1945 sonrası adım adım Amerikan uydusu haline gelen bir ülkede büyüdük.
TRT her pazar kovboy filmleri gösterirdi.
Biz de bahçede kovboyculuk oynardık.
Ben hep Kızılderili olurdum.
Ezilenlerden yana olmak bir refleksti.
Olimpiyatlarda da hep ABD’nin rakiplerini tutardım.
Emperyalizmin küstah ve kibirli üstünlük iddiasının bozulması bana ayrı bir zevk verirdi.
Sonra TRT’de “Kökler” dizisi yayınlanmaya başladı.
Afrika’dan zincire vurulup Amerika’ya getirilen genç Kunta Kinte’nin acıklı hikayesini gözlerimiz yaşlı, öfkeyle izledik.
Sadece derilerinin rengi yüzünden insanlar hayvan gibi alınıp satılıyor, tecavüze uğruyor ve öldürülüyordu.
Köleliğin ne demek olduğunu gördük.
Biz tarihte hiç köle olmadık ama maalesef çok sefer ona yakın durumlara düştük.
Feodalizmin faşizme dönüşmesini yaşadık.
Kunta Kinte yayınladığı sene 1981’de, ABD yanlısı 12 Eylül rejimi Diyarbakır Hapishanesi’nde solcu Kürtlere dışkı yedirmişti.
Köyler basıldı, solcular infaz edildi.
Maksat Kürtleri ezilen sol halkçı hareketin içinden koparıp, Helsinki Yurttaşlar Bildirgesi’ndeki yeni dönem psikolojik harp taktiğiyle, ayrılıkçı hareketin içine sokmaktı.
Alevilere karşı 80 öncesi düzenlenen kanlı provokasyonlar, 80 sonrası Kürtleri hedef almaya başladı.
Milliyetçiliği ırkçılığa dönüştürdüler.
Dinciliği mezhep düşmanlığına, solculuğu etnik bölücülüğe, azınlık hakları savunuculuğuna indirgediler.
PKK böyle geldi.
ABD’ye dönersek…
1945 SONRASI 30 MİLYON CESET
ABD’de James A. Lucas tarafından yapılan bir araştırmaya göre (1), Amerikan Emperyalizmi, 1945 sonrası yani İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, 37 ülkede çıkarttığı savaş, vekalet savaşı, iç savaş ve darbelerde 20 ila 30 milyon insanın ölümüne yol açtı.
Tek tek sayıyorum bu ülkeleri:
Afganistan, Angola, Arjantin, Bangladeş, Bolivya, Brezilya, Kamboçya, Vietnam, Çad, Şili, Çin, Kuzey ve Güney Kore, Kolombiya, Küba, Demokratik Kongo Cumhuriyeti (eski Zaire), Dominik Cumhuriyeti, Doğu Timor, El Salvador, Grenada, Guatemala, Haiti, Honduras, Endonezya, İran, Irak, Filistin, Laos, Nikaragua, Nepal, Pakistan, Panama, Paraguay, Filipinler, Sudan, Uruguay, Yugoslavya.
Araştırmanın tarihi 2015 olduğu için bu rakamlara son 5 yıldakiler eklenmemiş.
Ayrıca yıllardır ABD kaynaklı teröre binlerce insanını kurban veren Türkiye de uzun listede yer almıyor.
ABD kaynaklı açlık ve hastalıklar yüzünden ölenler de rakamlara girmemiş.
Araştırmaya göre, ABD, Kore, Vietnam, Kamboçya, Laos ve 2 Irak savaşında 10 ila 15 milyon kişinin ölümünden doğrudan sorumlu.
Yani attığı bombalarla, füzelerle, her türlü silahlarla Asya’da 15 milyona yakın insanı öldürmüş.
Endonezya, Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Afganistan, Doğu Timor, Guatemala, Pakistan ve Sudan’da ise vekalet savaşlarında 9 ila 14 milyon insanın ölümüne yol açtı.
Buna son dönemdeki Irak, Libya, Yemen, Suriye, Ukrayna da eklendiğinde bu rakam bir kaç milyon daha artacaktır.
Burada amaç ceset torbası saymak değil ama olayın vahametini vurgulamak açısından bunları saydım.
Tek bir ölümün, acımasızca ensesine basılarak öldürülen bir insanın ölümü bana milyonlarcasını hatırlattı.
‘NEFES ALAMIYORUM’
Tüm dünyanın dehşet içinde izlediği görüntülerde daha önce de bir siyahiyi nedensiz yere vurup öldürüp ceza almamış Derek Chauvin (Okunuşu: Şoven, yani tam anlatıyor ırkçı şovenist polisi) George Floyd isimli siyahiyi evrakta sahtecilikten gözaltına alırken bir de boynuna diziyle basıyor.
Arkadan kelepçeli Floyd can havliyle boğuluyorum diye feryad ediyor.
46 yaşındaki talihsiz adam, boynuna bastıran faşist bir dizin altında 7 dakika boyunca debelendi ve “annecim annecim” diyerek öldü.
O, son 3 yılda nedensizce ve acımasızca polis tarafından öldürülen 500 siyahiden biriydi.
ABD’de Bill Gates ve arkadaşlarının mamulü koronavirüs krizi altında, herkes sıkıyönetim düzenine geçirilmeye çalışılırken, bir anda sokaklar karıştı.
Minnesota eyaletinin Minneapolis ve Kalifornia’nın Los Angeles şehirlerinde isyan çıktı.
