Keşke kadın hakları için birazcık duyarlı olaydınız.
O zaman gözlerinizi açar gerçekleri görürdünüz.
Bugün Türkiye'nin konumunu doğru saptardınız.
Tıpkı daha 1921'de Mustafa Kemal'in yaptığı gibi.
Azerbaycan büyükelçiliğinin açılışında Türk bayrağını göndere çekerken eliyle haritayı gösteriyor.
Haritadan çok güzel görüldüğü gibi Anadolu bütün Asya'nın, bütün Mazlumlar Dünyası'nın Zulüm Dünyası'na doğru ileriye sürdüğü bir durumda bulunmaktadır. O nedenle Anadolu bütün zulümlere, hücumlara, saldırılara maruz bulunuyor. Anadolu yıkılmak, çiğnenmek, parçalanmak isteniyor. Ancak bu hücumlar Anadolu'yla sınırlı ve kısıtlı değildir. Genel hedefi bütün Doğu'dur. Anadolu bu müdafaasıyla yalnız kendi hayatına ait vazifeyi yapmıyor, bütün Doğu'ya yönelik hücumlara bir set çekiyor. (Hâkimiyeti Milliye, 20 Kasım 1921, Numara:357, s.1; ATABE, c.12, s.50.)
DÜNYA İKİ SINIFA AYRILIR
Türkiye'nin bugün de emperyalizme karşı mücadelede koçbaşı görevi sürmektedir.
İlginç olan dost ve düşmanları da, sorumlulukları da buna göre benzer biçimde belirlenmektedir.
O zaman da
“Neticede dünya iki zümreye ayrılmaktadır. Birisi Doğu; ki kendi mevcudiyetini, insanlığını, bağımsızlığını idrak etmiştir; bu şuurla el ele vermiştir.”
Elbette, o zaman da bu zaman da Doğu'nun içinde bu şuura sahip olmayan el ele vermeyenler bulunmuştur, bulunacaktır.
“İkinci zümre” de Atatürk tarafından son derece tanıdık biçimde tanımlanmıştır. Çünkü “maddeyi anlamaya”, bilimsel gerçeğe dayanmaktadır.
İkinci zümre “istilacı, mütecaviz ve saldırgan devletlerdir. Yerküreyi kendilerinin malikânesi kabul etmektedirler, insanlığı kendi hırslarını tatmin için çalışmaya mahkûm esirler saymaktadırlar. ”
Mustafa Kemal, bunu garip ve gülünç diye niteler.
NASIL BİR KAFA
Ancak Atatürk'ün şu tanımını okuyunca, ABD'nin dünyanın birçok ülkesine neden “demokrasi ve laiklik” götürdüğünü anlamak daha kolaylaşıyor da, “Atatürk” fotocularının özellikle ABD emperyalistleriyle birlikte kadınları kurtarmaya kalkışmanın, onların diliyle ifade edersek “nasıl bir kafa” olduğunu anlamak zorlaşıyor.
Bu ikinci zümre devletler “ilan ettikleri insanî ve adaletkârane esasları, kabule değer gördükleri için değil, (Burada gönderme yapılan Wilson Prensipleri'dir. ŞP) senelerden beri tahakküm zinciri altında tuttukları insanlık kütlesini büsbütün silahlarından tecrit etmek ve daha kolay esaret altında tutmaya devam etmek için bir aldatma vasıtası kabul etmektedirler.”
Bugünkü dille söylersek, kadınların bedenini sergileme özgürlüğünü kadınların özgürlüğü ve eşitliğiyle bir tutan, sözde çevreci çocukların kullanımıyla bizim gibi devletleri üretimden vaz geçiren, LGBT haklarına kadar (Afganistan için de dile getiriliyor) içtiğiniz suya yeşilden mora kadar değişik zehirde ilacı atıp o arada memleketi soyup soğana çeviren, bağımsızlığınıza zincir vuran “aldatma vasıtaları.”
KIZINI KARISINI GÖNDERMELİYMİŞ!
Güya kadın haklarından yana hanımefendi! Kalkmış Türkiye'nin ve Afganistan'ın emperyalizme karşı mücadelesinden yana tavır alana diyor ki “neden kızını, karını gödermiyorsun...”
