Mersin’de PKK’lı teröristlerin intihar saldırısı sonrası CHP, İçişleri Bakanı’nı kamuoyunu yanıltmakla suçladı ve teröristin kimliğinin açıklanandan farklı olduğunu iddia etti.
Bunun doğru olduğunu düşünelim. Güvenlik güçlerimiz ilk incelemede yanılmış olsunlar. Birkaç gün içinde ayrıntılı incelemelerin raporları ortaya çıkınca hata düzeltilir ve gerçek kimlik tespit edilirdi. Normal bir ülkede, normal şartlar altında bu teknik bir sorun olmanın ötesinde hiçbir şeyi değiştirmezdi. Ama bizde, bütün yığınağını Erdoğan diktatörlüğü iddiası üzerine kurmuş, bu diktatörlüğü Suriye, Çin, Rusya, Arap ülkeleri gibi ülkelerin rejimlerine benzeterek Batılı yayın organlarına şikâyet mektupları yazmış bir muhalefet partisi sözkonusu olunca, teröristin kimliği hayat memat meselesine dönüşüyor.
CHP’nin dokuz yıl önceki raporunda bütün suçunun gazetecilikten ibaret olan, kendisine karşı en ufak bir muhalefete bile tahammül edemeyen diktatorya rejiminin hapislerde süründürdüğü mağdur gazeteciler listesi içinde bu teröristin de adı geçmiş. Terör saldırısı ile CHP çok net bir gol yiyince, teröristin gerçekte o kişi mi olduğu yoksa CHP’yi zor durumda bırakmak için mi onun adının ilan edildiği türünden evlere şenlik bir tartışmamız oldu.
Hapisteki gazeteciler meselesi, CHP’nin “Erdoğan diktatörlüğü” söylemine yaptığı stratejik yığınağın bir sonucu. CHP’nin stratejik konumlanışı Erdoğan’ın diktatörlüğünü kanıtlamayı zorunlu kılıyor. Cumhurbaşkanının ve hükümetin her eyleminde bir diktatörlük kanıtı aramaya yol açıyor. Eğer Türkiye’de diktatörlük varsa, eğer Erdoğan Türkiye’yi Rusya, Suriye, Çin vb. gibi demokrasinin olmadığı bir ülkeye “dönüştürmek” istiyorsa, mutlaka gazeteciler hapiste olmalıdır! CHP hapishanelere bakıyor ve o masum gazetecileri görüyor.
Oysa “gazeteciler mesleki faaliyetlerinden dolayı hapse atılmamalıdır” dediğimizde gazetecilerin yaptığı işin basın kanununa ve ahlakına uygun olması, verdikleri haberlerde kamu yararı olması ilkelerini uzlaşmanın temeline yerleştirmek zorundayız. Gazetecilik paravanının arkasına saklanan mevkutelerde bu ilkelere uyulmadığı hepimizin bildiği bir şey. Sözgelimi, PKK’nın denetiminde olduğunu bilinen bir gazetede “Kürdistan’daki gerilla birlikleri işgalci tc askerine korku salıyor” türünden bir alçaklığı kamu yararı taşıyan “haber”; bunları yazanı da basın ahlakı çerçevesinde görev yapan “gazeteci” sayamazsınız. Bu propagandadır. Siz bunları gazeteci saymaya ve hapiste olmalarını rejimin diktatörlüğünün kanıtı olarak görmeye devam ederseniz sadece yanlış stratejik konumunuz nedeniyle toplumsal tabanınızı genişletemez hale gelmekle kalmaz, aynı zamanda hükümetin gerçek hatalarının üstünü örten uğursuz bir siyasal rol de oynamaya başlarsınız.
CHP yönetimi, gerçeklere uygun olmayan siyaset okumasının sonucu olarak, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın eleştirilmesiyle Türkiye’nin milli çıkarlarının eleştirilmesini ayırt edemez hale geldiği için en radikal eleştiriyi yapıyormuş gibi konumlanırken, aslında Erdoğan’ın hatalarını da örtüyor ve onu eleştirilemez hale getiriyor. PKK’lı teröriste bakıp gazeteci gören gözler, intihar saldırısı üzerine bütün umudunu yanlış kimlik tespiti ihtimaline bağlamak zorunda kalıyor.
Oysa hükümetin hataları var. Aydınlık okurları biliyorlar: Vatan Partisi, son iki hafta içinde Hazine ve Maliye Bakanı’nı ve Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı’nı istifaya çağırdı. Cumhurbaşkanı sözcüsü İbrahim Kalın’ı Asya’ya yönelimi sabote etmekle suçladı vs. Bunlar somut ve programa dayalı eleştirilerdi. Muhalefet etmek ile mızıklanmak birbirinden farklıdır. Demokratik sistemlerde muhalefet bir kamu görevidir ve bu görevi yerine getirebilmek toplumu ve siyaseti doğru analiz edebilmeye bağlıdır. Demokrasiyi Batıcılıkla özdeşleştiren, Atatürk’ün mirası olarak AB’ye tam üyeliği gören CHP ise, “diktatörlüğe” karşı demokrasi mücadelesini de değirmenlere karşı veriyor.
Atakan Hatipoğlu
Aydınlık