MEHMET KIVANÇ / ULUSAL KANAL HABER MÜDÜRÜ

Unutulan gerçek şu: İdlib sözde PKK devletinin Akdeniz’e açılma sahasıydı. PKK bu bölgedeki radikal örgütlere karşı savaştırılacaktı. Böylece örgütün Akdeniz’e bir adım mesafede mevzi kazanması sağlanacaktı. Bu planın yürütücüsü Obama döneminde işbaşında olan eski Savunma Bakanı Mattis, CENTCOM Komutanı Votel, IŞİD’le Mücadele Temsilcisi McGurk’tü. Trump’la birlikte bu ekip tasfiye edildi.

McGurk Türkiye’yi de İdlib’de el Nusra’ya destek vermekle suçluyordu. PKK’yı Akdeniz’e açma stratejisi kapsamında İdlib, hedefteydi. Suriye Ordusu kente hamle yaptığında ise kimyasal saldırı yalanları devreye sokuluyordu.

Bütün bu planlar 15 Temmuz darbe girişi öncesine aittir. Amerikan planı, 15 Temmuz sonrası Suriye’de yaşanan büyük politika değişimiyle bertaraf edildi. Oluşan yeni durum yeni zorlukları da beraberinde getirdi.

15 TEMMUZ'UN YANITI FIRAT KALKANI

Türk Ordusu darbe girişiminden kısa bir süre sonra PKK kuşağının birleşme noktası olan El Bab’a müdahale etti. Bu neşterin adı Fırat Kalkanı’dır. Kalkan, sözde özyönetim kuşağının Afrin’le birleşmesi önlendi. Eğer Fırat Kalkanı yapılmasaydı, örgüt sözde Afrin Kantonu üzerinden İdlib’e sarkacak, PKK güneyden de Hatay ilimize komşu olacaktı. İdlib’deki radikal terör örgütleri tıpkı IŞİD gibi PYD’nin İdlib işgalini meşrulaştırma işlevi görecekti.

ASTANA'NIN TEMELİ: HALEP MUTABAKATI

Fırat Kalkanı’ndan sonra terör kuşağına en büyük darbe Halep’in Suriye Ordusu'nun denetimine girmesidir. Süreç doğrudan ErdoğanPutin liderliğinde yönetildi. Halep’te Türkiye, desteklediği “ılımlı” grupları geri çekti. Suriye Ordusu hızla ilerledi. Türkiye destekli grupların Fırat Kalkanı bölgesine gönderilmesiyle Halep’te, ABD, BAE, Suud destekli gruplar Suriye Ordusu, Rusya ve İran’la baş başa kaldı.

O dönem Erdoğan konuyla ilgili; “Putin’in bir ricası oldu ve El Nusra’yı Halep’ten çıkarmak için bir çalışma içinde olalım diye mutabakatı görüştük” dedi. Devamında Türkiye ve Rusya’nın çabasıyla El Nusra ve IŞİD’le mücadeleyi kapsamayan ateşkes ilan edildi.

Türkiye’nin hamlesiyle ABD, BAE, Suud ekseni Halep’te mağlup edildi. Ankara içinse Halep, darbe sonrası dönemde yeni eksenine yerleştiği dönüm noktası oldu. Böylece 15 Temmuz’dan sonra ABD’ye Suriye’deki ikinci büyük darbe vuruldu.

Halep Mutabakatı, “Astana ruhu”nun çekirdeğini oluşturdu. Sahadaki askeri dengeyi kökünden değiştiren bu iki dramatik değişim 15 Temmuz ile 2016 Aralık ayını kapsayan dönemde yaşandı. Artık Türkiye resmen saf değiştirmiş, Suriye sorununa çözümde başta Rusya olmak üzere bölge ülkeleriyle işbirliğine yönelmişti. Türkiye için artık birinci hedef Esad’ı devirmek değil, PKK devletçiğinin genişlemesini durdurmak ve uygun an geldiğinde bu yapıyı yok etmekti.

ŞAM İÇİN TAARRUZUN BAŞLANGICI

Farklı bir yaklaşım Rusya’da da gelişti. O dönem Moskava El Nusra konusunda Obama yönetimine baskı yapmış fakat bir sonuç alamamıştı. Washington Rusya’nın “El Nusra ile işbirliği” suçlamalarına kulaklarını tıkamıştı. Obama yönetiminde Suriye terör örgütleri eliyle bölünüyordu. Ankara ile diyalog halinde Halep’in kurtarılması ise Moskova’ya Türkiye’nin önemini kavrattı. Halep zaferiyle birlikte Suriye Ordusu ise temel bir strateji değişikliğine gitti. Artık Suriye Ordusu savunma değil saldırı pozisyonuna geçmişti. İşte bu koşullar altında 2017 yılında Astana Süreci'nin temelleri atıldı.

