Yakın tarihimize baktığımızda dünyada üç defa kırılma olduğunu görüyoruz. 19. YY’de imparatorluklardan oluşan bir danışma sistemi vardı, dünyayı onlar yönetti. Fransız ihtilalinden sonra 20. YY’de ulus devlet sayısı artınca uluslararası müesseseleşmeye gidilmek mecburiyetinde kalındı. 20. YY Milletler Cemiyeti diğer uluslararası kuruluşlarla birlikte bir işbirliği çağına dönüştü. Ve bunun 20. YY’nin ikinci yarısında Soğuk Savaşla birlikte, iki kutuplu bir denge politikasını içerdiğini de biliyoruz. Bu denge politikası, taraflar arasında bir savaş çıkmamasını da sağlamıştır. BM sistemi de bunun bir parçasıdır. Sovyetler Birliği’nin çöküşüyle birlikte, dünyada yeni bir kırılma yaşanmıştır. Bu süreç, daha henüz tamamlanmamış ve hâlâ değişik araştırmalara konu olarak devam etmektedir.
Bugün artık tek veya çift kutuplu dünyadan bahsetmek mümkün değildir. Kutupların yerini dünyada güç odağı merkezler almıştır. ABD’nin küreselleşme kapsamında edindiği yer, bugün artık tek başına götürebileceği bir durum da değildir. Bu yeni merkezler, bir yandan Rusya ve Çin başta olmak üzere, BIRCS ülkeleridir. Bu arada Türkiye gibi bölgesel yeni güçlerin de önemi ve bu bağlamda etkinliği artmaktadır. Bunun anlamı, çok merkezli ve kontrol edilmesi güç yeni dünya düzenidir. 20. YY kurumları, kuruluşları bugünün bu sistemini kontrol edebilecek ve bunu yönetebilecek kabiliyetlerini her geçen gün biraz daha yitirmektedir. Ve sonuç itibariyle, dünya bu başat güçlerin kendi aralarında bir savaşa girmeleri mümkün olamayacağı cihetle, vekalet savaşları yoluyla yönetilmeye çalışılmaya başlanmıştır.
RUSYA’NIN SORUNLARI
Bunu yaparken de mikro milliyetçiliğin ön plâna çıkarılması ve oluşan bu grupların başatlar adına savaşı sürdürmesi politikası öne çıkmıştır. Bu kapsamda bakıldığında Rusya’nın politikasının da farklı olmadığı açıktır. Bu vesileyle iki hususa daha ciddi şekilde eğilmek lazımdır:
Birincisi, Rusya’nın askeri yönden büyük bir güç olmasına karşın, ekonomik açıdan aynı durumda olmamasıdır. Rusya yaklaşık 1 trilyon 300 milyar dolarlık bir piyasadır. Bu şekliyle dünya ekonomisinde var olan gücünü, ancak enerji zenginliği ile kapatabilmektedir. Buna karşı alınacak uluslararası önlemler Rusya’yı ciddi şekilde etkiler. Rusya’nın diğer bir handikapı nüfusudur. 17 milyon kilometrekarelik bir toprakta, 143 milyonluk bir nüfus yaşamaktadır. Ve bu nüfus ülke bütününde etkili olabilecek konumda değildir. Örneğin, Sibirya daha şimdiden Çin istilasına uğramış durumdadır. İleri dönemde Çin’in bu bağlamda daha da ileri gidebilecek bir tehlike oluşturabileceği tartışılmaktadır.
Rusya’nın bir diğer sorunu, siyasi ve kültürel yapısıdır. Halihazırda nüfusunun yaklışık yüzde 20’si Müslüman toplumlardır. Müslüman kesimlerin uluslararası plânda yarattıkları sorunların Rusya’ya da ulaşmasının ciddi endişesi, bütün yöneticilerinde vardır. Örneğin IŞİD sorunu ortaya çıktığında, bunun kendisine de sirayet edebileceği kuşkusuyla, Batı ile ortak bir tutum görmekte bir behis görmemiştir. Bu hususta şimdi de fevkalâde temkinlidir.
