Milletin çağdaş tanımı içinde yer bulan bir kavram "duygu birliğidir." Birlikte yaşayan insanların, az çok ortaklaşmış bir geçmiş ve ortak bir gelecek hayaline sahip olmaları onları bir duygu birliğine götürür. Aslında "millet olmak, temelde bu duygu birliğinden başka bir şey değildir" desek çok da abartmış olmayız.

FELAKET VE MİLLET

Büyük felaket anları, insani duyguların da son raddeye ulaştığı zamanlardır. Korku, endişe, merhamet, öfke, üzüntü vb. insana mahsus her duygu, en uç şekilde kendini gösterebilir. Felakete uğrayanları kendileri ile kardeş görenler, bir dayanışma arzusu ile bir araya gelirler. O kritik anda insanları kenetleyen şey, kendilerini aynı toprağın ve aynı geleceğin çocuğu saymaları, bir millet olma duygusundan nasiplerini almış olmalarıdır.

Mensup olduğumuz Türk milleti, bu konuda eşine az rastlanır bir örnektir. Son üç yüz yıl içinde pek feci felaketlere maruz kalmış, hepsinden de insanlığın yüz akı bir sicil ile çıkmıştır. Belki gidenleri geri getirmek mümkün olmamıştır ama, yaşadığımız her felaketin ardından ağzımızda millet olmanın, kardeş olmanın, bir kuru ekmeğe paydaş olmanın tadı kalmıştır. Hele Cumhuriyet tarihimiz, milletimiz dışındaki mazlumların da yardımına koştuğumuz sayısız örnekle doludur. Bileğimizi bükülmez, yüreğimizi yıkılmaz yapan, bu yüksek insani karakterden başka bir şey değildir.

Yüksek insani karakter demişken, alçaklıktan da söz etmek gerekiyor. Merzifonluların güzel bir sözü var "Dost kazanmaya bak, düşmanı anan da doğurur" derler. İhanet, insan soyunun eski mesleğidir, her milletin içinden hainler çıkar. Ancak, büyük milletlerin, hainleri de bol olur. Bir millet nasıl geleceğine dair olumlu duygular etrafında kenetleniyorsa, hainler de ihanetin çevresinde toplanırlar. Beslendikleri kötülüğün tadı onları bir arada tutar, her zaman örgütlüdürler. Ve tıpkı en yüce duygular gibi, en alçakça hisler de yine böyle felaket anlarında ortaya çıkar. Devletin yanlış işlerini eleştiriyor gibi görünen aklı selim bir muhalif, bir yazar, bir televizyoncu, tiyatrocu vs. bir anda ölü bekleyen leşçil bir çıyana, zayıf anınızda dişlerini çıkaran bir vampire dönüşür.

BİR FELAKET İKİ İNSAN

Elazığ depremi vesilesi ile iki insan tipini de gördük. Bir yanda Emine Kuştepe’nin dirayetinde simgeleşen kahramanlar, diğer yanda insanlıktan nasiplerini yitirmiş ölüm tellalları. Bir yanda ‘ne yapabilirim’ kaygısı ile kıvranan milyonlarca ‘sıradan’ insan, diğer yanda "ne tür kirli bir laf etsem de dikkati üzerime çeksem" diyen sözde aydınlar, şöhret sahibi sosyal medya cazgırları.

Bu ikinci grubun muhaliflerden ve özellikle de sol mahalle içinden çıkıyor olması ibretliktir. Hatırlayın, Gölcük depreminden sonra İslamcıların bir eyleminde densiz bir provokatör tarafından "7,2 yetmedi mi" şeklinde bir pankart açılmıştı. İşte bugün benzer bir çirkinliği solcu olduğunu söyleyen bazı insanlarda görüyoruz. O gün o sözü edenlere nasıl tepki gösterdiysek bugün bizi bölmeye çalışan bu sözde aydınlara da öyle tepki göstermemiz gerekir. Depremin üzerinden daha bir dakika geçmemişken, insanlar can pazarındayken aklına ilk gelen şey "Tivit atmak" olan bir insandan ne ülkeye ne dünyaya zerre hayır gelmez. Korkunç bir felaketin tam ortasında "hükümete çakmayı" düşünen kimse, ruhen ve fikren çöptür, insanlığın safrasıdır.

FELAKETTEN BİZE KALAN

Bunun için biz, çoğunluğa, ‘kendimiz gibi olanlara’ bakacağız. Yitirdiğimiz kardeşlerimizin hatırasına hürmeten, bizde kalan insanlık öykülerine sahip çıkacağız. Muhtaçlara koşan askerimize, polisimize, UMKE ekiplerine, AFAD görevlilerine, Kızılay çalışanlarına, felaketin hemen ertesinde tüm yönetim kadrosu ile orada olan TGB’ye, acil yardım hatları kuran Ülkü Ocaklarına, Osmanlı Ocaklarına bakacağız. En önemlisi, Emine Kuştepe gibi, görevini en iyi şekilde yapan gerçek kahramanlarımıza bakacağız. Milletimizin bağrından böyle evlatlar çıktığı için gurur duyacağız. Yaralarımızı, bu en acı günün bize hatırlattığı en güzel duygu ile, millet olma duygusu ile saracağız.


Aydınlık