18.yüzyıl Sanayi Devrimi’yle beraber egemen kuvvet haline gelen Atlantik’in dünya ölçeğinde güç kaybettiği, buna paralel olarak başta Asya merkezli olmak üzere farklı güç odaklarının askeri, ekonomik ve kültürel olarak yükselişe geçtiği bir süreçten geçiyoruz.
Emperyalizm temelde iki farklı yol kullanarak söz konusu değişimi engellemeye ya da en azından yavaşlatmaya çalışıyor;
1 Açık veya dolaylı askeri yöntemler ( Irak, Afganistan, Suriye, Libya vb.)
2 Hedef aldığı ülkede, var olan siyasi/ekonomik/sosyal çelişkileri kullanarak iç karışıklıklar çıkartmak suretiyle söz konusu ülkeyi zayıflatma/parçalama veya kendine yakın bir iktidar getirme stratejisi (Yugoslavya, Ukrayna, Gürcistan, Kırgızistan vb.)
Yakın dönemde Atlantik’in müdahalelerini incelediğimizde, iç cephede kuvvetli olan ülkelere karşı askeri yöntemlere başvurmaya cesaret edemediklerini, dolayısıyla emperyalizmle mücadelede ilk şartın kuvvetli bir iç cephe teşkil etmek olduğunu tespit ediyoruz.
EMPERYALİZMİN İÇ CEPHEYE MÜDAHALELERİNE ÖNLEYİCİ DOKTRİN
1991’de Yugoslavya’nın parçalanmasıyla başlayan süreçten bugüne, emperyalizm tarafından hedef alınan iktidarlar, ülkelerinde var olan çelişkilere çözüm bulamamanın yanı sıra kutuplaştırmayı derinleştiren ve emperyalizmin ekmeğine yağ süren yanlış siyasetler nedeniyle mağlup oldular.
Fakat bugün Rusya, İran ve Arjantin’de iktidarların içeride izlediği siyasetler, geçmişteki yanlışlardan ders çıkarıldığını ve emperyalizmin iç cepheye yönelik müdahalelerine veya halkın taleplerini manipüle etmesine karşıadeta yeni bir önleyici doktrin geliştirildiğini gösteriyor.
Örneklerle ilerleyelim;
PUTİN’İN HALK OYLAMASI
Mayıs ayı başında Rusya’nın Yekaterinburg şehrinde, kent merkezinde yer alan bir parka yapılması planlanan kilise inşaatına karşı, şehirde protestolar patlak verdi.
Atlantik basını, kitlesel katılımın yaşanmadığı gösterilerin, tabiri caizse üzerine atladı. BBC, Özgür Avrupa Radyosu, New York Times başta olmak üzere gazete ve televizyonlar, gösterilerde yaşananları an be an takip etti.
Ülkesinin iç işlerine yönelik hamleyi gören Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, gösteriler birinci haftayı tamamlamadan soruna müdahil oldu ve şu açıklamayı yaptı: “İnsanlar karşı ise fikirlerine saygı duyulmalı (...) Herkesin kendi görüşüne sahip olma hakkı var. Eğer protestolarda Moskova’dan gürültü çıkarmak amaçlı gelen eylemciler değil, gerçekten yerel halk varsa, elbette onlar dikkate alınmalı. Kilise halkı bölmemeli, birleştirmeli. Bunun için kolay bir yol var, kamuoyu yoklaması. Azınlık da çoğunluk karşısında durumu kabullenmeli, demokrasinin prensibi budur. Ancak bu arada azınlığın fikirleri ve çıkarları da göz önünde bulundurulmalı.”
Putin’in açıklaması sonrası kilise inşaatı durduruldu ve sonrasında yapılan halk oylamasından kilisenin başka bir yere inşa edilmesi sonucu çıktı. Yekaterinburg Valisi Yevgeniy Kyuvaşev sonucu “Bu veriler yer seçiminde hata yapıldığını, vatandaşların düşüncelerinin tam anlamıyla dikkate alınmadığını gösterdi” ifadeleriyle kabul etti.
Ve Rusya’da iktidar, halkın taleplerine saygı göstererek ve yönetime katarak, iç siyasette yaşadığı bir sorunun Atlantik tarafından kullanılarak büyütülmesinin önüne geçti.
