Ömer Önhon 2009Mart 2012 yılları arasında Şam’da büyükelçilik yaptı. Şam’da kendisiyle tanışmıştım. Kendi isteği ile birkaç ay önce Dışişleri Bakanlığından emekli oldu. Sayın Önhon’un, “Büyükelçinin Gözünden Suriye” adıyla bir kitabı yayınlanmış; tarihçi İlber Ortaylı’nın köşeyazarlığı yaptığı gazetedeki yazısından öğrendim. “Doğrusu günlüğü, olayları anlatışı ve birbirine bağlayışı çok ustaca” ibaresini görünce ‘Acaba ezber bozan bir kitapla mı muhatap olacağız?’ diye düşündüm. Erdoğan hükümetinin resmi açıklamaları ile Esad hükümetinin resmi politikaları dışında bir analiz ve yorum olacağı beklentisi içine girdim. Kamuoyuna yansımayan, devlet arşivlerinde ve diplomatik yazışmalarda kalmış çok gizli bilgilerin paylaşılacağı ümidini taşıdım.
Emekli olmuş bir diplomatın maaş kesintisi veya makamından kovulma korkusu olmayacağını düşünerek Suriye üzerine belki daha cesur, sebepsonuç ilişkilerinde daha objektif, önyargılardan arınmış ve herkesin kafasında halen cevap arayan sorulara tatmin edici açıklamalar bulacağımı sandım. Kitabın tanıtım bölümünde şu sorular yer alıyor: Bu duruma nasıl gelindi? Müslüman Kardeşler’in rolü neydi? Yedi saate yakın süren EsadDavutoğlu görüşmesinde ne konuşuldu? Esad, Türkiye’nin yardım çabalarını nasıl karşıladı? Türkiye ne zaman tutum değiştirdi?
“Kürtler Suriye’deki olayların neresindeydi, bugün neresindeler? Olayların bu noktaya gelmesi engellenebilir miydi?” sorularına Batı sömürge zihniyetinin pazarladığı Suriye tarihi dışında bir değerlendirme bekledik ama gelmedi. Bu lahzadan itibaren “Suriye’nin bölünmesi nasıl engellenebilir? ABD’nin etnik ve mezhep temelinde inşa etmek istediği uydu devletçikler nasıl bertaraf edilebilir? AnkaraŞam ilişkileri yeniden nasıl inşa edilebilir?” sorularına cevap bulamadık.
Batı merkezlerinde tedavüle sokulan yalanları sorgulayan bir yaklaşım göremedik. “Olaylar nasıl başladı?” sorusuna, temcit pilavı gibi tekrarlanan, ‘önce barışçıl gösteriler vardı’ klişesi ve ardından malum Dera’da duvarlara slogan yazan masum çocuklara karşı polisin sert müdahalesi hikâyesi tekrarlandı? Peki, eski diplomat Ömer Bey henüz Şam’dayken, 4 Haziran 2011’de, 120 polisin öldürülüp toplu mezarlara atıldığı, Türkiye sınırından 20 km uzaklıkta olan Cisrel Şuğur kasabasındaki katliamın faillerinin Türkiye’den geldiklerini ve katliamdan sonra yeniden Türkiye’ye sığındıklarını eski Genelkurmay İstihbarat Başkanı İsmail Hakkı Pekin biliyor da eski diplomat Ömer Bey bilmiyor mu?
Irak için tedavüle sokulan Kitle İmha Silahları tiyatrosunun Suriye’de kimyasal yalanlarla sürdüğünü, bu yalanların BM heyetlerinin raporlarına yansıdığını ve bu yalanlar üzerinden ülkelerin işgal ve talan edildiklerini, bunun bir İsrailABDFETÖ prodüksiyonu olduğunu tecrübeli diplomat Ömer Bey bilmiyor mu? Irak işgalinden hemen sonra, 2004’ten itibaren Suriye işgalinin provasının Kamışlı’da sahneye konduğunu duymadı mı? ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell’in 2004’te Şam’a yaptığı ziyaretten haberdar değil mi?
Ziyaretinden önce dönemin Dışişleri Bakanı Abdullah Gül ile bir araya geldiğini ve Sayın Gül’ün itirafıyla 2 sayfalık 9 maddelik “gizli” bir mutabakatın sağlandığını duymadı mı? Bu mutabakatın en önemli boyutunun Suriye ile ilgili olduğunu okumadı mı? Davutoğlu’nun mezhepsel söylemleriyle Suriye’de SünniAlevi fitnesine mahal verdiğini ve bu söylemin BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) ve BİP (Büyük İsrail Projesi) ile uyumlu olduğunu görmedi mi? Bir diplomat anılarını yazarken mahrem olana sadakat gösterecekse, amirlerine vefalı kalacaksa, hizmet ettiği kurumun resmi söylemleri biatitaat çerçevesi dışında olmayacaksa, bilineni tekrarlayacaksa aykırı ve ezber bozan konuşmayacak, yazmayacaksa Suriye üzerine neden ahkâm keser?
