TEVFİK KADAN

Avrasya Birlik Vakfı (AvrasyaBir), Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi (ASAM) ve Türk Denizcilik ve Global Stratejiler Merkezi (TÜRK DEGS) tarafından önceki gün İstanbul Pullman Hotel'de “Doğu Akdeniz ve Kıbrıs’ta Neler OluyorNe Yapılmalı” konulu sempozyum düzenlendi. 3 oturumun yapıldığı sempozyumda toplam 12 konuşmacı tebliğlerini sundu.

Sempozyumun açış konuşmasını düzenleyici kurumların başkanları yaptı.

'FIRLATMA ÜSSÜMÜZ KIBRIS'TA OLMALIDIR'

Açış konuşmasında Kıbrıs’ın uzay çalışmaları bakımından önemine dikkat çeken ASAM Başkanı Murat Doğanay, şunları söyledi:

“Yerçekimi, dünyanın en şişik noktalarına denk gelen 0 enleminde daha düşüktür. Bu sebeple Avrupa Birliği'nin fırlatma rampaları Fransız Guyanası'ndadır. Kıbrıs da yerçekiminin en düşük olduğu 0 enlemine Türkiye’den daha yakındır. Dolayısıyla Türkiye'den fırlatılacak bir uzay aracı 100 ton yük kaldırabilyorken, Kıbrıs’tan fırlatılacak bir uzay aracı 150170 ton götürebilecektir.

“İkinci husus ise; uzaya fırlatılan her araç için ilk 810 saniye kritiktir. Uzaya araçlar doğuya doğru fırlatılarak gönderilir. Bu sebeple fırlatma noktasının doğusunun insansız bölge olması hayati önemdedir. Kıbrıs'ın doğusu da denizdir. Dolayısıyla hem 0 enlemine yakın olması, hem de düşme durumda cana ve mala zarar vermemesi açısından Kıbrıs, gelecekte Türkiye'nin uzay araçları fırlatma üssü olması bakımından paha biçilmez kıymettedir.”

KKTC’nin müstakbel deniz yetki alanları

'ORDUYU CENGE HAZIR TUTMALIYIZ'

Avrasya Birlik Vakfı Başkanı Şaban Gülbahar ise açış konuşmasında şu değerlendirmelerde bulundu:

“Emperyalist yayılma devam etmektedir. Önümüzdeki süreç çetin geçecektir. Türkiye siyaseten olduğu kadar askeri olarak da kuşatılmaya ve boğulmaya çalışılıyor. 12 bin kilometre öteden gelerek bu bölgeyi dizayn etmeye çalışanların niyetlerini görmek zorundayız. Doğu Akdeniz’deki gelişmeler sadece enerji savaşı değildir. Kıbrıs meselesine romantik bir milliyetçilik perspektifinden bakamayız. ABD'nin Ege ve Doğu Akdeniz'de devasa üsler kurmasına gözümüzü kapatamayız. Bu silahların namlularının Türkiye’ye döneceğini unutmamalıyız. Tek hedefleri Türkiye’dir. Bugün çevremizdeki tehditlerin farkında olarak yeni bir Kurtuluş Savaşı’na hazır olmak mecburiyetindeyiz. Silahların insanlardan daha hızlı geliştiği bir süreçte, yedi düvelle karşı karşıya olduğumuz unutmamalıyız. Orduyu cenge hazır tutmalıyız. Silaha karşı olmanız, sana karşı doğrultulmasına engel değildir.”

Açış konuşmalarının ardından oturumlara geçildi. Konuşmacılar sunumlarında özetle şu vurguları yaptı.

