CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu, geçtiğimiz günlerde yayınlanan bir söyleşisinde, “Parti içinde, ne yazık ki kendileri öyle tanımladıkları için ben kavram olarak bunu da çok doğru bulmuyorum tırnak içinde söyleyeyim, ‘ulusalcı’ olarak nitelendiren kişiler, gruplar, yapılar CHP'nin geçmişten bugüne sanki partinin değerlerine onların sahip olduğunu iddia edenler, sadece bunun üzerinden siyaset kurgulamak isteyen bir anlayış var. Bu kişi, oluşum ve yapılarla anlaşamadım. Bu genel parti çizgisinden ya da genel başkandan ayrı düştüğüm anlamına gelmiyor” şeklinde konuşmuş. “Ulusalcı yapı” tabiri, partideki varlığı meşru görülmeyen bir çevreyi çağrıştırıyor. Ancak bu sözler, CHP’de parti içi iktidarı elde tutan küreselcilerin, ulusalcılığı dışsallaştırırken kendilerini konumlandırması bakımından önemli.
Kaftancıoğlu’nun sözlerinde dikkat çeken hususlardan biri, “ulusalcılık” kavramının doğru bir adlandırma olmadığını iddia etmesi. Bu tanımı zorunluluktan –onlar kendilerine öyle dediği için kullandığını belirtiyor. Kaftancıoğlu’nun ulusalcılık kavramını doğru bulmama nedeni, bu kavramın adı geçen “yapı”ların gerçek siyasal konumlanışı örten ve gizleyen bir perde olarak kullanılıyor olduğunu düşünmesiyle bağlantılı.
Ulusalcılık, Türk siyasetine 1990’larda girmiş bir kavram. Emperyalist merkezlerin 1970’lerin sonlarında başlattıkları neoliberal saldırının Türkiye’deki uygulaması, Atatürkçülük maskesi takmış 12 Eylül cuntası eliyle hayata geçirildi. Buna tepki olarak, 1980’li yıllarda Atatürk’ün tam bağımsızlık siyasetine bağlı olan aydınlar arasında tepkiler ve örgütlenmeler ortaya çıktı. 1991’de SSCB’nin dağılmasının ardından neoliberal saldırı, kaba kuvvetin devreye daha da pervasızca sokulması suretiyle şiddetlendi. Küreselleşme adı verilen yeni emperyalizm, esas olarak ulusdevletin temsil ettiği ekonomik, siyasal, toplumsal ve kültürel kazanımların tümünü tasfiye etmeyi dayatıyor. Daha az devlet olmak, milletleşme sürecinin de kesintiye uğraması oluyor. Milli kimliğin ve yurttaşlığın yerini etnik, mezhepsel ve cinsel kimlikler etrafında parçalanmış bir toplumun alması dayatılıyor.
Bu devletsizleşme ve milletsizleşme zorlaması, ulusal bağımsızlığı ve egemenliği koruma refleksi etrafında eskinin sağ ve sol akımlarını çapraz keserek, ulusalcılık denilen bir cepheleşmeyi doğurdu. Ulusdevletin, ulusal ekonominin ve ulusal kültürün demokratikleşmenin önünde bir engel, bir tektipleştirme vs. olmadığı, aksine daha demokratik bir topluma giden yolda elde tutulması gereken bir kazanım olduğunu savunan her görüşten kişi ve grup, ulusalcılık diye adlandırılan bir tavırda yan yana gelmeye başladı. Bunun karşısında ise küreselleşmenin kendiliğinden, doğal, merkezsiz ve kaçınılmaz bir süreç olduğunu savunan, eskinin sağ ve sol akımlarının bir başka bileşkesi yani küreselcilik konumlandı. Özünde her iki cephe de, heterojen karakter taşıyordu. Fakat küresel güçlerin ideolojik hegemonya avantajları nedeniyle, ulusalcı cephe daha büyük bir psikolojik savaşa maruz kaldı. Neoliberalküreselci ideologlar başlangıçta sol değerlere bağlı kalmayı sürdürenleri “dinozor” olmakla suçlamışlardı. Cephe genişleyip her siyasi görüşten insanı kucakladıkça daha indirgemeci suçlama teknikleri devreye girdi. Sözgelimi ulusalcı cephede yer alan ancak etnik milliyetçilik yapan ve yer yer ırkçılığa kaçan grupların sapmaları, bütün ulusalcı cepheye mal edilmeye çalışıldı. Ulusalcılık, tektipçilikle, faşizmle, darbecilikle vb. itham edildi. Kaftancıoğlu, bu nedenle parti içinde ulusal duyarlılıkları yüksek olan kesimlere, “ulusalcı” demek istemiyor. Onun küreselci sol sözlüğünde bu kavram, hiçbir biçimde saygıyı hak etmeyen bir dizi sıfatla etiketleniyor.
ABD’nin PYD ile işbirliği yaptığı, Türkiye’ye yeniden “açılım” dayatması yapmak için yeni bir hükümet aritmetiği oluşturmaya çalıştığı koşullarda, küreselci solun ulusalcılığı anlamlandırma biçimi daha iyi anlaşılabiliyor. Kaftancıoğlu’nun görüş açısından, 1930’lara nostaljik bir bağlılık duyan, demokrasi karşıtı olan, ekonomide içine kapanmayı öneren ve Ortadoğu diktatörlüklerine sempati duyan insanlarla anlaşamamasında şaşılacak bir şey yok. İlgi çekici olan, CHP’deki “ulusalcı yapıların” parti içindeki küreselci soldan gelen bu suçlamalar karşısında gardlarının tümüyle düşmüş olması.
Atakan Hatipoğlu
Aydınlık