BİR
Dün haberlerde öğrendim, İstanbul ve Ankara belediyesi 10 Kasım’da mevlid okutup lokma dağıtacakmış.
Anlaşılan Cumhuriyet kurum ve değerlerine popülist yeni dini yorumlar getiriliyor. Şimdiden önlem alınmazsa AKP iktidarı gibi dindar halkın gözünü boyamak için bu sefer Atatürk adına dinin yine kullanılacağı görülüyor.
Arkadaşlar, Cumhuriyet’i iyi öğrenin, dini bayramlar ayrı milli bayram ve anmalar ayrı şeydir.
İnsanlar ve sivil kurumlar kendiliğinden 10 Kasım’da mevlid okutabilir lokma dağıtabilir, burada bir yanlış yok. Ancak resmi kurumların milli anma günlerine dini gelenekleri karıştırması absürd teamüllerin dini istismarın önünü açar. Mesela 10 Kasım’da Anıtkabir’e gittiğinizde saygı duruşu yanında pekala ellerinizi açıp dua edip fatihalar okuyabilirsiniz, bunda bir mahsur yok. Milli ve dini değerlerin ‘resmiyetini’ karıştırmayın,
Milli bayramlarda mesela Zafer Bayramı’nda resmi olarak marşlar çalınır ama isteyen ilahiler de okuyabilir, ancak ‘resmi’ olarak günün anlam ve önemine uygun olan kahramanlık marşı çalınır. Aynı şekilde Ramazan Bayramı’nda ya da Kandil Gecesi kalkıp milli marşların okunması saçmalıktır, ayrıca?
Mesela Atatürk’ün annesi Zübeyde hanım ‘resmi’ bir kimlik değildir ölüm gününde pekala mevlid okutulup lokma dağıtılabilir, ancak bu geleneksel dini tören ‘resmileştirilemez’. Ankara ve İstanbul Belediye Başkanları 10 Kasım’da dua edebilir, sivil kurumların mevlid okutmasını kişisel olarak tavsiye edebilir, ancak mevlit okutulmasını resmiyete dökemez.
Dini istismarın önünü açarsanız bir çok gelenek önce şeklini sonra ruhunu kaybeder, mesela, İslamcılığın 80’li yıllarda büyümesiyle Anadolu ‘düğünleri’ dini istismara uğradı. İslamcılar ‘düğünü’ düğün olmaktan çıkartıp mevlid okuma Kur’an okuma haline döndürmüştür, bunda milli dini bir sakınca yok, ama sonunda ortada bir Anadolu geleneği olarak cümbüşlü curcunalı ‘düğün’ kalmamıştır.
İmamoğlu bey, Süleymancılar yurdundan yetiştiği için Cumhuriyet Bayramı’nda eşinin giydiği dekolteyi galiba Süleymancı gibi tarikatlara açıklayamıyor ve bu tarikatlara, onların diliyle bakın ben, Atatürk’e ‘put’ gibi tapınmıyorum, Atatürk’ü dua mevlidle anıyorum mu, demek istiyor. Kişisel kimliğiyle istediği şekilde anabilir ama resmi kimliğiyle ‘mevlid’ okutturmak milli bir yas geleneğini istismardır. Mevlid okunması Anadolu İslam geleneği lokma dağıtılması alevi geleneğidir, yarın kalkıp kiliseler de 10 Kasım’da ayine zorlanırsa şaşırmayalım, böyle giderse 10 Kasım’da yine bütün camilerde mevlid okutulması da teamül ve zorunluluk haline gelirse şaşırmayalım.
Ankara ve İstanbul Belediye Başkanları, önce Cumhuriyet ve değerlerini tanıyın, Cumhuriyet’in üst kimliği ‘yurttaşlıktır’. Yurttaşlardan istenen bir dakikalık saygı duruşudur. Milli değerler ‘ortak değerlerdir’. Dini mezhebi etnik kim olursa olsun milli bayramlar ve anma günleri ‘ortaklaşa’ anılır. Herkes dinine mezhebine göre istediği anmayı kutlamayı yapabilir ama resmi olarak ölçü hepsinin eşitlendiği ‘yurttaşlıktır’.
Çok istiyorsanız Atatürk adına ve anısına çok ucuzundan kız öğrenci yurtları açın ya da başarılı yüz iki yüz öğrenci tespit edip yurt dışında okutun, ama değil Atatürk ismini ve törenlerini dini gösterilerin (reklam diliyle performansların) içine çekmeyin.
