Türkiye’nin üretim birikimini korumak, emekçilerin iş güvencesi ve iş talebini karşılamak, sanayicinin ise yıllardan bu yana oluşturduğu sermaye birikimini, makine ve donanımını güvence altına almak için 'Ekmek Teknesini Kurtarma Programı' uygulanmalıdır

“Ekmek teknesi” kavramı Türkçemiz'de geliştirilmiş bir kavram. Belli ölçüde duygu da içeren, emeği yücelten bir kavram. Başka dillerde var mıdır bilmiyorum. 

Sokak aralarında pamuk helva satıcısının arabasından, çiftçinin toprağı, traktöründen, taksicinin taksisinden, sanayicinin fabrikasına kadar uzanan bir yelpazede, bilimsel sosyalizmin sözlüğünde ÜRETİM ARAÇLARI olarak adlandırılan bir kavramdır EKMEK TEKNESİ.

Ekmek teknesinin boyutu, ona sahip olanın sınıfını da temsil eder. Bir fabrika sahibinin adının burjuva olması; ufak bir iş, yanında çok az insanın ya da sadece aile emeğine dayanan üretim araçlarının sahibinin adının küçük burjuva ya da toprak sahibinin adının köylü olması vb. gibi. Emeğinden başka (üretim aracı olmayan) satacak bir şeyi olmayana da işçi deniyor.

Bu yazının amacı, Vatan Partisi tarafından 2018 yılında başlayan, 2020 yılında pandemi ile körüklenen ekonomik krizin çözümlerinden biri olarak programlaştırılan “EKMEK TEKNESİNİ KORUMAK” başlığı ile simgeleşen programın alt detaylarını konuşmak, tartışmaya açmaktır. Önümüzdeki dönem, aşağıda sıralayacağım nedenlerden dolayı “EKMEK TEKNESİNİ KORUMAK” ekonomik programının pratikte uygulanmasının zaruri olabileceği bir süreç olacaktır.

DEVLETÇİLİK SÜRECİ

Türkiye’de iktidarlar, II. Dünya Savaşı ve devamı sürecinde, 1920’de BMM’nin açılmasını takiben uygulanan bağımsız ekonomik programın yavaşça terkedilerek, ekonomimizi dışa açılmak, başka güçlere dayanarak çıkabileceğimiz (Mandacılık) fikrine dayanarak şekillenmeye başladı. 

11 Mart 1947 tarihinde IMF’ye üyelik, 1952 NATO üyeliği, sonunda 24 Ocak 1980 yılı kararları ile 1930’ların devrimci DEVLETÇİLİK uygulamalarının hepsi terkedilerek emperyalizmin, ekonominin kozmik odasına kadar rahatça girebildiği bir sürece girdik. IMF dilediği ekonomi kurumunda, denetleme ve takip gerekçesi ile kendisine ait bir ofis bulundurabiliyordu. 

CHP’nin kongrelerinde yaptığı DEVLETÇİLİK tanımı bile bu süreci takip etmemizde bize yardımcı oluyor.

DEVLETÇİLİK ilkesinin CHP 6 Ok programı ile birlikte CHP programında yer almaya başladığı 1931 yılından itibaren Devletçilik tanımının değişimine bakalım.

Cumhuriyetin ekonomik olarak en devrimci programlarının uygulanmaya başladığı 1930’lu yıllarda ilk olarak CHP’nin 3. Büyük Kongresinde, 1931 yılında DEVLETÇİLİK aşağıdaki tanımla kabul edilmiştir.

“Ferdi mesai ve faaliyeti esas tutmakla beraber mümkün olduğu kadar az zaman içinde milleti refaha ve memleketi mamuriyete eriştirmek için milletin umumî ve yüksek menfaatlerinin icap ettirdiği işlerde bilhassa iktisadî sahada Devleti fiilen alâkadar etmek mühim esaslarımızdandır.”

1935 yılında yapılan CHP 4. Kongresinde, 6 Ok sadece CHP’nin ilkeleri değil aynı zamanda devletin anayasal olarak ilkeleri olacağı benimsenmiştir. 

