Santander şehri, İspanya’nın kuzeyinde, Biscay Körfezi’ne açılan bir koyda yer alır. Bu küçük kentin görülmeye değer yerlerinden biri de koyun en uç noktasında yer alan La Magdalena Sarayı’dır.
Yağmurlu bir günde buraya gittiğimde, geniş bir çayırlığın ortasında yükselen kırmızı bir kütle dikkatimi çekmişti. Yaklaştığımda, bunun en azından yedisekiz metre yüksekliğinde metalden bir anıt olduğunu gördüm.
TERÖRE KARŞI BİR ANIT
Bu devasa paslı gövdenin, yeşil çimenlerin üzerinde masif ve keskin bir duruşu var. Anıtın yanına geldiğinizde, çelik bir duvar üzerinde kendi boyutunuzda açılmış deliklerden geçmeye çalışmak, ya da hiç değilse deliğin içinden öte yandaki ışığı görmek, tam boğulacağınızı hissettiğiniz bir anda havaya kavuşmak gibi sarsıcı bir özgürlük hissi veriyor. Ancak, bu his, hiçbir zaman bir rahatlamaya yol açmıyor. Gölgeler ve kıvrımlarla dimdik duran bu yapının çevresinde attığınız her tur sizi yeniden o boğulma hissine götürüyor.
Bu, İspanyol heykeltıraş Agustin Ibarrola’nın başarısıdır. Çünkü 2005 tarihli bu heykel, ETA terörünün kurbanlarına adanmıştır. İnsan gövdesi şeklinde açılmış kesikler, yaşamdan zorla koparılmış terör kurbanlarını simgelemektedir.
Kendi halindeki bu taşra kentinde terör kurbanları için bir anıt yapılmış olması beni şaşırtmıştı. Daha sonra, İspanya’nın pek çok başka kentinde de benzer anıtların bulunduğunu öğrendim. Bu anıtlar, aynı zamanda İspanya’nın terör karşısındaki tavizsiz tutumunun bir göstergesi olarak da yükseliyorlardı. Ancak İspanyolların terör karşısında böylesi bir ortak şuura kavuşması hiç de kolay olmamıştı.
İSPANYA’NIN
SİVİL MÜCADELESİ
Kırk yıldan uzun süren terör döneminde, İspanya’da da tıpkı bizdeki gibi teröre destek olan sivil unsurlar, terör karşısında ikirciksiz tutum almaktan çekinen aydınlar, ona mazeretler üreten gazeteciler oldu. Tıpkı bizdeki PKK gibi, ETA’nın da hep bir sivil ayağı ve o sivil ayağı meşru gören yabancı dostları vardı.
Özellikle doksanlı yılların ortalarına kadar terör kurbanları, seslerini duyurmak konusunda çok ciddi güçlüklerle karşılaştılar. Çünkü siyasetçiler oy hesabı yaparak, aydınlar ve gazeteciler ise yurtdışından gelecek şöhret ve itibarı düşünerek teröre karşı açık bir tavır almaktan geri duruyorlardı.
Doksanlı yıllarda devlet, teröre karşı kararlı bir mücadeleye girişti, ETA’ya ciddi darbeler indirildi. Ancak örgütün sivil alandaki gücü devam ediyor, terörün kurbanı olan İspanyol ulusu, sesini duyuramıyordu. Özellikle ETA’nın güçlü olduğu bölgelerde halk arasında korku egemendi. Kimseler ETA’nın sivil parçası Batasuna’ya bir laf edemiyordu. Batasuna, tıpkı bizim HDP gibi, Bask kentlerinde mafya yöntemleri ile egemenliğini devam ettiriyordu.
Ne oldu ise Temmuz 1997’de, ETA’nın Ermua kasabasında bir genci kaçırması ile oldu. 29 yaşındaki belediye çalışanı Miguel Angel Blanco, iki gün sonra teröristler tarafından infaz edildi. O güne dek ETA’nın eylemleri karşısında korkudan sesini çıkaramayan halk, bu defa farklı bir şey yaptı. Blanco’nun kaçırıldığı duyulur duyulmaz binlerce insan sokaklara döküldü, terörü lanetledi.
Blanco’nun infazı ise terörün halk düşmanı yüzünü ilk kez bu kadar dramatik bir şekilde ortaya koydu. Blanco’nun cenaze töreni (soyadının İspanyolcada “beyaz” anlamına gelmesine nazire olarak) “beyaz eller” adı altında teröre karşı bir kampanyaya dönüştü. Halk, İspanyol aydınlarının ellerine bulaşan kanı yıkamasını istiyordu.
EN SON AYDINLAR
UYANIR
Sivil ayağı darbe alan ETA, yıllar içinde küçülmek zorunda kaldı. Sonunda İspanya’yı terör karşısında tek yürek olarak birleştiren öykü işte böyle başlamıştı. Önce devlet terörle mücadeleyi yükseltip korkunun önüne geçmiş, sonra korku belasından kurtulan halk teröre karşı ayağa kalkmıştı.
Bugün Diyarbakır’da yaşanan da budur. Devletin terör örgütünü dize getirmesi halkın HDP’nin ördüğü korku duvarını yıkmasını sağladı. Anaların eylemi ile şehirlerimiz de ayağa kalktı. İspanya’da da aydınlar en geç uyananlar olmuştu, anlaşılan o ki bizde de öyle olacaktır.
Gaffar Yakınca
Aydınlık