Polis karakolları yakıldı, marketler yağmalandı, bankalar haşat edildi.
Bunda sadece polisin siyahilere zulmü değil son sosyo ekonomik krizin de rolü vardı.
Pandemi sürecinde Amerikalı zenginler 400 milyar dolardan fazla vurgun yaparken, fakir ve dar gelirli 30 milyondan fazla Amerikalı da işsiz kaldı.
Derek Chauvin’in eli cebinde masum bir siyahiyi öldürmesi ve (yine) ceza almaması, bardağı taşıran damla oldu.
Polis telsizleri kapattı, protestoculara ateş açtı, en az 2 ya da 3 kişi de kurşunla öldü.
Gelir dağılımının açık ara en bozuk olduğu ülke olan ABD’de Güneyli köle sahibi toprak ağası kılıklı Başkan Trump ise, ulusal muhafızları çağırıp, “yağmacılar vurulur” dedi.
Polisin tutuklanmamasını kınayan Minneapolis Belediye Başkanı Jacob Frey’i de “radikal solcu” diye hedef gösterdi.
Oysa daha geçen ay ağır silahlı “beyaz” protestocular, Michigan Eyalet Meclisi’ni basmıştı.
Son derece “barışçı” geçen protesto eylemlerinde kimsenin burnu kanamadı!
Adamlar ağır makinalı tüfeklerle eyaletin, yani devletin meclisini yani kabesini basıyor, kimseden tık yok.
Dedesi altına hücumda genelev işleterek zengin olan Trump’ın tam bir faşist olduğunu biliyorduk ama işlerin bu noktaya gelmesi hakikaten ilginç.
Bu arada Trump’ın twitterda şiddet yanlısı mesaj yazması gerekçesiyle engellenmesi de, yaşadığımız yeni anormal.
Veya CNN muhabirinin canlı yayında polis tarafından gözaltına alınması da, Amerika dışında görmeyi beklediğimiz şeylerdendi.
Hong Kong’daki göstericiler ABD bayrağı ile Çin düşmanlığı yaparken, Amerika’dakiler ABD bayrağı yakıyordu.
Yani düşmanlık artık onulmaz noktalara gelmiş.
MISSISIPI HALA YANIYOR
Yazının başında sözünü ettiğim o 37 ülkeye, aslında ABD’yi de eklemeliydim.
Çünkü Amerikan tarihinde, kendi başkanını öldürmek kadar, kendi vatandaşlarını bombalamak da var.
21 Haziran 1964 günü 20’li yaşlarındaki üç genç aktivist, Mississippi eyaleti Neshoba Bölge şerifince gözaltına alındı. İsimleri, Andrew Goodman(20) ve Michael Schwerner (24), Siyahi aktivist James Chaney (21)idi.
Siyahların oy verme haklarına sahip çıkmak ve “Özgürlük Yazı” hareketi için destek bulmak için gelen 3 idealist genç, ırkçı faşist Ku Klux Klan (KKK) üyelerince katledildi ve nehre atıldı.
Polis ve FBI, cesetleri ararken 8 siyahinin daha cesedini buldu.
Amerika’nın ırkçı ve kanlı tarihi cesetlerle doludur.
Ama 1921 yılı farklı bir olaya sahne oldu.
Amerikan uçakları kendi ülkesindeki bir şehrin siyahi mahallesini bombaladı.
Oklahoma’nın Tulsa kentinde sözde bir siyahi gencin beyaz bir kızı taciz ettiği yalanıyla başlayan olaylarda ırkçı silahlı beyaz çeteler, siyahilerin mahallelerine saldırdı.
Bizdeki Maraş olaylarına benzeyen olaylar, 31 Mayıs ile 1 Haziran tarihleri arasında 18 saat sürdü.
Zengin ırkçı beyazlar uçaklardan mahalle üzerine benzin dolu variller attı.
Mahallenin tamamen yok olduğu olaylarda en az 300 siyahi öldü.
Hayatını kaybeden siyahilerin çoğu, yanan evlerde ve Oklahoma Ulusal Muhafız gücünün sözüm ona olayları engellemek için yaptığı silahlı müdahalede öldü.
Pek çok ceset ise bilinmeyen bir yere gömüldü.
Hala toplu mezar aranıyor.
Olaylarda 6000’e yakın siyahi de yaralandı.
Tabii ki tüm olanların üzeri kapatıldı.
1945 sonrası olan tüm kötü şeyler gibi.
Ama görünüşe bakılırsa olaylar giderek üstü kapatılmayacak bir noktaya doğru ilerliyor.
Trump’ın içeride yarattığı iç savaş ortamı, Çin veya Rusya, yahut da Venezuela ya da İran’a saldırmakla çözülecek gibi gözükmüyor.
Bill Gates ve Rockefeller sülalesi de bunları görüyor olmalı ki, virüsten medet umuyor.
Zenginlerin fakirleri çip takarak yönettiği bir dünya hükümeti hayalini kuruyorlar.
Amma velakin sadece Amerika’dakiler değil, bugün dünyada ezilen güney ülkeleri ve gelişmekte olan toplumlar da artık “nefes alamaz” hale geliyor.
KAYNAK:
- https://popularresistance.org/ushaskilledmorethan20millionin37nationssincewwii/
https://ktul.com/news/local/workwithgroundpenetratingradarbeginsinsearchforracemassacregraves