Son aylarda okuduğum Mustafa Kemal Atatürk’e ilişkin değerlendirmelerde çoğunlukla onun olağanüstü uzak görüşlülüğü vurgulanıyordu. Çok geçekçi ve önemli bir saptama. Ama yalnızca uzak görüşlü olup devrimci olmasaydı Mustafa Kemal, Atatürk olabilir miydi? Yani dünyanın saygı duyduğu, Cumhuriyetimizin kurucusu büyük lider olabilir miydi? Onu yalnızca saygıdeğer bir düşünür ve asker olarak anardık.
Atatürk’ün önderliğinde o önemli devrimleri başardıktan sonra, Cumhuriyetimize, bize ne oldu? Bugüne neden ve nasıl geldik? Sanırım sağlıklı bir çıkış yolu, bu soruya verilecek yanıtta gizli. Yanıt: Bağımsız ve onurlu dış politikayı, halkçılığı, devletçiliği, planlı karma ekonomiyi, laikliği, devrimciliği terk ettiğimiz için olabilir mi? Bence hepsinin rolü önemli. İçlerinde biri var ki o gerçekleştiğinde diğerleri onun askerleri gibi peşi sıra safa giriyorlar. Devrimci olduğunuzda yukardaki ilkeleri bir bir uygulamak zorundasınız, aksi takdirde amacınıza ulaşamazsınız.
Nitekim Altı Ok olarak ifade edilen ilkeler Cumhuriyetimizin kuruluş ve güçlendirilme mücadelesinde, yaşamın içinde yani pratikte ortaya çıkmış Atatürk tarafından formüle edilmiştir. Sonuç: Bugünlere gelmemizin nedeni, iktidarların başta devrimcilik olmak üzere Altı Ok’la ifade edilen ilkeleri adım adım terk etmeleridir.
DEVRİMLERİN KAZANIMLARI
Devrimlerin kazanımları neden korunamıyor?
Tüm dünya halklarının deneyimleri bize, devrimin bir aşamada gerçekleşip sonsuza kadar korunan bir durum olmadığını kanıtlıyor. Tarih ırmağının akışı hep ileriye doğru; ama bu gidiş dümdüz değil. İleri ve geri pek çok zikzak içeriyor. Acı bir gerçek, halklar kazanımlarına bilinçle ve örgütlü olarak sarılmadıkça, bu amaç için mücadele etmedikçe, kaybediyorlar. İşte bu bilinçle sarılma birçok kez yeni yeni devrimlerle gerçekleşiyor. Sabahattin Eyüboğlu, “Mavi ve Kara” adlı kitabında bu evrensel gerçeğe dikkat çekiyor: “Kaldı ki, daha uyanık toplumlarda bile halk, kanlı devrimlerle kazandığı hakları her zaman koruyamamış, devirdiği krallardan beter zorbalara, maceracılara dizginlerini kaptırmıştır. Her yerde halk, durmadan yenilemek zorunda kalmıştır devrimlerini. Öyle olmasa çok çabuk değişirdi dünyamız, insanlık İlkçağdan beri savaştığı nice düşmanlarını sırtında taşımazdı hâlâ.”
Eyüboğlu, Atatürk’ün başardığı devrimlerle bir temel attığını, bu devrimi sürdürme görevini başta gençler olmak üzere bize vasiyet ettiğini yazıyor: “Atatürk, saraya karşı bir halk devleti kurmuş olmakla, eski toplum düzenindeki bütün örümcek ağlarını yok ettiğini, dilediği imtiyazsız, sınıfsız halk bütünlüğünü bir anda gerçekleştirdiğini, sanacak kadar saf değildi. Temel atma durumunda olduğunu, halk düşmanlarının pusuda beklediğini, yapı yükselinceye kadar halkın bir hayli fırın ekmek yemesi gerektiğini biliyordu. O kadar biliyordu ki, Halk Partisi’ni, Halkevleri’ni eski düzenle savaşmak için kurmuş, gençliğe devrimleri koruma ödevini bu devrimlere karşı koyan güçlerin varlığını açıklamak için vermişti. Halkçı olduğu kadar gerçekçiydi Atatürk: Ülkü, dünya ötesi bir cennet bir ham hayal değil, hesaplı kitaplı yürüyerek, sağını solunu kollayarak adım adım kazanılacak sınırlı bir ülke, bir dünya köşesiydi onun için. Yedi düvelin topuna tüfeğine inat, Mehmetçik önce dış sömürgenleri kapı dışarı edecek, sonra iç sömürgenleri tepeleyerek kendi Anadolu’sunda insanca yaşamanın yollarını arayacaktı.”