Kızı karısı onun malı mülkü çünkü, değil mi...
Bir başka “kadına” karşı çok rahat terbiyesizlik ve saygısızlık edebilme hakkını kendinde görüyor.
40 yıldır emperyalizmin “aşiretsin aşiret kal” siyasetinin koşullarını zorlayarak kadınıylaerkeğiyle direnen Afganistan'a tepeden bakıyor. Oraya “demokrasi ve laiklik” götürmeye kalkıyor! Tıpkı ABD'nin yaptığı gibi. Onunla birlikte, onun emrinde...
BİZ YEKDİĞERİYLE HEMDERT OLMUŞ MİLLETLERDENİZ
Çünkü onun derdi başka.
Onun elinde başkalarının tutuşturduğu “aldatma vasıtaları” var.
Sopa sallıyor.
Güya Atatürkçüler!
Bakın Atatürk onları ve ağababalarını ne kadar güzel tanımış çünkü aynısından o zaman da var: “Bunların gayesi insanlığın iyiliğine yönelik değil, kendi hırslarını tatmin içindir. Birbirlerini aldatarak biri diğerinden daha fazla menfaat kopramak için, hilekarlıkta yarış yaparlar. Bunların mazlumlara menfaat ve şefkat göstermelerine imkan yoktur. Buna inanmak büyük gaflettir. Bunları maddi ve manevi silahlarından tecrit etmemiz gerekir.”
“Biz ise Doğu'daki dostlarımızla bağlarımızı âlemi aldatmak ve kendi lehimize sonuçlar elde etmek için kurmuyoruz. Yalnızca kendi haklarımızı ve bağımsızlıklarımızı korumak istiyoruz. Doğu'yu Batı'dan ayıran ta kuzeyden güneye kadar uzanan ortak bir cephe vardır. Bu cephede savunmalarda bulunmak, yekdiğeriyle hemdert olmuş milletlerin gerçek ve samimi dayanışmasıyla mümkün olacaktır. Hepimiz ayrı ayrı güçlü ve bağımsızlık fikriyle donanmış olmalıyız. Batı ancak o zaman silahını teslim etmek zorunda kalır ve baskı ve zulüme son verir. Bizim de aramızdaki mesafeler karşılıklı güven ve muhabbetle azalır.” (Hâkimiyeti Milliye, 5 Mart 1922, No:447, s.1; ATABE, c.12, s.299,300.)
Evet, biz Türkiye kadınları gerçekten 1876, 1908, 1920 devrimlerinden geçerek bayrağı bizlere teslim edenlerin mirasını ileri taşıyacağız. Koçbaşı gibi bütün yekdiğeriyle hemdert olmuş mazlum milletlerin kadınları ve erkekleri için göğsümüzü siper edeceğiz. Yalnız kendi hayatımıza ait vazifeyi yapmayacağız, bütün Doğu'ya yönelik hücumlara bir set çekeceğiz
Atatürk'e benzeyeceğiz!
Benzeteceğiz!
Önümüze boşuna çıkmayın.
Ezer geçeriz!
Tıpkı o adını çok andığınız ama hiç tanımadığınız Atatürk gibi!
BİZ AFGANİSTAN'A SİZ ADRENALİN KEYFİNE
Vatan Partisi Öncü Kadın Başkanı, “Medeni dünya', Kabil'de uçaktan düşenlerin görüntülerini tişörte basıp satmaya başlamış. Bu ne hız! Türkiye'de de birileri utanır mı? (@MeltemAyvali)” diye yazmış.
Fotoğrafa uzun uzun baktım. Hanımefendinin yüzüne, giysilerine... beden dilini okumaya çalıştım.
Siz de öyle yapın.
Ve kendinizle ve sizin gibi aslında çok sayıda olan kadınlarınızla, gençlerinizle onur duyun.
ÇÜRÜMÜŞ BATI
Tişörtün üzerinde “Kâbil Skydiving Kulübü, Est 2021” yazıları var.
Nedir Skydiving, yani gökyüzü dalışı?
“Serbest Paraşüt”
Belli bir yükseklikten üçdört bin metre gibi kendinizi boşluğa bırakıyorsunuz.
