine kuran Tol’un makalesinde şu vurgular ön plana çıkıyor:
“Timothy Frye muhteşem kitabında bize diktatörlerin (güçlü adamların) sandığımız kadar güçlü olmadığını söylüyor...
“Kurumsal erozyonun en çarpıcı örneklerinden biri, Erdoğan'ın generallerin siyasetteki rolünü sınırlama meşru amacının çok ötesine geçerek Türk ordusunu bastırmasıdır…
“İşleri yoluna koyma sözü vererek iktidara gelen Erdoğan, Türkiye'nin en karanlık döneminde bu sözünü yerine getiremedi çünkü tek adam yönetimi yönetişimin temellerini aşındırdı…
“Depremden etkilenen bölgelere yeterince hızlı asker sevk etmediği için eleştirilen Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar bile birliklerinin yardıma hazır olduğunu ancak hiçbir zaman emir almadığını ima etti. On binlerce kurban öldü çünkü Erdoğan ve yakın çevresindekiler kimsenin, özellikle de ordunun, kendi yarattığı kurumu gölgede bırakmasını istemiyordu.
“Erdoğan sonunda tüm bunların bedelini ödeyebilir… “Deprem, Türkiye'nin mevcut ekonomik, sosyal ve siyasi sorunlarını daha da derinleştirerek ülkeyi ve Erdoğan'ın beklentilerini daha da kötü bir duruma soktu.”