Eyüboğlu, Atatürk gibi iyimser; bu mücadelenin er ya da geç kazanılacağına inanıyor: “İç sömürgenlerin dış sömürgenlerden çok daha güçlü olduğunu çoktan anlamış bulunuyoruz. Koca Atatürk bile haklarında gelememişti, gelemezdi onların. Sindirmekle kalmıştı o kara sülükleri. Halkın er geç uyanarak haklarından geleceğine inanıyordu.” 1
DEVRİMLER YENİ DEVRİMLERLE AYAKTA KALABİLİR
Eyüboğlu’nun sevgili arkadaşı, dostu Vedat Günyol da benzer düşünceleri dile getiriyor. Vedat Günyol, Atatürk’ün düşünce ve eylemlerini irdeleyerek onun, başarılanları yeterli görmediğini, gerçekleştirilen devrimlerin yeni devrimlerle gelişerek, ayakta kalabileceğini, belirttiğini yazıyor. “Atatürk: ‘Benim yaptığım işler birbirine bağlı ve gerekli şeylerdir. Bana yaptıklarımdan değil yapacaklarımdan söz edin’ derken, devrimlerin tam olmadığını anlatmak istiyordu. Biliyordu ki devrimleri yetersizdi. Ama bu yetersizliklerin yine devrimlerle giderileceğini, devrimlerin yine devrimlerle ayakta kalabileceğini de biliyordu. Onun için de Atatürk, devrimlerini ulusun en dinç, en dinamik bölüğüne, gençliğe emanet etmişti.”
Bu saptama bence, ülkemizin aydınları tarafından üzerinde çok fazla durulmayan önemli bir devrim yasasıdır. Kazanımların kalıcılığını ancak devrimlerin sürekliliği sağlayabilirdi. Vedat Günyol, bu açıklamaları yaptığı yazısında hepimizi ortak mutluluğumuz için bu mücadeleye çağırıyor: “Atatürk, Türk ulusuna hayatı sevinçle karşılamanın, yani mutluluğunun yolunu göstermiştir. Bu yolda yürümek, bu uğurda ölesiye savaşmak, devrimleri devrimlerle beslemek Türk aydınına düşen en büyük bir görevdir.” 2
BİRLİK OLMA ZAMANI
Evet, mücadele etmeliyiz. Ama nasıl? Son yıllarda toplumumuz inançlara, mezheplere, kökenlere göre bölünmeye, kör bir düşmanlığa mahkûm edilmeye, iç kargaşalıklara sürüklenmeye, terörle ve ekonomik zorluklarla yıldırılmaya, yalnız ve çaresiz hale getirilmeye çalışılıyor. Dayanışma azalıyor. Hoşgörüsüzlük gittikçe yaygınlaşıyor. “Bu da olamaz!” denecek nedenlerle insanlar kavga ediyor, hatta birbirini öldürüyor.
Birlik olmadan, güçlü ve başarılı olma olanağı var mı? İnsanı sevmek, onu anlamanın ve hoş görmenin birinci adımı olmalı. Sevmenin de çaba ve emek gerektirdiğini Sabahattin Eyuboğlu’ndan ve Vedat Günyol’dan öğreniyoruz.
Onlardan dostluğu, bencil olmamayı, kin tutmamayı, aklımızı kullanmayı özetle söylersek insan olmayı öğrenmeye ihtiyacımız var. İnsanlar sevilmeden vatan da sevilemez. Sevgi ve hoşgörü olmadan birlik olunamaz. Oysa ülke olarak ekmek gibi su gibi, birliğe de ihtiyacımız var. Atatürk’ün çok haklı olarak uyardığı gibi: “Bir ulus sımsıkı birbirine bağlı olmayı bildikçe, yeryüzünde onu dağıtabilecek bir güç düşünülemez.”
PREKAZİ’NİN AÇIKLAMALARI
Yazıma noktayı koyduktan sonra, Galatasaray’ın efsane futbolcularından Cevad Prekazi ile yapılan söyleşinin başlığı dikkatimi çekti: “Her yerde bir ‘Amerikanizm’ var. Buna bir de demokrasi diyorlar.” Çarpıcı bir saptama daha: “Propagandayla her şey yapılabilir, inanın bana. Zaten büyük bir propaganda yapıldı, ‘yok sosyalizm kötü, yok Tito diktatör’”
Prekazi, yaşadıkları geriye gidişi açıklıyor; Tito’nun halkı için yaptıklarını özlemle anıyor. “Okulumuz bedava, doktorlarımız bedava, hastanelerimiz, ilaçlarımız bedavaydı. Devlet düşünüyordu bunları. Babam işçiydi ama her sene tatile giderdik, hem de nereye istersek oraya. Her işçi ev sahibi olurdu. Her şeyimiz vardı Yugoslavya’da. Şehirlerde yüzme havuzları vardı, her isteyen kullanabiliyordu. Tito döneminde yapıldı bunlar. Şimdi ne oldu? Her şey para oldu.”
Tabii onların yaşadıkları bizden çok ağır, çok acı. Ülkeleri parçalandı. Prekazi çıkış yolu olarak devrimi öneriyor. Onun umudu da gençlerde: “Devrimler yine olacak. Olması lazım, başka türlü de gitmez bu. İnşallah gençler yetişecekler ve insan için normal olan bir hayatı kuracaklar.” 3
Kaynaklar:
1 Sabahattin Eyüboğlu, Mavi ve Kara, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2. Baskı Ekim 2002, İstanbul, S 40, 41.
2 Feyziye Özberk, Bilim ve Ütopya, İz Bırakanlar Dosyası/Vedat Günyol, No: 113, Kasım 2003.
3 soL’dan Hatice İkinci’nin röportajı.