'DEVLET HER ŞEYİ GÖZE ALIR'

1935 yılındaki kongrede Devletçilik tartışmaları sırasında Recep PEKER’in DEVLETÇİLİK ilkesi konusunda yaptığı konuşma, DEVLETÇİLİK ilkesinin 1931 yılında kabul edilen tanımından daha kapsayıcı, müdahaleci ve yönlendirici yapıya dönüştüğü görülmektedir;

“ ...Biz iki cereyana gitmiyoruz. Birisi her şeyi devlet yapacaktır, kızıl fikirler böyle söylüyor. Ferdin nefes almasına imkân bırakmıyor. Bunu kabul etmiyoruz. İkinci bir şeyin daha aleyhindeyiz. O da şudur: Hususî teşebbüs canının istediğini yapacaktır. Ekonomi teşebbüslerde Devlet ona bağlıdır. Bunu söyleyenlere de kızıl sağ diyebiliriz. Bu, koyu bir liberal fikirdir. Hakikat şudur, Devlet, memlekette en büyük yapıcı kuvvettir. Bu, Cumhuriyet Halk Partisi'nin ana çizgilerinden biridir. Devlet hangisini yapacak? Onların istediklerini hususî teşebbüslere bırakıb da geriye artanını değil, eski ve yeni programın da kaydettiği fıkrada yazılı olduğu gibi, ulusun kısa zamanda refaha varması ve yurdun da kısa zamanda bayındırlaştırılması, hangi işin ne zaman Devlet tarafından yapılmasını istilzam ederse onu o zaman devlet yapacaktır... Devlet denilen ana müessese, istediği zaman herhangi bir işi yapabilir. Amma Devlet bu işi yaptıktan sonra o sahada hususî teşebbüs erbabına iş kalmazsa, hususî teşebbüs başka iş yapsın. Devlet bu yolda kayıt altına giremez. Burada bir nokta daha var: hususî teşebbüsün yapmakta olduğu işi Devlet kontrol etsin mi etmesin mi? Arkadaşlar; kontrolsüz bırakılacak hususî teşebbüs, hiç ulusal menfaatlere uygun olmayan yollara sokar, birbirlerine zincirlenmiş kartelleri ile yurdu özü olan halk tabakasını istismar eder... hususî teşebbüsler devam ederken, Devlet bu işe müdahale edebilir mi? açıkça söyleyeyim, evet devlet bu işi de kendi eline alabilir. Amma bir şey yapamaz. Türkiye’de müsadere yoktur, arkadaşlar. Hiç kimsenin malı, kazancı müsadere edilemez... Her şey kanun ve hukuk yolundan hallolunur. Bu kayidlere rağmen, (devlet, hususî teşebbüslerle başarılamayacakları yapsın, hususî teşebbüsleri almasın) denirse bu, doğru değildir. Bu bizim programımızın gidişine uymayan bir fikirdir. Umumî menfaatler için Devlet her şeyi göze alır…” 

YURT SATHINDA YATIRIMLAR

1935 Kongresinde DEVLETÇİLİK tanımı ise aşağıdaki gibi belirlenmiştir.

“Özel kınav (faaliyet) ve çalışma esas olmakla beraber, imkân olduğu kadar az zaman içinde ulusumuzu genliğe ve yurdu bayındırlığa eriştirmek için, genel ve yüksek asığların (çıkarların) gerektirdiği işlerde, hele ekonomik alanda, devleti filiğ (fiili) surette ilgilendirmek başlıca esaslarımızdandır. Devletin ekonomik işleri ile ilgisi filiğ surette yapıcılık olduğu kadar, özel girişimlere ön vermek ve yapılmakta olan işleri düzenlemek ve kontrol de etmektir. Devletin, filiğ olarak, hangi ekonomik işleri yapacağının belirtilmesi ulusun genel ve yüksek asığlarına bağlıdır. Bu lüzum üzerine, devletin, filiğ olarak, kendi yapmağa karar verdiği iş, eğer, özel bir girişit (girişim) elinde bulunuyorsa, onun alınması her defasında özgü bir kanun çıkarmağa bağlıdır. Bu kanunda özel girişitin uğrayacağı zararın, devlet tarafından ödem (tazmin) şekli gösterilecektir. Bu zarar oranlanırken (ön görülürken) , gelecekteki kazanç ihtimalleri hesaba katılmaz.”

Burada ayrıca 1935 programında açıkça planlamanın programa girdiği bu programlamanın özel sektörü de kapsayacağı, yatırım yapılırken tüm yurt sathında yatırım yapılması da açıkça belirtiliyordu.

“Yurdu endüstrileştirmek için, devletin ve özel girişimcilerin meydana getireceği kurumlar, bir ana programa uygun olacaktır. Devlet plânları, yurdu kısa bir zamanda ihtiyacı olan endüstrilerle cihazlamak gayesine göre yapılacaktır. Endüstrinin memleketin bazı köşelerinde toplanması yerine – kurulmaları ekonomik de olmak şartile genişlikle yayılmasını göz önünde tutarız.” 