CENEVRE OYUN DIŞI ASTANA OYUN KURUCU

Ocak 2017 Suriye krizinde yeni bir şafağın başlangıcıydı. İlk Astana toplantısı 23 Ocak’ta Kazakistan’da toplandı. Cenevre’deki sonuçsuz görüşmelerin yerini bölge devletlerinin ağırlığı ve sorun çözme kapasitesini açığa çıkartan Astana görüşmeleri aldı. Bu süreçte Rusya ve İran Türkiye’nin PKK hassasiyetine duyarlı olmaya başladı.

15 Temmuz sonrasında Türkiye’nin koridoru dağıtma hedefiyle müdahalesi Suriye’deki dengeleri kökünden değiştirmişti. Türkiye kantonların birleşme noktasını IŞİD’ten temizlemiş, Suriye ise ülkenin ikinci büyük kentini ekonominin başkenti Halep’i kurtarmıştı.

ASTANA'NIN STRATEJİK HEDEFİ: SURİYE'NİN BÜTÜNLÜĞÜ

Türkiye, Rusya ve İran bu hedefin altına imza attı. Mayıs 2017’de kurulan “çatışmasızlık bölgeleri” bu sürecin en önemli kazanımı oldu. “Çatışmasızlık bölgeleri” dört büyük sahada uygulamaya konuldu. Bu alanlar dikey eksende Halep’ten Ürdün sınırına kadar olan “verimli Suriye”yi kapsıyordu. Bu alanlarda bir istisna tanımlanmıştı. El Nusra ve IŞİD’le mücadele devam edecek bunun dışında kalan gruplar Astana masasında kademeli olarak siyasi sürece katılacaktı. İşte bu dört çatışmasızlık bölgesinden üçü iki yıl içerisinde tamamen Suriye Ordusu'nun denetimine girdi. Silahlı gruplara yönelik geniş af paketleri çıkartıldı. Radikal eylemlerinde ısrarcı olan gruplar ya sahada ezildi. Ya da anlaşmalı olarak İdlib’e gönderildi. Suriye’de savaşın ağır yükü “sonra çözülmek üzere” İdlib dolabına kaldırıldı. İdlib düğümü sonraya içinde bulunduğumuz şimdiki zamana bırakıldı. Suriye Ordusu bu anlaşmalar sayesinde daha düşük bir askeri maliyetle ülke bütünlüğünü sağlama yoluna girdi.

TÜRKİYE KUZEYDEN SURİYE GÜNEYDEN

Astana ortaklarının eylemleriyle eş zamanlı olarak ABD PKK’ya açıktan TIR'larla silah desteğini artırdı. Suriye Ordusu, Astana’nın açtığı yolda Şam, Humus, Halep, Dera gibi büyük kentlerdeki silahlı grupları tasfiye derken ABD Fırat’ın doğusunu PKK/PYD ile birlikte işgal etti.

Türkiye’nin kuzeyden terör koridorunu dağıtmak için yaptığı her hamle adım adım Şam’ın kontrol sahasını genişletmesi sonucunu doğurdu. Fırat Kalkanı sonrasında Halep kurtarıldı. Koridora ikinci kritik müdahale Afrin’e yönelik Zeytin Dalı Harekatı’ydı. Bu operasyonla eş anlı olarak Şam’ın bağrına saplı olan hançer çıkarıldı; Doğu Guta terörden temizlendi. Doğu Guta’nın Suriye Ordusu denetimine girmesi sürecinde Ankara aktif rol aldı. Süreç Moskova ve Tahran’la birlikte yönetildi. Türkiye ve Suriye istihbarat örgütleri arasında gizli temaslar bu süreçte yoğunlaştı. Türkiye’nin hedefi artık Şam’ın yedi kapısından içeri girmek değil, terör koridorunu dağıtmaktı. Sürece neşteri atan, darbeyi kendi içinde bastıran Türk Ordusu, koridora vurduğu her darbeyle de Suriye’deki parçalı yapıyı da birleştiriyordu.  

SURİYE'DE STRATEJİK HEDEF İDLİB DEĞİL

Türkiye’nin ve Suriye’nin birliğini tehdit eden esas beka sorunu, çekirdeği Fırat’ın doğusunda bulunan terör yapılanmasıdır. 15 Temmuz sonrası süreçte Türkiye adım adım buradaki tehdide yoğunlaştı. Büyük kentlerindeki terör belasını def eden Suriye ordusu da Fırat nehrine ulaştıktan sonra esas sorunla yüzleşti. Suriye ve müttefiklerinin Fırat’ın doğusuna ilerleme yönündeki hamleleri ABD’nin ateş gücünü kullanmasıyla bastırıldı.