Korkuyu yaşıyorsunuz
Adrenaliniz yükseliyor.
Hızınız giderek artıyor. Neredeyse 220 km/s’ye ulaşıyor.
Daha da artırmak olası.
Sonra paraşütü açıyorsunuz...
İşte bu!
Başkalarının acısına, o “demokrasi ve laiklik” taşıyıcısı Batı böyle bakıyor!
Emperyalizme karşı mazlum milletlerin yanında yer alanları, “karılarını ve kızlarını” Afganistan'a yollamaya kalkışan Batı sopacıları buyurunuz size bir yeni heyecan...
Biz Afganistan'a gideriz seve seve, koçlar gibi!
Siz adrenalin keyfinizin dibine batın!
FEMİNİSTLER VE AFGAN KADINLARININ KURTULUŞU
Alice Sophie Schwarzer Alman bir gazeteci. 70 sonrası kadın hareketinin içinden geliyor. Alman feminist dergisi EMMA'nın kurucusu ve yayıncısı. Almanya'nın en çok satan tabloid Bild'in köşe yazarı. 78 yaşındaki Schwarzer, 2018'de kendisinden 20 yaş küçük sevgilisi Bettina Flitner'le evlendi.
18 Ağustos'ta konuk yazar olarak Avusturya'nın en çok satan gazetelerinden Die Presse'de bir yazısı yayımlandı: “Yalnızca kadınlar ve çocuklar!”
Durun! Diyeceksiniz ki, feminist ya, mutlaka kadın haklarını savunuyordur!
Elbette yanılıyorsunuz.
Feminizm de hep yazdığımız gibi bir emperyalist “sopa”!
O da onu sallıyor.
Alice Schwarzer'e göre Batılı ülkelerin kimleri kabul edeceği belliymiş:
“Afgan teröristler kısa sürede bize de gelecek. Ülkeye varması beklenen sığınmacılar arasına karışmak için eskisinden çok daha etkili biçimde çalışacaklar. İşte şu sıralar Afganistan'dan sadece kadın ve çocukların alınması için bir sebep daha! ... Bu adımla taşrada yanında bir erkek olmadan şimdi bile evden çıkamayan kadınlar kurtarılamayacak.”
Acele etmeyin beni önyargılı olarak nitelemekle. Ben tahmin ediyordum, ama yine de sonuna kadar okudum... Hani... belki...
Yok.
Devamı şöyle:
“Ancak bu adım kentlerde kamusal alana çıkma cesareti göstermiş çok sayıda kadının işine yarayabilir. Kadın öğretmenler, kadın gazeteciler, kadın siyasetçiler ve kadın hakları savunucuları; yani Batı'nın cesaretlendirmesiyle özgürleşmiş herkes. Onlara bize gelebilmeleri, hatta günün birinde ülkelerine geri dönebilmeleri için bir yol sunulmalı.”
Mide bulandırıcı.
Öyle ya kadın var, kadın var...
Makbul olanı “Batı'nın cesaretlendirmesiyle” burnuna halka takılanlar...
BİZDEN DEĞİLLER
Onlardan bizde de var, tanırsınız. Üçbeş tane. Ama sesleri yüksek. Çok sanıyorsunuz.
1980'lerde kadın hareketinin henüz uç noktalarda ayrışmadığı dönemde birlikte birçok toplantıya katılmıştım. O da mücadele sonucu oldu. Başka zaman anlatırım. Biriki toplantı... ben hiç konuşamıyorum. Hiyerarşiye ve örgüte karşılar. Söz vermece yok. Kapan alıyor demokrasisi yani...
Sonra dedim ki, böyle olursa kimin sesi daha yüksekse o konuşuyor. Benim gibi örgütlü ve başkalarını dinlemeye saygılı alışkanlıktan gelenler hiç düşüncelerini dile getiremez...
Bir kişinin söz sırası vermesini kabul ettirmiştik.
Uluslar arası düzlemde de öyle.
Makbul olan üçbeş yüksek sesliyi parlatırlar.
Zaten onların gözleri de hep dışarıda.
Bizden değiller.
Gitti gidecekler.
Uçak kalkıyor. Aceleleri var.
Tekerlekte yer kapacaklar.
Aydınlık