Türkiye’nin Münhasır Ekonomik Bölgesi

'KKTC'Yİ TANITMAMIZ LAZIM'

Rauf Denktaş'ın Gezici Büyükelçisi Hüseyin Macit Yusuf: “Kıbrıs meselesi hukukun hiçe sayıldığı bir meseledir. 1960'ta kurulmuş Kıbrıs Cumhuriyeti, Makarios'un Anayasa'yı ortadan kaldırmasıyla yıkılmıştır. 1963’te EOKA teröristleri devreye sokularak, Kanlı Noel gibi katliamlar ile Kıbrıs Tükleri yok edilmeye çalışılmıştır. 1964’te Birleşmiş Milletler Güvenlik Kurulu, 186 No'lu kararı ile meşru Kıbrıs Cumhuriyeti'nin Rumların idaresinde olacağını karara bağlamıştır. 1974’te 15 Temmuz cunta darbesiyle Kıbrıs'ta yeni bir ENOSİS çerçevesinde hareket yapılmıştır. Makarios'un 19 Temmuz’da BMGK’da yaptığı konuşma mutlaka dinlenmelidir. Orada, adada cunta darbesiyle Kıbrıs Türklerinin de canlarının tehlikede olduğunu söylüyor ve garantör güçleri adaya davet ediyor.

“Bugün de ABD, Yunanistan’dan Suriye'ye uzanan bir çember içerisinde bizi ablukaya alma teşebbüsündedir. GKRY silahlandırılmaktadır. ABD askerleri tarafından Rum Muhafız Ordusu askerleri eğitilmektedir. Doğu Akdeniz’deki çıkarlarımız şunu göstermektedir ki; Çin ve Rusya ile çıkarlarımız uyuşuyor. ABD’nin düşmanca tavrını görüyoruz, buna kayıtsız kalamayız.

“KKTC'yi el birliğiyle tanıtacağız. Güçlü Türkiye güçlü KKTC'dir. Siz bu davaya sahip çıkarsanız, biz bu davayı kazanacağız. Ak Parti iktidarının tanınma konusundaki samimiyetini görmek istiyorum. Örneğin TÜRKSOY toplantısı var, KKTC burada gözlemci bile değil. Biz Türk dünyasının bir parçası değil miyiz? Azerbaycan, Pakistan bizi niye tanımıyor, niye bu ülkelere çağrı yapılmıyor? 20 Temmuz'da bir müjde açıklanacaktı, heyecanlandık ama müjde külliye çıktı, çok üzüldük. Artık vakit harcayacak durumumuz yok, biz tanınmak istiyoruz.

“Bu konuyla Türkiye’de parti liderleri içerisinde ilgilenen tek kişi Sayın Doğu Perinçek oldu. 20 yıldır Sayın Perinçek ile birçok ülkeye ziyaretlerde bulunduk. Bunun içinde Suriye, Azerbaycan, Rusya var. Rusya’dan önemli heyetleri KKTC’ye götürdük. Rusya KKTC’yi tanır, hatta Azerbaycan’dan erken tanıyacaktır. Sayın Perinçek, Abhazya ile KKTC’nin tanınması için anlaşma imzaladı. Abhazya, Rusya’nın olur vermediği hiçbir siyaseti güdemez.”

Türkiye’nin denizden karşılıklı komşuları

'KAZANCINI ELDE EDEMEDİĞİMİZ BİR DENİZ VAR'

KTÜ Deniz Bilimleri Fakültesi Dekan Yardımcısı Doç. Dr. Sercan Erol: Türkiye açısından Mavi Ekonomi; Mavi Vatan’daki kaynaklarımızın daha iyi yönetilmesini, deniz ekosisteminin sağlığı ile ekonomik büyümeyi sürdürebilir açıdan teşvik eden bir kavramdır. Küresel ve ticari ilişkilere aracılık eden denizyolu taşımacılığı sektörü, Mavi Ekonomi içinde önemli bir yere sahiptir. Atatürk'ün dediği gibi, “Kıbrıs düşman elinde olduğu müddetçe, ikmal yolları tıkalıdır.” Bugün dünyadaki deniz taşımacılığının yüzde 30'u Akdeniz'de gerçekleşiyor. Böyle önemli bir coğrafyada, filo büyüklüğümüz dünyada 35. sıradadır. Yaşlı bir filomuz var. Yaş ortalaması 3540’larda. Bu nedenle yük sahibi bizi tercih etmiyor ve navlun gelirlerine ciddi anlamda yansımaları oluyor. Türkiye'de yapılan denizyolu taşımacılığında navlun gelirinin yüzde 79.53'ü, yabancı şirketler tarafından elde ediliyor. Yani kazancını elde edemediğimiz bir deniz var.