Peki, Sayın Erdoğan bütün bunların neresinde? BOP Eşbakanı Erdoğan değişti mi? Neden değişti? Taliban ile “eli kanlı Biden” ile “terör devleti” İsrail ile “ diktatör, katil Sisi” ile konuşmakta, ticaret yapmakta abes görmeyen Sayın Erdoğan, BM nezdinde meşru ve İstanbul’da Başkonsolosluk ile temsil edilen Suriye devletinin başı Esad ile neden direkt irtibat kurmaz? TSK neden Suriye’de? Amaç sadece ABD güdümünde PKK’nın erk olmasına müdahale midir? ABD’yi halen “stratejik müttefik” ve “dost” gören hükümet, Türkiye’nin Suriye’deki varlığına karşılık ABDPKK varlığını zımnen kabul mü etti? O toprakları İlhak tamahı mı var?
TSK’nın denetimindeki bölgeleri ticari, eğitim, askerpolis teşkilatı, iletişim, bankacılık ve TL ile zamanla Türkiye’ye entegre mi ediliyor? Türkiye’ye gelen milyonlarca Suriyeli bu projede mi istihdam edilecek? Bu ve benzeri sorulara devletin erkânından ve kamuoyundan daha derin bilgilere haiz bir diplomatın Ömer beyin cevapları ve açıklamaları olmalıydı?
Colin Powell, ABD doktrinin Şam tarafından kabul edilmesi durumunda ABD’nin Suriye devletini demokrasi, özgürlük ve medeniyet emsali olarak tanıtacağını; aksi halde Suriye’nin demokrasi ve hukuktan nasibini almamış bir terör devleti olarak lanse edileceğini duymadı mı? Beşar Esad, ABD’nin önerilerine “evet” demiş olsaydı, İsrail ile iyi ilişkilere onay verseydi, İran’ı satsaydı, Lübnan ve Filistin’e sırtını dönseydi, ABD ve İsrail ile birlikte bugünkü BAE ve Suudi misali Türkiye’ye kumpas kursaydı, Suriye’nin bir federal yapı ile Irak misali Kürdistan özerk bölgesine benzemesine “evet” demiş olsaydı, Suriye yerine hedef ülkenin Türkiye olacağını ve Suriye’nin maruz kaldığı medya yalanların, kumpasların, sittin ülkeden taşınan terör örgütlerin, sabotajların, talan ve işgalin muhatabının Türkiye olacağını Ömer Bey idrak edemiyor mu?
Ömer Bey, Suriye için tezgâhlanan oyunun bugün Türkiye için pişirildiğini ve Türkiye’nin benzer yalanlarla kapsamlı bir saldırıya maruz kalacağını göremiyor mu? Bunu önlemenin yolunun Ankara’nın ivedilikle, acilen ve ‘ama’sız Şam ile kucaklaşmasından geçtiğine müdrik değil mi? Kibir abidesi Saddam Hüseyin’in Hafız Esad ile düşmanlığı had safhadaydı. Hafız Esad’ın Aleviliği ile alay eder küçük bir azınlığın mensubu diye aşağılamaya çalışırdı. Kendisini Sünni âlemin lideri sanırdı. Suriye devletine zarar vermek için her şeyi yaptı.
Irak, Suriye ile birleşmesin diye Saddam, Bağdat’ta darbe yaptı. Suriye BAAS’ı ile birleşmek isteyen Irak BAAS mensuplarının tümünü kurşuna dizdi. Irak ve Suriye’nin tek devlet olmasını talep eden Irak aydınlarına cehennemi yaşattı. Yüzlercesi sürgünde ömür tüketti. Suriye’de faaliyet gösteren İhvan hareketine destek verdi. İran’a savaş açtı. Ardından Kuveyt’i işgal etti. Ahmak ve kibirliydi. Hafız Esad’ın uyarılarına kulak asmadı. Küçümsedi. Kendisini destekleyen, pohpohlayan, Sünni dünyanın hamisi ve kalkanı, Şii İran’ı, Alevi Suriye’yi dize getiren kahraman diyenler, onu silah ve füzelerle besleyenler yani, ABD, Fransa, Almanya, İngiltere, Ürdün, Suudi hanedanlığı, BAE, Saddam’ı yalnız bıraktı.
Dünya barışı için en tehlikeli diktatör oldu. En nihayet sarhoşluk gitti akıl başa geldi. Saddam, Hafız Esad’a elini uzattı. Yardımcılarını Şam’a gönderdi. Ama çok geç kalmıştı. 10 bin yıllık bir gerçeği yeniden hatırlatalım; Şam ile muhabbet tarih sahnesinde parlayan yıldızlara (devletlere) nurdur. Şam ile husumet parlayan yıldızların nurunu söndürür.
Aydınlık