Birleşmiş Milletler (BM) ve Almanya himayesinde düzenlenen İkinci Berlin Konferansı'na, Libya'dan Başbakan Abdulhamid Dibeybe ve Dışişleri Bakanı Necla elMenguş'un yanı sıra Türkiye, ABD, Rusya, İsviçre, Tunus, Fransa, İtalya, Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır, İngiltere, Hollanda, Cezayir, Çin, Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Avrupa Birliği, Afrika Birliği ve Arap Birliği’nden dışişleri bakanları ve üst düzey temsilciler katıldı. Konferansta, Libya'daki siyasi süreç, 24 Aralık seçimleri ve ülkedeki güvenlik sorunları masaya yatırıldı.
Libya'daki 'çatışmaların altında yatan nedenlerin ele alınması ve çözmek için daha fazlasının yapılmasının gerektiğine' işaret edilen konferansın sonuç bildirgesinde, "Tüm yabancı güçler ve paralı askerler, gecikmeksizin Libya'dan çekilmelidir" maddesi de yer aldı. Ancak maddeye Türkiye'nin şerh koyduğu belirtildi.
‘TÜRK ASKERLERİ ORADA, BİR ANLAŞMAYA GÖRE BULUNUYOR'
Bahçeşehir Üniversitesi Denizcilik ve Global Stratejiler Merkezi (BAU DEGS) Başkanı Müstafi Tümamiral Doç. Dr. Cihat Yaycı, Sputnik’e yaptığı değerlendirmede, bu konuya dair şunları söyledi:
“Türk askeri orada, bir anlaşmaya göre bulunuyor. Bu anlaşma, Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti’nin yani meşru hükümetin davetiyle askerlerimizin bulunmasını içeriyor. Askerlerimiz orada eğitim ve lojistik destek sağlıyorlar. Yabancı güç statüsünde algılanamaz. Yabancı güçlerin çekilmesi demek oraya bir davet üzerine veya anlaşma üzerine gelmeyen diğer güçlerdir. Türkiye, açıklığa kavuşturmak için şerh düşmüştür. Yabancı güçler kısmında Türkiye’nin de dahil edebileceği gibi bir münakaşaya yer vermemek için bunu açıklıkla belirtmek ihtiyacı duymuştur.”
‘TÜRKİYE'NİN ANLAYIŞI; LİBYA LİBYALILARINDIR'
“Libya’da düzenli bir ordu yoktu. Türkiye’nin sayesinde düzenli bir ordu kuruluyor” diyerek devam eden Yaycı, şunları ekledi:
“Libya’da bugün kan akmıyorsa bu, Türkiye’nin sayesindedir. Libya bugünkü barış, istikrar ve güvenliğini en başta Türkiye’ye borçludur. Hiç kimse yokken Türkiye meşru hükümetin yanında durdu ve bugünkü huzurlu ortamın oluşmasına ve bu zirvelerin yapılmasına zemin hazırladı. Eğer Türkiye olmasaydı, Libya’da kan gövdeyi götürüyor, sivillerin hayatı, şerefi, namusu, malı, mülkü tehlikede olacaktı. Türkiye’yi bir yabancı güç gibi görmek çok yanlıştır. Türkiye, yeni Libya’yı kuran güçtür. Türkiye’nin anlayışı; Libya Libyalılarındır. Ama Türkiye’yi bir işgalci yabancı güç gibi göstermek, Türkiye düşmanlarının ve Libya’yı yeniden sömürge yapmak isteyenlerin amacıdır. Libya’da Türkiye’nin kalmasını istemeyenler, Libya’nın tekrar karışmasını isteyenler ve Libya’nın tekrar sömürge haline gelmesini isteyenlerdir.”
‘LİBYA'DA İSTİKRARSIZLIK GÖÇ AKIMININ ŞİDDETLENMESİ DEMEKTİR'
Türkiye’nin birçok ülkede eğitim ve lojistik destek sunduğunu ifade eden Yaycı, Libya’nın geleceğine dair ise şunları söyledi:
“Libya’da tek meşru hükümet var ve herkesin bunu muhatap alması lazım. Ancak zirve öncesinde Hafter, IŞİD’le mücadele adı altında güneye indi, petrol bölgelerini ele geçirdi. Bunları görmezden gelmek çok yanlış. Libya’nın ikiye bölünmesi demek istikrar, barış ve düzenin oluşmaması demektir. O nedenle herkesin BM’nin tanıdığı Ulusal Mutabakat Hükümeti çerçevesinde birlik ve bütünlük içinde bir Libya hayal etmesi, hedeflemesi gerekir. Avrupa’yı da uyarmak gerekir; Libya’da istikrarsızlık göç akımının şiddetlenmesi demektir.”
‘TEHLİKELİ BİR GİDİŞAT VAR'
Peki, Müstafi Tümamiral Yaycı, Türkiye ile Libya arasındaki Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat Muhtırası’nın geleceğini tehlikede görüyor mu? Değerlendirmeleri şöyle oldu:
“Yunanistan’ın bölgede iki temel hedefi var. Birincisi, Libya’dan Türk askerinin çekilmesi; ikincisi de Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat Muhtırası’nın ortadan kaldırılması. Birinci amaç için çok ciddi efor kaydettiler ve bu zirvede kısmen bunu başarma noktasına geldiklerini görüyoruz. İkinci amaca gelince aslında AB ve ABD’nin baskısıyla, bu muhtırayı imzalamamıza rağmen halen sismik araştırma ve sondaj gemilerimizin Antalya Körfezi’nde tutuluyor. Ve bu muhtıranın sınırları içinde sondaj ve araştırma faaliyetlerinin yapılmaması, muhtıranın fiilen kadük hale gelmesine neden oluyor. Yunanistan iki amaca doğru süratle ilerliyor. Gerçekten tehlikeli bir gidişat var.”