Duygu Uyan / hukukanaliz.net
Ötanazi; ölümün kaçınılmaz olduğu ve tıp biliminin verilerine göre iyileştirilmesi olanağı bulunmayan veya dayanılmaz acılar içinde olan kişinin rızasına dayalı olarak tıbbi yollarla öldürülmesi veya tıbbi yardımın kesilerek ölüme terk edilmesidir.[1] Ötanazinin Türk hukukundaki yerini anlamak için türlerine göre aktif ve pasif ötanazi olmak üzere iki başlık altında incelemekte fayda vardır. Aktif ötanazi, doğrudan doğruya hekim tarafından ölüme neden olacak tıbbi müdahalelerin uygulanması neticesinde gerçekleştirilirken; pasif ötanazide dışarıdan hiçbir müdahale olmaksızın, hareketsiz kalınmak suretiyle ölüm sonucunun gerçekleşmesi beklenmektedir. Bu anlamda hastanın ölümünün gerçekleştirilmesi amacıyla vücuduna ilaç enjekte edilmesi, aktif ötanaziye örnek oluştururken; hastanın tedaviyi reddetmesi dolayısıyla tedaviye hiç başlanmaması ya da yaşam faaliyetlerini sürdürmesi için zorunlu olan yaşam desteğinin çekilmesi pasif ötanaziyi sonuçlamaktadır. Hastanın “yaşam faaliyetlerini sürdürmesi için zorunlu olan yaşam desteğinin çekilmesi” hususunda hekimin pasif olmadığını, ölümde aktif rol oynadığını kabul eden görüşler de bulunmakta olup, bu ihtimal aynı zamanda aktif ötanazi kavramı ile ilişkilendirilmektedir.[2]
1982 Anayasası’nın 17. maddesinin 1. fıkrasında “Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.” denilmek suretiyle yaşama hakkı anayasal güvence altına alınmıştır. Yine Hasta Hakları Yönetmeliği’nin 13. maddesi ile doğrudan doğruya ötanazi yasaklanmış olup, tıbbi gereklerden bahisle veya kişinin kendi talebi doğrultusunda olsa dahi hayat hakkının vazgeçilmez olduğu vurgulanmıştır. O halde yaşama hakkı, kişinin mutlak vazgeçilmez haklarından olup, yaşamın kişinin kendisi tarafından veya rızası doğrultusunda bir başkası tarafından sonlandırılması hukuk sistemi tarafından korunmayacaktır.
Nitekim Tıbbi Deontoloji Nizamnamesi madde 14 ve Hasta Hakları Yönetmeliği Madde 14 ile hekimin görev ve sorumlulukları düzenleme altına alınmıştır. Buna göre hekim ve diş hekiminin hastanın hayatını kurtarmak ve sağlığını korumak mümkün olmadığı takdirde dahi, ıstırabını azaltmaya veya dindirmeye çalışmak zorunda olduğu görülmektedir.
Yine Tıbbi Deontoloji Nizamnamesi’nin 13. maddesinde hekimin yapmaktan yasaklı olduğu hususlar ortaya konulmuş olup, buna göre hekimin teşhis, tedavi veya korunmak gayesi olmaksızın, hastanın arzusu veya diğer sebeplerle akli ve bedeni mukavemetini azaltacak herhangi bir şey yapamayacağı düzenleme altına alınmıştır. Burada geçen “herhangi bir şey yapamama” halinin, tıbbi müdahalede bulunma ve hiçbir tıbbi müdahalede bulunmadan hareketsiz kalma olmak üzere geniş yorumlanması gerekmektedir. Nitekim burada asıl vurgulanan husus; hekimin “teşhis, tedavi veya korunmak gayesi” olmadan hareket etmesi veya hareketsiz kalması ve “hastanın akli veya bedeni mukavemetinin azalması” unsurlarıdır. Dolayısıyla söz konusu maddenin düzenleme amacının bu iki unsurun birlikte gerçekleşmesi olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.
Ancak her ne kadar hekim bakımından hastanın akli veya bedeni mukavemetinin azalması neticesini meydana getirecek nitelikte harekette bulunma ve/veya hareketsiz kalma durumlarının yasaklanması söz konusu olsa da; bu maddenin rıza mefhumundan ayrı değerlendirilmesi mümkün olmayacaktır. Nitekim Tababet ve Şuabatı San’atlarının Tarzı İcrasına Dair Kanun’un 70. maddesi ile hastanın kendisine uygulanacak olan tıbbi̇ müdahale bakımından rızasının aranması gerektiği ve bu kapsamda hastanın tedavi̇yi̇ ret hakkı olduğu hususu düzenleme altına alınmıştır.
Yine aynı doğrultudaki Hasta Hakları Yönetmeliği madde 24 ve madde 25 ile de hastanın rızası hilafında tıbbi müdahalede bulunulamayacağı ve hastanın kendisine uygulanması planlanan veya uygulanmakta olan tedaviyi reddetmek veya durdurulmasını istemek hakkına sahip olduğu düzenleme altına alınmıştır.
Tüm bunların yanında Türk Ceza Kanunu aktif veya pasif ötanaziye ilişkin özel bir düzenleme içermemektedir. Bu nedenle; Türk hukukunda talep üzerine öldürme ve aktif ötanazinin kasten öldürme ve intihara yönlendirme suçları kapsamında değerlendirilmesi söz konusu olacaktır. (TCK m.81) Pasif ötanazi ise kasten öldürmenin ihmali davranışla işlenmesi suçu kapsamında değerlendirilir. (TCK m.83) Bu hususta Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararı çok nettir:
“Ayrıca mağdurun rızası suçu ortadan kaldırmaz. Yasa müessir fiil suçunda hukuka uygunluk sebebi olarak mağdurun rızasını kabul etmemiştir. Beden bütünlüğü ile ilgili haklar üzerinde kişinin sınırsız tasarruf yetkisi yoktur. Beden bütünlüğüne zarar veren, kişinin toplumsal görevlerini yerine getirmesini engelleyecek eyleme ilişkin rıza, geçerli olamaz.Öğretide çoğunlukla mağdurun rızası takibi şikayete bağlı müessir fiil eylemlerinde geçerli kabul edildiği halde, re’sen kovuşturulan müessir fiil eylemlerinde geçerli kabul edilmemektedir. Bu suçta mağdurun rızasını kabul etmek bizi sonuçta ötenaziyi kabul etmeye kadar götürebilecektir ki Türk Hukukunda ötenazi, kasten adam öldürme şeklinde cezalandırılmaktadır ( Erem, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, c. IV s. 416; İçel, Suç Teorisi, s. 188, DönmezerErman, Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku c. 2, s. 78, Önder, CezaHukuk Dersleri, s. 260).”[3]
O halde; gerek yaşama hakkının vazgeçilmezliğine ilişkin Anayasal düzenlemeler gerekse ötanazinin yasak olduğuna ilişkin olarak yapılan hukuki düzenlemeler doğrultusunda ülkemizde aktif ötanazinin hiçbir şekilde uygulanması mümkün değildir. Ancak tüm bu düzenlemeler karşısında; Türk hukukunda hastanın tedaviyi ret hakkı kapsamında fiili olarak “pasif ötanazi”nin uygulanabilirliği olduğunu söylemek mümkündür.