RUHANİ: İNSANLARIN KENDİLERİNİ İFADE ETME HAKKI VARDIR
2018 yılı başlarında, İran’da muhafazakârların kalesi olarak bilinen Meşhed’de hayat pahalılığı ve işsizliğe karşı başlayan gösteriler, Tahran başta olmak üzere ülkenin diğer şehirlerine yayıldı. Gösteriler esnasında şiddet olayları ve can kayıpları yaşandı.
ABD Başkanı Donald Trump başta olmak üzere Batılı ülkelerden, protestolara destek açıklamaları geldi. Süreç içerisinde, gösterilerin iktidarı hedef alması üzerine, İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani devlet televizyonunda yaptığı açıklamada şu ifadeleri kullandı: “Biz özgür bir ülkeyiz. Bu yüzden insanların kendilerini ifade etme hakkı vardır (...) Protestocuların hepsi yabancı unsurlar tarafından yönlendirilmiyor; içlerinden bir kısmı, problemlerinden ötürü sokağa çıkan insanlar. Son eylemler bir tehdit gibi görünüyor, ancak aslında problemin ne olduğunu göstermesi açısından bir fırsat olarak görülmeli”.
Ruhani’nin açıklaması ile gösteriler zayıfladı. Uzun süreden beri ABD ambargosuna karşı mücadele eden İran halkı da, gösterilerin emperyalist kuvvetler tarafından yönlendirilmesine izin vermedi.
ARJANTİN’DE MİLLİ HÜKÜMET
Geçtiğimiz hafta Aydınlık Gazetesi’nde yayımlanan, Özgür Uyanık imzalı “Cristina, Milli Hükümet formülüyle dönüyor” başlıklı haber/değerlendirmede, Arjantin’de ekim ayında düzenlenmesi planlanan Devlet Başkanlığı seçimlerini kazanması beklenen Cristina Krichner’in adaylıktan şaşırtıcı bir biçimde çekildiği ve düşük oy oranı alması beklenen diğer adayı desteklediği bilgisi yer aldı.
Uyanık, Krichner’in çekilme kararı altında Venezüella, Brezilya ve Peru’daki ABD müdahalelerinin bir benzerinin ülkede yaşanmaması için, “ABD’ci cephenin saldırılarını yumuşatma” amacıyla sanayici ve emekçilerin taleplerini dikkate alan “geniş bir cephe” siyaseti yattığı değerlendirmesinde bulunuyor.
Krichner’in siyasi hamlesi, ABD müdahalesi gelmeden iç cephenin nasıl kuvvetlendirilebileceği konusunda önümüzde duran bir başka örnek.
TÜRKİYE’DE İÇ CEPHE NASIL KUVVETLENDİRİLİR?
Türkiye’nin işbirliğine yöneldiği Batı Asya ve Latin Amerika ülkeleri emperyalizmin iç cepheyi bölücü hamlelerine karşı, geçmişteki yanlışlardan ders çıkartarak, halkın taleplerine saygı duyan, toplumu kutuplaştırmaktan kaçınan, en geniş cepheyi kurmaya yönelik, önleyici bir siyasi doktrin uygulama başladı.
Doğu Akdeniz, Suriye ve Batı Asya’da, ABD emperyalizmi tarafından kuşatılmak istenen Türkiye’de ise iktidar, İstanbul seçimlerini hukuksuz bir biçimde iptal ederek, yangına benzin dökmüş ve toplumdaki kutuplaştırmayı derinleştirmiştir.
Seçim öncesinde kullanılan ayrıştırıcı söylem ise, iptal kararı sonrası “hırsızlar”, “çaldılar” gibi ifadelerle daha da sertleştirilmektedir.
Diğer yandan ülkemizde, ekonomik kriz gün be gün ağırlaşıyor ve geçtiğimiz hafta yazımızda da belirttiğimiz üzere, ABD/AB bloğu, bu duruma karşı olası tepkileri yönlendirme yolunda fırsat kolluyor.
Türkiye, içine düştüğü siyasi ve ekonomik açmazdan, iktidarın bugüne değin izlediği toplumu bölen siyasetlerle değil, halkın haklı taleplerine saygı duyan ve farklı kesimleri bir araya getirmeyi başaran siyasi bir programla çıkabilir.
Aksi yönde siyasetler, ülkemizi emperyalizmin müdahalelerine açık hale getirecektir.
Onur Sinan Güzaltan
Aydınlık