ABD’NİN BÖLÜCÜ POLİTİKASI
Diğer bir husus, Rusya’nın konjoktürden yararlanarak sıcak denizlere inmeyi, iki asır sonra başarabilmesi olmuştur. Halihazırda Rusya güneyde Türkiye’nin komşusu olmuştur. Suriye ile 1973’te yapılmış olan 20 yıllık anlaşmanın yerine, süresiz bir anlaşma yeralmış durumdadır. İki büyük üssüyle de Doğu Akdeniz’deki varlığını her geçen gün daha fazla hissettirmektedir. Buna karşılık, ABD de Ortadoğu’daki varlığı ve İsrail’in güvenliğini sağlama bağlamında, Suriye’de bölücü bir politikaya yönelmektedir. Fırat’ın doğusunda yüzde 30’luk bir Suriye toprağını içine alan geniş bir alana yayılmıştır. Burada SDG adı altında PKK/PYD’ye topyekün arka çıkmaktadır. Bu bağlamda unutulmamalıdır ki, PKK ABD’de bir terör örgütü kabul edilirken, Rusya’da bu konumda değildir. Moskova ve St. Petersburg’da PKK/YPG büroları serbestçe icraat yapabilmektedir. Bu açıdan bakıldığında, Suriye sorununda aslında birbirine düşman olan Rusya ile ABD’nin, Suriye’de bu bağlamda zımni bir mutabakat içinde oldukları açıkça görülmektedir. Bir başka ifadeyle, birbirlerinin ayaklarına basmadan Suriye’nin bölünmesini birlikte hazırlamaktadırlar. Fırat’ın doğusu ABD için vazgeçilmez bir politika olarak ortaya konulmakta ve İran’a karşı bir mücadele unsuru olarak düşünüldüğü ifade edilirken, aslında daha uzun vadede bir Kürt devleti kurulması açısından da değerlendirilmekteymiş, görünümü vermektedir.
TÜRKİYE İÇİN SIKINTILAR
Bu Türkiye Cumhuriyeti açısından yeni sıkıntıları da beraberinde getirmekte olup, ciddi bir açmaz teşkil etmektedir. Bir yandan müttefikimiz olan ABD’nin haksız ve hukuksuz biçimde attığı adımlara muhatap kalırken, diğer yandan adeta bilinçli şekilde Rusya ile daha fazla yakınlaşmaya itilmektedir. Bunun telafi edilebilecek bir yanı yoktur. Türkiye ile bu kapsamda başka seçimlere de zorlamakta sadece ora değil, kendisine de Batı ittifakının geleceğine zarar verecek bir durum yaratmaktan geri kalmamaktadır.
Türkiye elbette Rusya ile yakın ilişki içinde olma seçeneğinde ileri adımlar atmakta hakkı olan bir ülkedir. Bunun anlamı, tabiyatıyla Türkiye’nin Batı’ya rakip olabilecek bir durum yarattığı şeklinde değerlendirilemez. Türkiye sonuçta NATO ülkesi olarak zaten Batı’nın önemli bir parçasıdır. Ama bir noktadan sonra Ortadoğu sarmalında kendini güvenceye alabilmek ve savunma ihtiyacını da hissetmesi doğaldır. Önümüzdeki dönemde, Ortadoğu’nun SykesPicot döneminde çizilmiş haritasının yeniden oluşturulma noktasına taşınacağı artık yadsınamamaktadır.
ASTANA’NIN ÖNEMİ
Ortadoğu’daki uzun sınırlarıyla Türkiye’nin bu kapsamda atılacak adımların dışında kalabilmesi veya bırakılmak istenmesinin herhangi bir şekilde kabulü ne mümkün, ne de akılcıdır. Türkiye bu anlayış içinde Ortadoğu’nun söz sahibi en önemli bölgesel gücüdür. Elbetteki Rusya ve ABD ile bu çerçevede yakın ilişki içinde olması doğal karşılanmalıdır. Unutulmamalıdır ki, Astana süreci Suriye başta olmak üzere bölgede bir istikrar ve olabildiği ölçüde sükûnet getiren en önemli birliktelik olarak ortaya çıkmıştır. Bugün Cenevre görüşmeleri başlatılabilecekse bunun temelinde ne BM ve ABD, ne de Astana süreci üçlüsü dışında etkili bir güç vardır. Türkiye bu bağlamda da elbetteki önemli bir ülke olarak yerini almış bulunmaktadır. Dolayısıyla Cenvere görüşmelerinde ABD’nin 7 ülke ile işbirliği halinde hayata geçirmeye çalıştığı güç birliğinin bugüne kadarki kuşkulu etkinliğinin çok ötesinde bir yere ve etkinliğe de, diğer iki Astana ortağı ile birlikte sahip bulunmaktadır. Dolayısayla bu itibarla ABD’nin de bu gerçeğin ışığında Türkiye’yi dışlaması kesinlikle menfaatine değildir.