1943'TE TAVİZ BAŞLIYOR

1 Haziran 1939 tarihinde yapılan CHP Kongresinde de DEVLETÇİLİK tanımı 1935 kongresinde yapılan ile aynı idi.

“Hususî mesai ve faaliyeti esas tutmakla beraber mümkün olduğu kadar az zaman içinde milleti refaha ve memleketi mamuriyete eriştirmek için milletin umumî ve yüksek menfaatlerinin icab ettirdiği işlerde bilhassa iktisadî sahada devleti filen alâkadar etmek mühim esaslarımızdandır. İktisat işlerinde devletin alâkası filen yapıcılık olduğu kadar hususî teşebbüsleri teşvik ve yapılanları tanzim ve murakabe de etmektir. Devletin hangi iktisadî işleri filen yapacağının takdiri milletin umumî ve yüksek menfaatlerinin icabına bağlıdır. Eğer devletin bu icap yolundan filen yapmıya karar verdiği iş hususî bir teşebbüs elinde bulunuyorsa bunun alınması her defasında bir kanun yapmıya bağlıdır. Bu kanunda hususî teşebbüsün bu yüzden uğrıyacağı zararın devlet tarafından tazmini şekli gösterilecektir. Zararın takdirinde istikbale ait muhtemel kâr düşünülemez.”

1943 kongresinde artık, 1930’lardan başlayan devrimci DEVLETÇİLİK ilkesi yumuşatılmaya, esnetilmeye ve karşı devrimin saldırısına açık hale getirilmeye başlatılmıştır. 1943 yılında yapılan CHP kongresinde DEVLETÇİLİK tanımı aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. 

“Az zaman içinde Türk milletini ileri medeniyet seviyesinde, kudretli ve geçim şartları yükselmiş bir dereceye eriştirmek ve Türk vatanını her bakımdan mamur bir hale getirmek partinin esas vazifelerindendir. Parti, bunun için, vatanda fertlerin ve hükmi şahısların bütün vasıta ve çalışmalarından ve devletin bütün kuvvetlerinden aynı zamanda istifade etmeyi lüzumlu görür. Partimizin devletçiliği bu ihtiyaçtan doğmuştur. Parti, şahısların, bugün, hiç veya kâfi derecede yapamadığı işleri devlet eli veya sermayesiyle yapmaya çalışır. Devletin hususi teşebbüsleri teşvik ve bunları tanzim ve murakabe etmesi tabiidir. Devletçiliğimiz, açık veya kapalı olarak hiçbir hususi menfaate vasıta kılınamaz. Devletçiliğimiz, millet menfaatinin zaruri kılmadığı hiçbir şekilde hususi menfaatlerle mücadele etmez. Devletin hangi işleri kendisinin yapacağının takdiri yukarıdaki esaslara göre, milletin yüksek menfaatlerinin icabına bağlıdır.”

KRİZ ÇÖZÜLSE DE SORUNLAR YUMAK OLDU

DEVLETÇİLİK ilkesinin tanımının değişmesinin üzerinde bu kadar durmamın nedeni, bugün ekonomide bazı sorunların, İskender’in düğüm çözmesi şekline uygun halde çözülebilecek hale gelmesinin nedeninin gerçek sorunun ne kadar derinlerde olduğunu görebilmektir.

Devletçilik tartışmasının ötesinde, 24 Ocak kararları ile birlikte; Türkiye’de kambiyo mevzuatında karşı devrimci gelişmeler olmuştur. Bunları özetlersek, doların yurt içinde serbestçe dolaşımı (Dolar ile tüm Atlantik para birimlerini kastediyorum), yurda giriş çıkışının serbestçe sağlanması, sermaye giriş çıkışı serbest iken, iş gücü girişi, özellikle çıkışının sınırlandırılması (Vize), kamu yatırımlarının, KİT’lerin özelleştirilmeleri, ihracatın aşırı özendirilerek iş gücünün baskı altında düşük ücretlere mahkûm edilmesi, ithal ikamesi programından vazgeçilerek Türkiye sanayi yapısının dengeli bir yapıdan, dışarıdan şekillenmeye açık hale getirilmesi, cari açık, enflasyon vs. gibi olumsuzlukların engellenemez hale gelmesi sonuçlarını doğurduğu görülecektir.

