Karl Marks, insanlık tarihini sınıf savaşları tarihi olarak tanımlar. Sınıflar da, üretim fazlasının ortaya çıkmasıyla oluşmuştur. Bu durum, aynı zamanda adım adım devlet isimli büyük organizmanın kurulmasının da önünü açmıştır. Marks özetle, bütün mücadelelerin temelinin ekonomik olduğunu tezini gündeme getirir. Bu mücadelelerin bazen din bazen politik görünümlü olsa da bütün temelinin mali boyutu olduğunu söylemektedir.
Farklı farklı nedenlerden çıkan savaşlar da bilinmektedir. Örneğin kendi tarihimize bakıldığında, ekonomik anlamdan çok fetih ve medeniyet merkezli mücadeleleri görmekteyiz. Örneğin, Osmanlı’nın fethettiği bölgeleri klasik anlamda sömürmemesi, tam tersine fethedilen topraklardaki insanları özgür bırakması Marks’ın tanımıyla çelişmektedir. Evet, vergilendirme gibi belli parametrelerden ekonomik anlam çıkartılabilir. Ancak tek nedenin ekonomi olmadığını güçlendiren nedenler çokça fazladır.
Ayrıca savaşsız bir dünya hayal edilir. Ancak hiçbir zaman bu hayal gerçekleşmemiştir. Bunu tarih kanıtlamaktadır. Amerikalı bilim insanlarının bir araştırmasına göre, M.Ö. 3600 yılı baz alınarak o tarihten 2000 yılına geçen 5600 yıl içinde savaşsız geçen yıl sayısı 300 olarak belirlenmiş. Bu tarihlerde kayıtlar olmadığı için belki de süre daha az olabilir. Aynı araştırmaya göre, bu 5600 yıl içinde 15 binden fazla savaş gerçekleştiği tespiti yapılmış.
İngiltere’nin güneydoğusunda yer alan tarihi Essex bölgesindeki kazıdan çıkarılan ve M.Ö. 200 bin yılına ait olduğu tespit edilen ilkel savaş aleti mızrak da, aslında savaşların, mücadelelerin tarihinin çok eski olduğunun kanıtıdır. Belki o mızrak, avcılık için kullanılmıştı. Ancak adım adım o savaş aleti kıtalararası füzelere yol açan silahlanmanın önünü açtı.
Ayrıca Haklı Savaş/Haksız Savaş teorileri de var. Örneğin sömürgeci/emperyalist güçlere karşı verilen vatan savunmaları Haklı Savaş kategorisinde değerlendirilebilir. Yine gasp edilmiş alanların kurtarılması için verilen mücadele de bu kategoride yer alabilir.
Demem o ki savaş, tanımı ne olursa olsun maalesef dünyamızın, insanlık tarihinin bir gerçeği.
Bunu neden mi düşündüm: Yunan gazetecilerinden Andreas Mountzouroulias, Yunanistan ve Fransa’nın, Türk donanmasına saldıracağını yazmış. Ayrıca farklı farklı haber sitelerindeki bilgilere göre, iki ülke Türkiye’ye karşı ortak hareket edecek, Yunanistan Fransa’dan 2 fırkateyn alacak ve 4 tane fırkateyn de inşa edecek. Bilgilere göre, Yunan Deniz Kuvvetleri komutanları toplantısında acilen filonun güçlendirilmesi gerektiği, bu çerçevede de iki adet Belharra sınıfı firkateyne ihtiyaç duyulduğu karara bağlandı ve bu karar rapor olarak Yunan Savunma Bakanlığına gönderildi. Bakanlık, gerek bu rapordaki bilgileri gerek ek olarak 4 tane fırkateyn inşa edilmesi ile ilgili çalışmayı değerlendirerek Ekonomi Bakanlığı’na gönderecek.