“Son 10 yılda balık avcılığında ciddi bir azalma, yetiştiriciliğinde ise büyük bir artış var. Japonya'ya dahi somon ihraç eden bir ülke konumuna geldik. Yalnız finansal tablolar analiz edildiğinde şunu görüyoruz: Biz 100 liralık kazancımızın 90 liralık kısmını yumurta ve yeme veriyoruz. İkisini de yurt dışından alıyoruz. Yani 100 lira kazanıyorum, 90 lirasını yurt dışına gönderiyorum. İşçilik maliyetleri, vergi derken kârlılık yüzde 12'lere düşüyor. Bu balıkları kendi denizlerimizi kirleterek büyütüyoruz ve parayı onlara veriyoruz. Ben o zaman şunu soruyorum: Kapitülasyonlar devam mı ediyor?

“Gemi inşa sektöründe, yat üretiminde dünyada ilk 10 ülkeden biriyiz. Fakat Ukrayna'dan aldığımız çeliği, uzakdoğudan aldığımız ana makineyi, pervaneyi, Avrupa'dan aldığımız teknolojiyi montaj ediyoruz. Elde ettiğimiz 100 birimlik kazancın 95'ini yurtdışına gönderiyoruz. O zaman Mavi Vatan'a sahip çıktığımız gibi, Mavi Ekonomi'ye de sahip çıkmak zorundayız.”

Türkiye’nin ilan ettiği NAVTEX’ler

'ABD'NİN CANINI ACITMAK LAZIM'

Eski Dışişleri Bakanı Prof. Dr. Şükrü Sina Gürel: İyi bir diplomasinin arkasında bir stratejinin olması gerekir. Amerikan hegemonya denemesi sona erdi. ABD’nin bugünkü hali, 1919’daki İngiltere’nin haline benziyor. Yani Avrupa üstünlüğü sona ermiş ve denge oluşturucu rolünün de sonuna gelmiş. İngiltere o zaman, Yunanistan’ı bir koçbaşı gibi kullandı. Aynı şeyi bugün ABD yapmak istiyor. ABD bizi ve Rusya’yı kuşatıyor. Irak’ın, Suriye’nin kuzeyinde, Güney Kıbrıs, Girit, Dedeağaç ve Karadeniz'de silahlanan bir ABD görüyoruz. Dolayısıyla Mavi Vatan’a sahip çıkmak için yeni bir dış politika stratejisine ihtiyacımız var. Hemen Cumhuriyet’in ilk dönemindeki bölge merkezli dış politikasına dönmek gerekir. Mısır’da ve Suriye’de marjinal unsurları destekledik. Bağdat’la iyi değiliz ama Erbil’le iyiyiz. Suriye’deki meşru hükümetle iş birliği yapmıyoruz. Montrö’yü savunurmuş gibi görünüyor ama Ukrayna’yı Rusya’ya karşı destekliyoruz.

“Yeni bir dünya oluşuyor. ABD’nin Suriye’den çıkması için öteki devletlerle iş birliği yapalım. Irak’ın toprak bütünülüğünü savunalım. Libya'da uzlaşmacı olalım. Mısır’la kişisel hesapların önüne geçip ilişki kuralım. ABD’nin hasmane tutumunun olduğunu açıkça görelim ve buna göre tavır alalım. ABD’nin canını acıtmak lazım. İncirlik ve Kürecik’i kapatalım.”

Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de geri çekilişi

'TÜRKİYE'NİN BATI KOMŞUSU AMERİKA'DIR'

Emekli Büyükelçi Uluç Özülker: “Doğu Akdeniz'de karşı karşıya bulunduğumuz sorun 'Büyük Ortadoğu Sorunu'dur. Bölgedeki gelişmeler doğalgaz meselesi değildir. Türkiye'nin sorunu ise dostunun olmamasıdır. Mısır'la düşmanız, Esad'la kötüyüz... Dış politikada çıkarlar vardır. 1892'de bir yazarımız diyor ki, 'Tecrübe yenilen kazıkların muhassalasıdır.' Akdeniz'de kıyıdaşlar ile iş birliği yaparak güvenliğimizi garanti altına almamız gerekir.

Sorunların hepsi siyasidir. Evvela caydırıcı bir güce sahip olmamız lazım. Önemli olan askeri güçtür.”

İstanbul Altınbaş Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Eray Güçlüer: Türkiye'nin şu an için batı komşusu Amerika'dır. Bir stratejik kuşatma içindeyiz. Bu kuşatmadan çıkabilmek için Kıbrıs'a odaklanmalıyız. Kıbrıs'ı mutlaka tanıtmalıyız. İç sorunlarını çözmeliyiz. Kıbrıs'taki üslerimizin egemen üs haline getirilmesi çok önemlidir. Geçitkale'deki İHA/SİHA üssümüzü kara üssü ile takviye etmeliyiz. Karşımızda çok ciddi bir konvansiyonel güç var. Askeri üsler yalnızca bir askeri üs değil, askeri yığınaklanmadır. Fakat şu an Türkiye askeri olarak stratejik dengeyi sağlamıştır. Bu kapsamda S400'ler ve onun yerine üretilecek Siper füzeleri çok önemlidir. Ayrıca mutlaka siyasi olarak ittifaklara karşı ittifaklar oluşturulması gerekmektedir.

KIBRIS'TA KİLİT LOZAN'IN 16'NCI MADDESİDİR!

TÜRK DEGS Başkanı Müstafi Tümamiral Cihat Yaycı, sunumunda Lozan Barış Antlaşması'nın 16. Maddesi'ne atıfta bulunarak, “Türkiye'nin rızsı olmadan Musul ve Kerkük'ün statüsünün değiştirilemeyeceğini, Irak'ın kuzeyinde ve Suriye'de yeni ülkesel statüler ortaya konamayacağını ve Türkiye'nin Kıbrıs'tan dışlanamayacağını” söyledi. Amiral Yaycı şöyle konuştu:

“Türkiye’nin Kıbrıs sorunundan haberdar olmadığı, diğer bir ifade ile Türkiye’nin Kıbrıs diye bir sorununun olmadığı 1950’li yıllarda, İngiltere, Lozan’ın 16’ncı maddesine dayanarak Türkiye’yi Kıbrıs meselesinin içine çekti. Lozan Barış Antlaşması’nın belirleyici aktörlerinden olan ve Kıbrıs’ta zor şartlarla karşı karşıya kalan İngiltere, Kıbrıs’ın geleceği konusunda, ilgili taraf kimliğini ve Lozan’ın hukuki zeminini Türkiye’ye hatırlattı. Diğer bir deyişle o dönemde Kıbrıs’ta yaşanan gelişmeler İngiltere’yi, Lozan’ın 16’ncı maddesini lafzı ve ruhuyla uyumlu olacak şekilde, olması gerektiği şekliyle Türkiye lehine kullanmaya zorladı. Aynı hukuki zemin bugün Musul, Kerkük ve Irak’ın kuzeyi için de mevcuttur. Tabii ki iyi kullanılabildiği ve değerlendirebildiği takdirde...

“TürkiyeIrak sınırının nasıl belirleneceği Lozan Barış Andlaşması’nın 3’üncü maddesiyle düzenlenmiştir. Bu madde hükmünün gereği olarak yapılan ve Lozan’ın tamamlayıcısı niteliğinde bir belge olan 5 Haziran 1926 tarihli Türkiye ile İngiltere ve Irak Arasında İyi Komşuluk Andlaşması ile Irak’ın ülkesel statüsü tespit edilmiştir. Türkiye bu andlaşma ile belirlenen sınırın dışında kalan topraklar üzerindeki veya bu topraklara ilişkin olarak her türlü haklarından ve sıfatlarından, Lozan’ın 16’ncı maddesi ile Irak Devleti lehine feragat etmiştir. Ancak aynı madde hükmü ile Kıbrıs örneğinde olduğu gibi bu topraklar üzerinde ilhak, istiklal veya herhangi bir idare şekli hakkında esas kabul edilen veya edilecek olan bütün kararlar konusunda, Türkiye’nin söz hakkına sahip olacağı saklı tutulmuştur.”

