Nâzım Hikmet, 1936’da Orhan Selim mahlasıyla yayımlanan bir yazısında La Fontaine’in ünlü masalına sosyalist bir yorum getirir ve masalda örnek gösterilip yüceltilen Karınca’yla değil tembellikle suçlanan Ağustosböceğiyle aynı safta olduğunu belirtir. Nâzım’a göre bencil Karınca tiksinti vericidir, açıkça “iğreniyorum” der. Sanatçı ruhlu Ağustosböceği içinse şunları söyler:
“Ağustosböceği bütün bir yaz sıcak, sarı kırları sevinçli türküsüyle doldurur. Kırlarda çalışanlar, onun aydınlık sesinden tat duyarlar. Ağustosböceği şarkısını söylemek için soluk tüketir; yalnız kendisi için, bütün bir kendini dinleyenler için. O, başkaları için türkü söylemeye öyle alışmıştır ki kendini düşünmez.”
Büyük şairimiz Ağustosböceğine ise yalnızca tek bir nedenle, “Gidip karıncanın kapısını çalacak kadar budalalaştığı ve sonunda yüreğinin gücünü kaybettiği için” kızdığını söyler.
KİMSENİN KAPISINI ÇALMADAN
Ferhan Şensoy gibi sanatçılar, La Fontaine’nin değil Nâzım Hikmet’in yorumladığı biçimiyle Ağustosböceğine benzer. Kırları şehirleri dünyayı sevinçli türküleriyle doldururlar, onları dinleyenler aydınlık seslerinden tat duyarlar, soluklarını şarkı söylemek için tüketirler, başkaları için türkü söylerler, kendilerini değil başkalarını düşünürler. Rıfat Ilgaz da böyle bir sanatçıdır, Fikret Otyam da, Erkan Yücel de, Balaban da, Fikret Kızılok da… Üstelik, sonunda da gidip kimsenin kapısını çalmamış, onurlarıyla yaşamış, onurlarıyla ölmüş, arkalarında onurlu adlar bırakmışlardır.
Ölümünün ardından milyonlarca insan Ferhan Şensoy’u sevgiyle andı, tüm Türkiye son görevini büyük bir saygıyla yerine getirdi. Taraf yazarı FETÖ'cü bir müptezelin ya da sefil bir bölücünün yazdıkları da şaşırtıcı değildi, onlar da görevlerini yaptılar.
Kimilerinin görevi ise Ferhan Şensoy’un Türkiye’de değil de örneğin Fransa’da yaşasaydı çok daha büyük, çok daha zengin, “evrensel” bir tiyatrocu ve yazar olabileceğini söylemekti. Onlara göre Ferhan Şensoy’un büyük hatası La Fontaine’nin Karınca’sı gibi olmamasıydı. Hadi öyle olmadı, bari gidip sonunda Karınca’nın kapısını çalıp birkaç kırıntı dilenseydi diye geçirdiler içlerinden.
'NE YANİ LAN BU AMERİKA?'
Oysa Ferhan Şensoy, tüm sanat yaşamı boyunca La Fontaine’e değil Nâzım Hikmet’e kulak verdiği için, Ağustosböceği gibi başkaları için çalıp söylediği yazdığı oynadığı için Ferhan Şensoy olmuştu.
“Peki ne yani lan bu Amerika? Eskiden ne? Özünde ne? Toprak için, altın için, at için, para için, erken tabanca çekenin öbürünü öldürdüğü bir komen dünyası! Ne değişmiş o zamandan bu yana? Silahlarını zulaya almışlar, on dolar için adam öldürmeyi sürdürüyorlar, daha çok dolar için, daha çok çıkar için, dünyanın herhangi bir yerinde binlerce insanı öldürmekten çekinmiyorlar” diye yazarken de “Şahları da Vururlar” oyununda kara çarşafa bürünüp, ABD’yi İran’dan kovanları değil ABD’yi protesto ederken de aynı Ağustosböceğiydi Ferhan Şensoy.
Süpermarkete karşı bakkalın sanatını yapmak neyse, ABD emperyalizmine, Şah zulmüne karşı devrim yapan İran halkını savunmak, Türk tiyatro tarihinin en unutulmaz, en eğlenceli oyunlarından biri olan “Şahları da Vururlar” sahnelemek de oydu Şensoy için, Ergenekon kumpası boyunca Aydınlık’ta köşe yazarı olmak da…
Budalalaşmış vaziyette avuç açıp Batı’dan fon dilenenlerin, Fethullah’a ya da Şeyh Sait’in heykeline secde edenlerin, ABD’nin petrol bekçilerinin bunu anlamasına imkân yok. Ama ne çıkar siz Nâzım Hikmet’i, Ferhan Şensoy’u, bizi anlamasanız da… Hiçbir şey!
Tunca Arslan
Aydınlık