Bunların hepsinin toplamında; 1995, 2001 ve 2018 yıllarında üç adet en şiddetlileri olmak üzere birçok irili ufaklı ekonomik kriz yaşandı. Bu krizler zamanla burada tartışmayacağım nedenlerle çözüldü. Her yaşanan kriz çözülse de, üst üste biriken sorunlar yumağı artık Gordion Düğümü şeklini aldı. 2020 yılı başlarından itibaren yaşanan pandemi eşliğinde küresel ekonomik kriz, önlemlerinde en üst düzeye çıkartılmasına neden oldu.   

Türkiye 2014 yılından itibaren millileşme yönünde aldığı kararı muhtelif uygulamaları ile yürürlüğe sokmuştur. 

Bunların siyasi olanları; 2015 yılı Temmuz ayında başlayarak PKK’nın hendeklere gömülmesi, 1516 Temmuz 2016 tarihinde FETÖ’nün darbe yolu ile iktidarı ele geçirme çabasının ordumillet beraberliği ile ve silahlı olarak yenilgiye uğratılması. Bundan 1 ay sonra da 24 Ağustos 2016 tarihinde Fırat Kalkanı ismi ile Suriye’nin kuzeyine yapılan ilk askeri harekât. Bu harekatla ABD’nin Kuzey Irak’ta kurmak istediği kukla Kürdistan devletinin Doğu Akdeniz’e uzanan bir koridor ile ele geçirdiği Kerkük petrollerini satarak ekonomik bağımsızlığa ulaşmasının yolu kesilerek kukla devlet projesinin kadük hale gelmesinin sağlanmasıdır. S400’lerin Rusya Federasyonundan satın alınma kararı ve bu kararın kararlılıkla uygulanması ise bağımsızlaşma kararının kırılma noktasıdır.  

KAMUCU UYGULAMA ÖRNEKLERİ

Daha birçok uygulama bu kapsam içinde sayılabilir. Alınan bağımsızlaşma ve Asya’da yerini alma kararının siyasi uygulamalarının yanında ekonomik uygulamalar da yavaş yavaş su yüzüne çıkmaya başlamıştır. Doğal olarak yıllar boyunca liberal sistem savunuculuğu yapan, KİT özelleştirme şampiyonluğunu kimseye bırakmayan, dış borçlarla büyümeyi ekonomi politikası olarak benimseyen ve sıcak para bağımlılığının aşırı dereceye ulaşmasının mimarı olan (BİST 100’ün parasal değerinin yüzde 65’i yakın zamana kadar yabancı yatırımcınınsıcak paracı elindeydi) bir yapının aniden ve her türlü uygulaması ile “U” dönüşü yapması beklenemezdi. 

Yeni KİT’lerin oluşması; Turkcell, Türkiye Sigorta A.Ş., Maden Holding A.Ş., eski KİT’lerin büyütülüp mal çeşitlendirmesine gidilmesi. Örneğin Eti Holding A.Ş.’nin, çamaşır deterjanından, bulaşık deterjanından, lityum madeni üretiminden, bor karbür üretimine başlaması. Listeyi daha da uzatabiliriz. Yeni ürün çeşitlerine girmesi bu dönemin mahsulüdür. Madenlerin, özellikle Türkiye’ye çok ciddi ölçüde katma değer sağlayacak altın madeninde, devletin de üretici olarak sahaya inmesi; FETÖ’cü İpek Koza grubuna ait beş adet altın madeninin TMSF tarafından işletilmesinin, 2021 yılı içinde işletici olarak Türkiye Varlık Fonu'na devrinin konuşulması, TOGG, ekonomi ile ilgili sayabileceğimiz girişimlerdendir. Savunma sanayinde yapılan atılımlar ise dünya ölçeğinde yankı yaratan gelişmelerdir. Bunlar Türkiye’nin neoliberal ekonomik çizgiden çıkarak, kamucu uygulamalara yönelmesinin birkaç örneğidir.

1980'İN ACI MEYVELERİ

Bu noktadan başlayarak, özellikle 1980 yılından bu yana takip edilen ekonomik sistem, ekonomimizi dışa bağımlı, her türlü rüzgârdan etkilenen, rahatlıkla müdahale edilebilir bir yapıya oturttu.

Türkiye bir karar almıştı. Ancak bu kararın uygulanmasında çok ciddi engeller vardı. Türkiye bu kararları uygularken SIRAT KÖPRÜSÜNDEN GEÇMEK ZORUNDA İDİ. Sırat köprüsünde karşılaşılacak engeller nelerdi? Bu engeller hangi tedbirlerle aşılabilirdi?