Ülkenin petrol sahaları, su kaynakları, verimli tarım arazileri ABD desteğindeki PKK işgali altındaydı. Fırat’ın doğusu ABD için geçilmemesi gereken kırmızı çizgiydi. Bu çizgi Barış Pınarı ile aşılacaktı. Bu alandaki tehdit aynı zamanda Ankara Şam köprüsünün tamir edilmesi için de zemin teşkil ediyordu.

Bugün İdlib’de Türkiye Suriye çatışmasını teşvik edenler birincil hedefi gölgelemeye çalışmaktadır.

Temel hedef ABD’nin 30 bin TIR silah verdiği örgütü bu bölgeden bütünüyle söküp atmaktır. Fırat Kalkanı ve Afrin operasyonları bu yolu döşeyen hazırlık hamleleriydi. Türkiye nihayet Barış Pınarı süreciyle Amerikan askeri varlığının da baskı altına aldı. Fakat Barış Pınarı yarım kaldı. Kesin zafer için gereken olanaklar değerlendirilmedi. Altın değerindeki hamle yapılmadı. Suriye devletiyle doğrudan açık diplomatik temas başlatılsaydı terör örgütünün manevra sahası kalmayacaktı. AnkaraŞam arasındaki fay hattına yerleşen örgütü temelden yıkacak olan hamle Suriye’nin meşru yönetimiyle el sıkışmaktır.

İDLİB'DEN FIRAT'IN DOĞUSUNA

İdlib operasyonunu endişeyle izleyen PKK/PYD buradan sonra sıranın kendisine geleceğini biliyor. Şam’la İdlib anlaşması PKK’nın kökünü kurutur. İran’la çatışma hattına giren ABD de durumun farkında. İdlib operasyonu bittikten sonra Suriye’deki tek ve son tartışma Amerikan askeri varlığı olacak. Suriye ordusu ve müttefikleri İdlib’teki bütün güçlerini Fırat’ın doğusunu denetim altına almak için harekete geçirecek. İran Dini Lideri Hamaney’in Temcilcisi Ali Ekber Velayeti, Suriye’nin İdlib’i terörden temizledikten sonra Fırat’ın doğusuna yöneleceğini söyledi. Velayeti’den bir gün önce ise ABD Suriye Temsilcisi Jeffrey, “Türkiye’nin İdlib’de önemli sayıda askerleri var. Türk askerleri bizim NATO müttefikimiz. Onların başına bir şey gelmeyeceğinden emin olmak istiyoruz” dedi.

Fırat’ın doğusunda bölge ülkelerinin stratejik birliğinin önündeki en önemli engel İdlib sorunu. Bölge ülkeleriyle izlenecek çatışmacı çizginin ABD ve PKK’ya nefes aldıracağı ortadadır. Rusya, İran ve Suriye de Türkiye’nin desteği olmadan Suriye’deki Amerikan varlığıyla baş edemeyeceğini anlamalıdır. Burada “Astana’nın fişini çekmek” isteyen ABD’ye fırsat verilmemelidir. Erdoğan’ın Afrika dönüşü yaptığı açıklamada yer alan;”Astana’yı yeniden ayağa kaldırmak ve yeniden ayağa kalkışı ile birlikte Türkiye, Rusya, İran ne yapabilir, bakmak lazım” cümlesinin altını çizmek gerekiyor. Bölge ülkeleri için geçerli olan basit parola; “ya hep beraber ya hiç birimiz”dir.

Şam’la el sıkıştığınız durumda Libya’nın meşru hükümetiyle yaptığımız işbirliği Rusya, İran ve Suriye nezninde itibar kazanacaktır. Suriye’deki Astana süreci İdlib sorunun çözümü yönünde yeniden işletildiği zaman, bölgesel güç birliğinin Doğu Akdeniz’e taşınması kaçınılmazdır.

Gecikmenin maliyetini Türk ordusu omuzlamaktadır. İdlib’teki radikal örgüt havuzunu Suriye’nin temizlemesine yol verip, sıranın Fırat’ın doğusuna gelmesi teşvik edilmelidir. Bu konuda Türkiye’nin göç konusundaki endişeleri son derece haklıdır. Kaygıları gidermek için içinse aracılarla konuşma döneminden Şam’la doğrudan diplomasi dönemine geçilmelidir. Bu yapıldığı takdirde Fırat’ın doğusu için bölge ülkeleriyle daha tutarlı bir müdahale modeli geliştirmenin yolu açılacaktır. Barzani’nin bağımsızlık referandumu girişiminin engellenmesi bu açıdan önemli bir deneydir.


Aydınlık