Anlaşılan AKP iktidarı dini değerleri nasıl istismar ettiyse siz de Atatürk ismini ve Cumhuriyet değerlerini aynı yolda istismara hazırlanıyorsunuz, bu şarlatanlıktır.
İKİ
Geçen günlerde bir haber geldi, Kaftancıoğlu Avrupa’da katıldığı bir toplantıda PKK’lılar pankart açıyor: ‘Sözünde Dur Kaftancıoğlu’.
Bu verilen sözleri aylar önce bu sütunda yazdığımda neden kızıl kıyamet koparttıp bizlere ağız dolusu küfürler ettiniz?
Şimdi bu verilen sözler CHP’liler tarafından çoktan doktrine edilmeye ve yeni parti programı gibi kitapları yazılmaya başlandı.
İstanbul CHP vekili akademisyen Yunus Emre, ‘Kökler, CHP ve devamlılık ve değişim’ adlı CHP raporu gibi bir kitap yazıverdi.
Yunus Emre, Fethi Açıkel vb. akademisyenler yeni CHP’nin yeni yüzleri, bu akademisyenler bundan beşaltı sene önce tertemiz dupduru ülkeyi ve CHP’yi geleceğe taşıyacak isimlerdi, ne oldu da yeni CHP’yi avdet eder etmez ‘açılımcı’ oluverdiler, çok acıklı bir hikayedir.
Yunus Emre’yi TV ekranlarından da tanıyorsunuz, temiz sakin efendi ve çok zeki bir akademisyen, ama, işte? Yeni CHP hepsini bir hizaya sokuvermiş. İbrahim Kaboğlu ve Ayşe Buğra’nın talebesi bu zavallı insanlara hocam deyip öven bir insandan memlekete hayır gelir mi?
Yunus Emre’nin Kökler kitabındaki tezi şu, yeni CHP Kılıçdaroğlu’yla yeni bir yola giriyor, işte bu yeni yol doktrine edilmeli, programı ve açılımıyla yeni bir CHP inşa edilmeli.
Ve CHP tarihinin büyük dönüm noktaları, 60’lı yıllarda İnönü ‘ortanın solu’yla yeni bir CHP’nin önünü açmıştı, 70’li yıllarda Ecevit ‘demokratik sol’la yepyeni bir kapı açtı, işte bu büyük dönemeçler gibi yeni CHP’de ‘açılımla’ kendine (üçüncü aşama) yeni bir yol açmalı, ve bu kitap da bu ‘yeni yol, yeni CHP’nin raporu.
Açılım’dan kastettikleri şu, AKP açılımı beceremedi deniyor, çünkü AKP’nin açılımı DiyarbakırAnkara arasında kurulmuştu, oysa, yeni CHP açılıma Trabzon’u Edirne’yi ülkenin tümünü dahil edecek yani ‘açılım’ı Meclis’e getirip oylayacak, bizim farkımız ‘Meclis’ deniyor.
Açılım’ın artık şart olduğuna da seçim sonuçlarıyla ikna olmuşlar, İstanbul seçimleri, deniyor, yepyeni bir ittifak kurdu ve zafer kazandı, o halde, HDP oylarıyla iktidarı almamız kesindir, yapacağımız tek şey ‘açılım’…
Raporun (kitabın) yazarı Yunus Emre, kitapta ulusalcılığı eleştirirken affedilmez bilgi yanlışları da yapıyor, diyor ki mesela, CHP’ye ulusalcılığı getiren İlhan Selçuklar’ın Yön Dergisi ve Doğan Avcıoğlu ekibidir. Bu bilgi külliyen yanlıştır. Ulusalcılık CHP’nin ruhudur altı okudur kökeni yapısıdır, CHP’nin kuruluşu ulusalcıdır.
Ulusalcılık federasyonculuğun karşıtıdır, doğru bilgi şudur, CHP’ye federasyonculuğu getiren SHP ekibi ve sonra (açılımla) Yeni CHP’dir.
Özetle, tekrarlayalım, şöyle diyor, Kılıçdaroğlu geldiğinden beri parti yeni bir rotaya girdi, o halde bu rotaya uygun bir program yapılmalı ve açılımı halka anlatmalı yola çıkmalı.
İstanbul CHP vekili Yunus Emre özet kitabının ruhuna uygun hiç bir tarihi meseleye derinliğine inmiyor, üstünkörü ana başlıklar altında kısa değerlendirmelerle geçiştiriyor ve sonucu açıklıyor!