KIBRIS'IN GELECEĞİ

“4 Haziran 1878 tarihli Türkİngiliz Savunma Andlaşması ile egemenlik hakkı Osmanlı Devleti’ne ait olmak üzere Kıbrıs’ın yönetimi İngiltere’ye devredildi. İngiltere, Osmalı’nın Birinci Dünya Savaşı’na katılmasını bahane ederek, 5 Kasım 1914’te adayı ilhak etti. Ancak Kıbrıs’ta 350 yıl süren Türk egemenliğinin sona ermesi, Lozan Barış Antlaşması’nın yürürlüğe girmesi ile hukukileşti. Antlaşmanın 20’nci maddesi hükmü ile Türkiye, İngiliz Hükûmeti’nce 5 Kasım 1914 tarihinde ilan edilen, Kıbrıs’ın İngiltere’ye iltihakını tanımaktadır. Ölü doğmuş bir antlaşma olan Sevr’e göre de (madde 132) Osmanlı, Britanya Hükûmeti’nce 5 Kasım 1914’te açıklanan ilhakı tanıyor, Kıbrıs üzerindeki veya Kıbrıs’a müteallik bütün hukuk ve tasarruflarından feragat ediyordu. Lozan’da, Sevr’de olduğu gibi İngiltere’nin Kıbrıs’ı ilhakı tanınmakla birlikte, Türkiye’nin birinci öncelikli ilgili devlet olarak Kıbrıs’ın geleceği konusunda söz hakkına sahip olacağı 16’ncı madde ile saklı tutuldu.

“Lozan’ın 16’ncı maddesinin karmaşık bir üslupla kaleme alınmasında aktif rol oynayan ve maddenin lafzı ve ruhuyla ne anlama geldiğini iyi bilen İngiltere, Ada’daki şartları ve aleyhinde gelişen olayları değerlendirerek, Lozan’ın 16’ncı maddesinden yararlanma yoluna gitmiş ve haklı olarak Türkiye’yi Kıbrıs sorununun içine çekmişti. Lozan Barış Andlaşması yürürlükte olduğu sürece; Türkiye, Antlaşmanın 16’ncı maddesi hükmüne dayanarak, Kıbrıs uyuşmazlığının taraflarından biri kimliğiyle bu uyuşmazlığın çözüm mekanizmaları içerisinde geçmişte olduğu gibi yer almalıdır. Andlaşmalar hukuku temelindeki bu bakış açısı ile Türkiye’nin Musul, Kerkük ve Irak’ın kuzeyine ilişkin uyuşmazlıkların da çözüm mekanizmaları içerisinde yer alması gerekmektedir.”

16'NCI MADDE NE DİYOR?

“Lozan Barış Antlaşması’nın 16’ncı maddesi egemenlik devrine konu olan Kıbrıs, Musul, Kerkük ve Ege Adaları gibi diğer bütün ülke kesimleri ile ilgili genel nitelikli ortak bir düzenleme getirmektedir. Bu madde; 'Türkiye, işbu Andlaşmada belirtilen sınırlar dışında bulunan topraklar üzerindeki ya da bu topraklara ilişkin olarak, her türlü haklarıyla sıfatlarından ve egemenliği işbu Andlaşmada tanınmış adalardan başka bütün öteki adalar üzerindeki her türlü haklarından ve sıfatlarından vazgeçmiş olduğunu bildirir; bu toprakların ve adaların geleceği (kaderi), ilgililerce düzenlenmiştir ya da düzenlenecektir.' hükmünü düzenlemektedir.