Ahmet Davutoğlu’nun Başbakan ve Dışişleri Bakanlığı döneminde “KOMŞULARLA SIFIR SORUN” politikaları sonucunda 2011 yılından başlayarak özelikle Suriye’deki iç kargaşanın desteklenmesi sonucunda sadece 5 milyon dolaylarında Suriye’li göçmenin Türkiye’ye yerleşmesi de, getirdiği birçok sosyal sorunun yanında, özellikle işsizlik sorununun kalıcı hale gelmesinde önemli bir neden olduEkonomik krizlerle şiddetli sarsıntılar geçiren Türkiye’nin işsizlik sorunu artık resmi TÜİK rakamları ile bile yüzde 10’un altına çekilemez hale geldi. Orta ve uzun vadeli programlarda hedef alınan enflasyon, kur gibi göstergeler makul seviyelere çekilebilirken, işsizlik rakamları tahmini hedeflerde dahi yüzde 10’ların altına düşmüyordu.

İŞSİZLİK EN KARMAŞIK SORUN

Yazıda, Türkiye’nin millileşme kararını aldığını, siyasi ve ekonomik alanda bu kararını uygulamaya soktuğunu örnekleri ile anlattık. Türkiye bu karar ile kendisini bağımlı hale getiren sistemlerden de uzaklaşmaya başladı. Bunun en keskin olanı NATO silah sistemi dışında Rusya’dan S400 hava savunma sistemlerini getirip çalışır hale getirilmesidir.

S400 ve buna benzer kararların, bugüne kadar içinde olduğumuz başta NATO, AB gibi Atlantik sistemi içinde kuruluşların; özellikle bu sistemin başı ABD’den tepki görmemesi kaçınılmazdı. Daha önce de F35 programından çıkartılıp, parası ödenen uçakların teslim edilmemesi gibi yaptırımların da olması ile birlikte daha kapsamlı önlemler 2020 yılı sonlarından itibaren alınmaya başlandı. ABD düşmanlarına yönelik uyguladığı CAATSA yaptırımlarını çok ufak dozda olmasına rağmen uygulamaya geçirildi. AB, Fransa ve Yunanistan’ın teklifi ile Aralık ayında görüşülen bize karşı yaptırımları bir süreliğine öteledi. 2021 Mart ayında tekrar bize yönelik yaptırımların konuşulacağı söyleniyor. 

Bu gelişmeler önümüzdeki dönem, Türkiye’nin en zayıf yanı olan ekonomi tarafından sıkıştırılma olasılığının güçlendiğini göstermektedir.

Ayrıca içinde yaşadığımız pandemi sürecinden çıkışta da, şimdilik sessizliğini bozmayan ekonomik sorunlar da derinleşme izlerini taşımaktadır. İşsizlik sorunu, bunun en karmaşık ve içinden çıkılması en güç olanıdır.

CUMHURBAŞKANLIĞI KARARNAMESİ

Yazıda buraya kadar, ekonomideki bozulmanın hangi süreçlerde yaşandığını, önümüzdeki dönemde bizi ne tür tehditlerin beklediğini inceledik. Yazının bundan sonraki kısmı ise önümüzdeki dönem bu tehditlere karşı, özellikle işsizlik, buna bağlı olarak da piyasada arz eksikliği yaratmamak için Vatan Partisi tarafından önerilen EKMEK TEKNESİNİ KORUMA programının ne olduğu ve nasıl uygulanacağına yönelik yapılması önerilenler olacaktır. 

7 Ağustos 2019 tarihli 30855 sayılı Resmi Gazetede 43 Sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile “Bazı Cumhurbaşkanlığı Kararnamelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi” başlığı ile bir kararname yayınlamıştır.

Kararnamenin 1. maddesi 1. paragrafı “1 Sayılı Cumhurbaşkanlığı Teşkilatı Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 217 nci maddesinin birinci fıkrasının (ğ) bendine “yapmak” ibaresinden sonra gelmek üzere “ve Hazinenin Cumhurbaşkanı kararı ile yurtiçindeki ya da yurtdışındaki şirketlere iştirak etmesini sağlamak” ibaresi eklenmiş ve aynı fıkranın (ı) bendinden sonra gelmek üzere aşağıdaki (i) bendi eklenmiş ve sonraki bentler buna göre teselsül ettirilmiş…” Denmektedir. 