AÇILIM, şart! Ve bu açılım CHP’nin (birincisi ortanın solu, ikincisi demokratik sol) üçüncü tarihi evresiaşaması.
Kitabı imzalayıp bize de göndermelerinin sebebi, Nihat Genç kitabı görsün ağız dolusu küfürler etsin ve kitabın reklamı olsun.
Oysa benim kişisel üzüntüm başka, Fethi Açıkel’i ve Yunus Emre’nin kimliğini çalışmalarını konuşmalarını ilk gençliklerinden beri iyi bilirim, evet doğrudur açılım sözlerini duyunca ağzımdan şöyle okkalı küfürler çıkıyor, ama söz konusu olan Sezgin Tanrıkulu, Kaftancıoğlu gibi isimler değil bu genç akademisyenler olunca yine de kendimi bir parça tutuyorum.
Çünkü, bu genç akademisyenlerin alınyazılarını kimliklerini Türkiye’nin hangi trajedisi bu kadar kökünden değiştirdi, inanın çözmeye hala anlamaya çalışıyorum.
Bu genç akademisyen tayfası nasıl oldu da Türkiye Devletini ortadan ikiye ayıracak bölücü dayatmaları Meclis’e taşımanın programında görevli hale geldiler, getirildiler?
Aralarında ne kadar çok konuşup tartışmışlar birbirlerinin beyinlerini yıllarca nasıl yıkamışlar ki ve aralarında açılım’ı öyle normalleştirmişler ki CHP’nin Türkiye Devleti’ni bölüp ikinci bir bayrak (PKK bayrağı) ikinci bir orduya (PKK ordusu) güya Meclis’te karar verecek şekilde gözleri kararıp körolmuşlar.
Açılım’ı Meclis’e getirerek HDP’ye verilmiş sözleri tutmuş olacaklar! Yeni CHP’nin artık vatan görevi bu! Bu konuda yalnız da değiller, İmamoğlu projesi ve propaganda ekibiyle, Sözcü, Halk TV, KRT, Cumhuriyet Gazetesi, ODA TV, İmamoğlu ve Kaftancıoğlu övgü ve reklamlarıyla bu yeni CHP programının emrine amade hale çoktan yola düzülmüşler.
Asıl trajedemiz HDP oyları garantisiyle bir ‘seçim kazanma’ sözüne Türkiye’nin yarısını bağışlıyacak hale gelen bu genç akademisyenlerin beyinlerikaderleritrajedieriyetişme tarzlarıokullarıhocalarıyla çevrili sert virajlı hikayeler.
(Benim gözümde Martin Scorsese sinemayı var eden dünyanın gelmiş geçmiş en büyük bir kaç yönetmeninden biridir.)
Martin Scorsese’nin prodüksiyon imkanları elimde olsaydı, bu memleketin pırıl pırıl genç akademisyenlerinin tertemiz saf masum yüzlerini anlatarak filme başlar ve olaylar nasıl çatışıyor gelişiyorsa bu tertemiz zeki gençler sonunda bölücü dayatmaların hamisi uygulayıcısı programcısı yapımcısı haline geliveriyor.
Ve milli topraklarını ortadan ikiye bölmenin görevini bu toprakları kurtarmış parti eliyle gönüllü yapar hale geliyorlar getiriliyorlar, müthiş bir hikaye olur.
Yani bu akademisyenlerin ve kitabın ön yüzüne bakarak bu derin trajediyi anlayamazsınız, hikayeyi anlamak için daha derine inmelisiniz.
Kırk uzun yıl, bu çocukları yetiştiren okulların öğretim kadrolarını bu çocukları çevreleyip kuşatan liberal siyasi atmosferi iyi tanımalısınız. Özal, Demirel ve FETÖ’lü Tayyipli yıllarda AB’ci açılımcı liberal fikirlerin başıboş bu üniversitelerde tıka basa nasıl bir hakimiyet kurduğunu iyi bileceksiniz.
Artık bu liberal hocalar meyvelerini çoktandır vermeye başladı, seriye bağlamış bir makine gibi ‘açılımcı’ üretiyorlar o partiye bu partiye menzul miktarda yerleştiriyorlar.
Öyle ki bu liberal furyası fırtınası o uzun yıllardan bugüne Cumhuriyet’i ve toprak bütünlüğünü savunacak tek kişi bulunmaz hale geldi.
veryansıntv