Said Nursi’yi fikri önder kabul eden Yeni Asya grubunun Risalei Nur Enstitüsü Ankara Şubesi’nde yapılan seminerde Diyanet İşleri Başkanlığı’na sert eleştiriler yapıldı.
Geçen yıl Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından hazırlandığı belirtilen gizli “Cemaatler Raporu”nda yeni FETÖ’ye aday gösterilen Nurcular da Diyanet’i “toplumu laikleştirme” aracı olmakla suçladı.
Seminerde laikliği hedef alan Nurcuların etkin isimlerinden Dr. Adnan Küçük, “Seküler bir toplum inşa etme sürecinin getirdiği bozulma sebebiyle dinî temelli ahlâkî değerlerimizi de kaybettik. Bu durum bizde sütün ya da yoğurdun bozulması gibi değil tereyağının bozulması (zehire dönüşmesi) gibi bir etki yaptı” dedi.
İsmi açıklanmayan seminer yöneticisi tartışmayı Diyanet İşleri Başkanlığı’na getirerek, şu yorumda bulundu:
“Laikliğin en önemli boyutlarından biri olan Diyanetin pozisyonu meselesini de konuşmamız lâzım. Bu konu için sorudan önce iki örnek vereyim. Mehmet Kutlular Ağabey 1999 depreminden sonra mealen “bu deprem bize İlâhî bir ikazdır, devletin dindarlara zulmetmesinin yanlışlığını hatırlatır, devlet yöneticileri ders almalı” dedikten sonra hakkında ceza dâvâsı açıldı, yargılandı. Uzun hikâye. Ama aynı dönemde başka bir şey oldu. Başbakan’a bağlı Diyanet İşleri Başkanı’nın talimatıyla hazırlanan hutbe neredeyse bütün camilerde okundu. Hemen hemen “deprem bir doğa olayıdır, haşa haşa Allah bu işlere karışmaz” mealinde ve doğrudan doğruya iman esaslarına aykırı sayılabilecek şeyler söylendi. Aklı başında herkes yanlış buldu ve cami çıkışında hocalara itiraz edenler oldu. Onlar da kendilerini savunurken 28 Şubat sürecindeki korkuları savuşturmak için mecbur kaldıklarını söylemeye kalktılar. Bunun bir benzeri 15 Temmuz meş’um hadisesinden sonra oldu. Mehdi, deccal, Hz. İsa gibi meselelerde tavır alabilmek adına yine siyasilerin talimatıyla hazırlatılıp okutulan ve Peygamberimizin (asm) ahir zamandan haber veren hadislerini ve dolayısıyla gelecekten haber verme manasındaki mu’cizelerini tümüyle inkâr eden şeyler söylendi. Bütün bunlar ve çok sayıda başka örnekten de gördüğümüz üzere, devletin elinde kalan, özerkleşememiş olan Diyanet İşleri Başkanlığı doğru laiklik açısından da ciddî bir problem gibi görünüyor. Bu konuda siz ne düşünüyorsunuz?”
Adnan Küçük, soruya şöyle yanıt verdi:
“Felsefî anlamla laiklikle alâkalı izahat kapsamında demiştim: Devletin dinlerle alâkası iki türlü olur.
Birincisi onunla savaşıp yok etmeye ve bilhassa toplumdan söküp atmaya çalışmak. Bu durum geçen yüzyılda bilhassa komünist ülkelerde göründü.
İkincisi de din üzerinden topluma müdahale ederek dinin muhtevasını dönüştürmek. Meselâ, CHP’nin tek parti döneminde yaptığı şey bu ikincisidir. Meselâ, o dönemde Türkçe ezan uygulaması, kanunla filan değil, 1932 yılında Diyanetin çıkardığı bir genelgeyle başlamıştır. Esasen Diyanetin başlangıçta ortaya çıkış sebebi de militan laiklik uygulamaları kapsamında devletin toplumu sekülerleştirme aracı olarak tasarlanmış olmasıdır. Sonra kendisini biraz dine hizmet amacına uygun hale getirmeye başlamış. Şimdiki arızalar da baştaki kurgunun devamı olarak ortaya çıkıyor.”