Cumhurbaşkanlığınca 2019 yılında yayınlanan bu kararname, çok açık ifadeler olmasa bile hazinenin, buna devlet demek de mümkün, yurt içi ve yurt dışındaki şirketlere Cumhurbaşkanlığı kararı ile ortak olunabileceği yönünde bir yasal zemin hazırlamıştır. Başka tür ortaklıklar için de düşünülmüş olsa da, bu yasal düzenlemenin kullanılabileceği esas yer zor duruma düşen, iflas etmiş yada iflas erteleme ya da konkordato ilan etmiş şirketlerinde kurtarılmasına yönelik operasyonlar içinde kullanılabilecek bir yasal düzenlemedir.

Türkiye’de en son açıklanan 2020 Ekim ayı işsizlik verilerine göre; 2019 Ekim ayı ile 2020 yılı Ekim ayı karşılaştırıldığında işsizlik oranı yüzde 13.4’den yüzde 12.7’ye düşmüş olarak görünüyor. İşsiz sayısının da 4 milyon 396 binden 4 milyon 5 bine düştüğü tablolaştırılmış. İstatistiksel olarak hesap hatası yok. Ama gerçek işsizlik rakamı tablodaki gibi değil. Nedenini burada anlatmaya gerek yok.  

15 yaş üstü nüfus 2019 yılında 61 milyon 756 bin iken 2020 yılında 62 milyon 935 bin oluyor. İşgücü rakamı da 2019 yılında 32 milyon 740 bin iken 2020 yılında 31 milyon 452 bin oluyor. Nüfus 1 milyon 179 bin artarken işgücü 1 milyon 288 bin düşüyor. Sonuçta iş aramaktan vazgeçenler çok yüksek olduğu için işsizlik düşmüş gibi görünüyor. 

Bugün, pandemi sürecinde verilen kısa çalışma ödeneği desteği, ücretsiz izin ödeneği, çalışmaktan vazgeçenler ve 4 milyon 5 bin işsiz sayılan toplandığında gerçek işsizlik 1011 milyon kişi aralığına geliyor. Bu da oransal olarak yüzde 30’lar civarında bir işsizliğe denk geliyor.

Bu sürdürülebilir bir durum değil. Türkiye’nin öncelikle çözülmesi gereken sorunu işsizlik. Türkiye’nin önünde kısa ve orta vadede Atlantik’ten gelecek ekonomik yaptırımlar tehdidi var. Ayrıca pandemi sonrasında, sağlık ile ilgili sorun atlatıldığında destekler yavaşça çekilmek zorunda kalındığında, şirket iflaslarının gündeme gelme tehlikesi çok yüksek. 

ÜRETİM BİRİKİMİNİ KORUMAK

İşte burada uygulanması gereken MİLLİ DİRENME EKONOMİSİ yanında, iflas eden, üretimini devam ettiremeyen özel sektör şirketlerine sermaye desteği verilerek devletin ortak olunması esasına dayanan EKMEK TEKNESİNİ KURTARMA programının da uygulanması gerekecektir. 

Burada hedeflenen Türkiye’nin ihtiyacı olan üretimi yapan, aynı zamanda ciddi rakamda çalışanı olan, ayrıca kendi istihdam ettiği haricinde oluşturduğu yan sanayi ile ayrıca istihdamı destekleyen şirketlerin üretimine devam etmesidir.

Bu modelde düşünülen, işletmede çalışan işçinin de kamunun hâkim ortaklığı yanında ortak olarak yaratılan kardan pay almasını sağlamaktır. İflas eden işletme sahibi ise; gerek sektördeki tecrübesi gerekse kendine de iş olanağı açısından yüzde 5 gibi bir ortaklık ile işletme içinde yöneticiliğe devam edebilecektir. Şirketten alacaklılarla yapılacak geri ödeme programları ile alacaklıların da mağduriyeti önlenmiş olacaktır. 

Vatan Partisi Üretim Devrimi programında yer alan bu çözümün amacı, Türkiye’nin üretim birikimini korumaktır. Emekçilerin; iş güvencesi ve iş talebini karşılamaktır. Sanayicinin ise yıllardan bu yana oluşturduğu sermaye birikiminin, makine ve donanımının korunmasıdır. 

Türkiye’nin tüm milli sınıflarının çıkarlarının korunduğu, ÜRETİM DEVRİMİNE mevcudu koruyarak başlamanın programıdır.  


Hakan Topkurulu

Aydınlık