Yunanistan tersanelerindeki mali sıkıntı ise bu üretimin kolay olmayacağını göstermekte. Örneğin, Elefsis Tersanesi yetkilileri, hem tersane yönetim kurulu başkanına hem de milletvekillerine gönderdikleri mektupta, tersanenin yaşadığı sıkıntılar açıkça anlatılmış.
Aslında Yunanistan’ın bu isteği, 2009 yılında da gündeme gelmiş, üretici Fransız Naval Froup ile bu tarihte 6 adet Belharra çok görevli fırkateyn için görüşmeler gerçekleştirmişti. Ancak Yunanistan’da etkili olan ekonomik kriz, o tarihte bu alımı engellemişti. Doğu Akdeniz’de, özellikle de Girit’in güneyinde Türkiye’nin haklı itirazları gündeme geldikçe (ki, bu itirazlar Deniz Kuvvetleri Kurmay Başkanı Tümamiral Cihat Yaycı tarafından “Yunanistan Talepleri (Ege Sorunları) Soru ve Cevaplarla” başlığıyla kitaplaştırıldı ve bu ülkede büyük panik ve tepkiyle karşılandı. İşi Tümamiral Cihat Yaycı’yı dolaylı ve doğrudan ölüm tehdidine kadar vardırdılar) Yunanistan paniğe kapıldı ve yeniden donanmasına yatırımı planlamaya başladı. Yani, Yunanistan ekonomi ve Korona Pandemisinde dahi silahlanmaktan tasarruf etmeme kararı aldı. Bunu da, aslı astarı olmayan “Türk tehdidi” safsatasıyla pazarlamaya çalışıyor. Aslında ortada bir tehdit değil, “haklı ve meşru Türk itirazı” var.
Evet, haklı itiraz. Sınırı olmadığı halde, Girit ve Rumlar üzerinden Doğu Akdeniz’de güç olmaya çalışan, Ege’yi bir Yunan gölü haline getirmeye çalışan Yunanistan’a karşı yıllarca dostça diplomasi yürüten Türkiye, içimizdeki vatan haini FETÖ’cüleri ve diğer unsurları (ki tam temizlenmediği biliniyor) temizledikçe yeniden gerek kendisinin ve Kıbrıs Türklerinin gerekse de Doğu Akdeniz’e sınırı bulunan ülkelerin haklarını dile getirmeye başladı. Bu da hayaller peşinde koşan Ege komşumuzu, panikletti. Ancak Türkiye, geri adım atacak gibi görünmüyor.
2006 yılından bu yana sürdürülen Akdeniz Kalkanı Harekatı’na Pakistan ve Ürdün’ün katılması, Azerbaycan, Arnavutluk, Cezayir, Gürcistan, Libya, Lübnan ve Tunus’un da harekata dahil olma sürecinin başlaması tedirginliği bir kat daha artırmış. Defence Point sitesinde yayımlanan bir makalede Arnavutluk’un Türkiye ile hareket etmesi durumunda AB üyeliğinin tehlikeye gireceği tehdidi savrulmuş. Gelecekte bir AB kalırsa tabi…
Zaten İtalyan medyasında yer alan, “Doğu Akdeniz'de faaliyet gösteren Fransız TOTAL ve İtalyan ENI petrol şirketleri, Güney Kıbrıs'ın iddia ettiği MEB alanındaki 6. bloktan çekilerek Rumları ve Yunanistan'ı yalnız bıraktı” haberleri de Yunanistan’ın arkasındaki ülkelerin de Türkiye’yi karşısına alamayacağını göstermekte.
Özetle, Yunanistan kendi insanını bile düşünmeyecek derecede paranoyak bir sürece doğru sürükleniyor. Karşısında da haklı taleplerini blok halinde savunan bir Türkiye var. Eğer bu süreç aktardığımız gibi bir savaş sürecine ilerlerse, Yunanistan’ın yaşadığı çöküşü hızlandıracaktır. Onu ne sırtını dayadığı Fransa ne de başka bir devlet kurtarabilir.