“Bu madde hükmünde iki nokta önem arz etmektedir. Birincisi; Türkiye’nin egemenliğini devrettiği ülke kesimleri üzerindeki her türlü haklarından ve sıfatlarından vaz geçtiğini kabul etmesidir. İkincisi ise; egemenliğini devrettiği ülke kesimlerinin geleceğinin ilgililerce düzenlenmiş veya düzenlenecek olmasıdır.

“Birinci nokta esas alınarak, Türkiye’nin, Lozan’dan sonra, egemenlik devrine konu olan ülke kesimleri üzerinde hiç bir hak iddia edemeyeceği ileri sürülebilir. 16’ncı maddenin sadece lafzına bakıldığı zaman böyle bir iddianın haklılık payı yüksek görülmektedir. Unutulmamalıdır ki Türkiye, Lozan’a Sevr Andlaşması’nı reddederek gelmiştir. Genel nitelikte bir toptan feragat hükmü Sevr’in 132’nci maddesinde vardı. Lozan’ın 16’ncı maddesi, Sevr’in 132’nci maddesinin muadili olarak hazırlanmıştı. Türkiye’nin itirazları sonucu değiştirilen ve Lozan Barış Andlaşması’nın 16’ncı maddesine karşılık gelen ilk taslağında da Sevr benzeri bir feragat hükmü vardı.

“16’ncı maddenin taslağında; 'Türkiye, ... egemenliklerini devrettiği ülke kesimleri üzerinde ilhak, istiklal veya herhengi bir idare şekli hakkında esas kabul edilen veya edilecek olan bütün kararları kabul ve tasdik eder.' şeklinde bugünkü Türkçe ile ifade edilebilecek hüküm mevcuttu. Buna göre egemenlik devrine konu olan ülke kesimlerine, bu bağlamda Kıbrıs, Musul, Kerkük ve Irak’ın kuzeyine ilişkin ileride alınacak kararları Türkiye’nin peşinen tanımış olması isteniyordu. Bu durumda Türkiye bu ülke kesimleriyle ilgili olarak hiçbir söz hakkına sahip olamayacaktı.

“Bu nedenledir ki Türkiye, 16’ncı maddenin ilk şekline itiraz etmiştir. Bu düzenleme değiştirilip 16’ncı madde nihai şeklini alıncaya kadar Lozan Barış Konferansı’nda çetin tartışmalara yol açmış ve hatta görüşmelerin kesilmesine neden olmuştur.

“Böylece Türkiye’nin Kıbrıs ve Ege Adaları’nda olduğu gibi Musul ve Kerkük’ün geleceğine ilişkin haklarını gasp eden hükmün tasarıdan çıkarılması sağlanmış ve 16’ncı madde bugünkü halini almıştı. Türkiye Lozan Barış Antlaşması’nın yürürlüğe girmesinden sonra, 16’ncı maddede sözü edilen ilgililerden biri, daha doğru bir ifade ile birinci öncelikli ilgili devlet olarak, egemenliğini devrettiği ülke kesimlerinin geleceği konusunda söz hakkına sahip olacağını saklı tutmuştur.

“Sonuç olarak, Lozan Barış Antlaşması’na göre Türkiye’nin rızası olmadan Musul ve Kerkük’ün statüsü değiştirilemez, Irak’ın kuzeyinde ve bu bağlamda Suriye’de yeni ülkesel statüler ortaya çıkamaz ve Kıbrıs’ta şu veya bu şekilde dışlanamaz, her ne aksi irade, istek ya da talep olursa olsun Türkiye’nin onayı olmadan ne bugün ne de gelecekte hiçbir statü değişikliği olamaz. Esasen Lozan’da söz konusu olan tüm eski Osmanlı Devleti topraklarında Türkiye’nin onayı olmadan sınır değişiklikleri ve devlet kurmalar olamaz. Bu son derece açık hukuki bir gerçektir. Türkiye’nin bundan faydalanması gerekir.”

Aydınlık