Sonuç olarak şahsi kanaatim, ABD’nin çok ciddi sonuçlar getirebilecek ve Türkiye’yi dışlayabilecek bir tutuma yönelmesi, bir akıl tutulması olacağı cihetle yapılmayacağı şeklindedir. Nitekim Başkan Trump, ambargo konusu gündeme geldiğinde Sayın Erdoğan’a bunun yapılmayacağı hususunu akılcı biçimde ifade edebilmiştir. Bununla beraber, ABD’nin iç politikasında üç önemli gücün fikirbirliği içinde olamaması nedeniyle, Başkan Trump’un sözlerinin hangi ölçüye kadar güvenilir olabileceği sorgulanması gereken bir husustur.
TÜRKİYE’NİN UZUN VADELİ ÇIKARI
Nitekim bugüne kadar Türkiye’ye söylediklerini ve hatta uluslararası planda getirdiklerinin ciddi bir kısımını, iç muhalefet nedeniyle gerçekleştirememiştir. Bolton’un azledilmesine rağmen, Kongre ve Pentagon’un yarattığı engellerin aşılamağı da gerçektir. Dolayısıyla TüriyeABD ilişkilerinin görülebilir bir gelecekte ne kadar müttefiklik kapsamındaki beklentilere cevap verebileceği de sorgulanması gereken kuşkulu bir durumdur. Rusya’nın Putin ile ortaya koyduğu çok akılcı politika buna paralel olarak nasıl gelişebilecektir, hususunu da herhalde dikkatle ele almak ve izlemekte yarar vardır.
Türkiye’nin Rusya’ya da topyekün güvenebilmesi ne kadar doğru olur, bu da sorgulanmalıdır.
Tarihimiz kuşku duymamız için yeterlidir. Son yüzyıllık Cumhuriyet dönemimizin ‘Yurtta sulh cihanda sulh’ politikasının niçin şimdi daha da büyük önem taşıdığı, bütün bu gerçeklerin ışığında bir kez daha kanıtlanmış durumdadır. Ve Türkiye’nin uzun vadeli çıkarını da oluşturmaktadır. Caydırıcı güce sahip, ancak barışçı düşünce ile hareket eden Türkiye, herhalde sadece bölgesi itibariyle değil, dünyada da saygınlık ve itibarı artan bir ülke olabilecektir.
RUSYA’NIN YENİ POLİTİKASI
ABD Başkanı Bush’un politikası Ortadoğu’yu bir bütün olarak İran’a karşı organize etmekti. Bunun hem Körfez, hem bizatihi Ortadoğu bölgesi itibariyle tezahürlerini her gün görmekteyiz. Bu bağlamda Filistin sorununda ABD üç etaplı bir proje ile sonuç almak için 2003 yılında adım atmıştır. Bu projeye ABD, Rusya, BM ve AB dahildir. Ama tek söz hakkı hep ABD’de olmuştur. Şimdi Ortadoğu’ya güney komşumuz olarak Suriye’de yerleşmiş olan Rusya bu alanda da sesini yükseltmeye başlamıştır.
Unutmalayım ki, 2018 yılında Netenyahu, Rusya’ya yedi ziyarette bulunmuştur. Dolayısıyla Rusya’nın Ortadoğu’daki etkiniliği ve ağırlığı giderek artmaktadır. Ancak daha henüz ABD’nin hem mali yönden, hem silahlanma yönünden Ortadoğu’daki varlığını tehdit edebilecek boyutta değildir. Bu itibarla değişik kültürel ve etnik grupları bir araya getirme politikasının, nasıl bir başarı ile sonuçlandırılabileceği kuşkuludur. Veya bununla beraber ABD ile Rusya’nın rakip olarak ortaya çıkacakları böyle bir ortamda, yeni bir zımni mutabakatla birlikte hareket etmelerinin yolunu açabileceği de akılda tutulmalıdır. Zira kutuplaştırılmaya yönelmiş ve yukarıda anlatmaya çalıştığım gibi, mikro milliyetçiliği teşvik edip vekalet yoluyla çatışmaların yolunu açan dünya siyasetinin önüne geçebilecek bir konum yaratılması mümkün olamayacağına göre, Rusya’nın bu düşüncesi hayata geçirilebildiği takdirde, bu bir birleştirici unsur olmak yerine, yeni ihtilafların ve çatışmaların habercisi olma riskini de içermektedir.
Aydınlık