Enver Altaylı’nın CHP ilişkisi üzerine nefes nefese geçen çok uzun ikinci günü yaşıyoruz.
Cumhuriyet Gazetesi, Uğur Mumcu’yu anarken Enver Altaylı MİT yazısını yeniden yayınlayıp Enver AltaylıCHP ilişkisini ustalıkla perdeliyor.
Cumhuriyet Gazetesi, uyarıyorum, Enver AltaylıCHP ilişkisi üzerine neden tek satır yazamıyorsun. Elli yıldır kontrgerilla, gladyo, derin devlet, diye manşete çektiklerini ne çabuk unuttun! Çorumları Maraşları Madımakları FETÖ operasyonlarını ne çabuk unuttun!
O gazetede kanlı kirli ellerin nerelere vardığını yazacak tek bir cumhuriyetçi aydın kalmadı mı?
Uğur Mumcu’yu andığınız tam da bugün iğreniyorum sizden, bu satırları da sessiz kaldığınız bugünün tarihine not olsun diye düşüyorum.
Ey İyi Parti vekili Aytun Çıray ve İyi Partililer!
Hayırdır, niye suskunsunuz, işte elli yılın gladyosu, işte derin devlet, beyanatlarınızda twitlerinizde tek satırınız yok. Niçin sessizsiniz, derin devletle akraba mısınız, aranızda ‘hısım akraba ilişkileri mi var’, kimden çekiniyorsunuz?
Bu karanlık ilişkiler ağı maskesiyle daha ne kadar yaşayacaksınız?
Ey Medya Mahallesi programının cevval ören bayanı Ayşenur Arslan, gerçeklerin ortaya çıkmasından neden rahatsız olup tek satır bahsetmediniz, işte elli yılın derin devleti işte kardeşi kardeşe kırdıranlar, neden programınızı duymadımgörmedimbilmiyorum havalarında geçiştiriyorsunuz, utanmıyor musunuz?
Hey etnik milliyetçi HDP’liler, domuz bağlarıyla insanların boğazlarından sıkılıp öldürüldüğü günleri ne çabuk unuttunuz, hani, derin devlet diye ortalığı ayağa kaldırmıştınız, ne oldu, niye sustunuz, niye CIACHP ilişkileri üzerine tek satırınız yok?
Ey gestapo liberallerin kalesi T24, Taraf Zaman gazetelerinde on uzun yıl, derin devlet diye Ergenekon diye çarşaf çarşaf yayınlar yapan konuşanlar sizler değil miydiniz, işte, gladyonun ‘derin devlet’in ilişki ağları ortada, tek satırınız neden yok, hayrola?
Ey Sözcü gazetesi, Ey Oda Tv, sizleri bir zamanlar tutuklayan ‘karanlık ağların’ en başındaki adamları niye geçiştirmeye çalışıyorsunuz, mal ortada, CIACHP ilişkilerini tek satır neden yazamıyorsunuz?
Ey bir vakit Ekmeleddin’i pazarlayan en güvenilir(?) gazeteci Uğur Dündar bey, Ekmeleddin’i CHP’ye yamayanların ipliği pazara çıktı, neden tek satırınız yok.
Ey Davutoğlu ekibi, Nusracı danışmanın dahi CIACHP ilişkilerini örtbas etmek telaşıyla yazılar yazıyor, hayırdır?
Ey İsmail Saymaz, Habertürk ekranında konuşmalarını dinledim, genç bir yazar olarak bu tereddüt, bu dilinin dolaşması nedir, işte derin devlet, işte uzantıları, sessiz kalmaya utanmıyor musun?
Habertürk ekranına alelacele çıkartılan Dursun Çiçek bey, bu ne ayak, bir zamanlar sizi tutuklayan Genelkurmay başkanlarına kadar orduyu tasfiye eden adamların başındaki karanlık adamlar bunlar, niye tek satır edemedin? CIACHP ilişkileri üzerine neden dobra dobra bir öfkeni göremedik, hangi pisliği temizlemek için oraya çıktın ortaya çıktın?
Muhsin Yazıcıoğlu’nu kim öldürdü, kimler öldürdü, bu soruları gerçekten canı yanarak soranlar, işte derin devletin ucu göründü, niçin CIACHP ilişkileri üzerine tek satırınız yok?
Ey okuyucu, oldukça kısa tuttuğumuz yukarıdaki satırlar, neyin ‘koalisyonu’, bu kadar büyük geniş ‘sessizliği’ kim inşa ediyor!
Bir millet elli yıldır gladyo kontrgerilla derin devlet diye ağlayacak yırtınacak canı yanacak doğusundan aydınlarına kadar onbinlerce insanı ölecek ve faili meçhullerin gerçek ip uçları ortaya çıkınca, sağcısı solcusu milliyetçisi cumhuriyetçisi dincisi Nusracısı domuz bağcı Hizbullahçısı hepsi bir şekilde sessiz kalacak ya da örterek ‘kamufle’ edecek ya da baskı uygulayıp haber yapılmasını önleyecek!
Ey memleket, ey Türkiye!
İşte aynadaki gerçek görüntün yukarıdaki satırlarda, röntgenin haritan çok iğrenç!
Nasıl derin bir ‘ahtapot’ ağıdır, nasıl geniş yaygın bir ‘örümcek ağı’dır, insan şaşkınlıktan dilini tutuyor.
Sevgili okuyucu, böyle tarihi anlar memleketinizi gazetecilerinizi medyanızı aydınlarınızı gerçekte kimdirler ne için çalışıyorlar ne için ne zaman susuyorlar, bilmek tanımak için büyük eşsiz bir fırsattır, gerçek ortaya çıkınca, süslü kahramanların sırım pehlivanların mangalda kül bırakmayanların kaçıp gizlendiği arayıp bir türlü bulamadığın günlerdir.
Enver Altaylı iddianamesi memleketin huzur dolu yastığından kiliminden öyle bir ipliği çözdü ki, işte bir memleket dolusu, güya birbirlerine karşı muhalifler milliyetçiler dinciler cumhuriyetçiler hepsi ‘panik’e düştü, hepsi geçiştirmenin kılıf uydurmanın derdine düştü.
Ey okuyucu, bu ‘ortak’ suskunluğun ve ittifakla onaylı geçiştirmenin fotoğrafını bugün çekin, yarına kalmaz birbiriyle çok alakasız görünen bu derin ortaklar bu fotoğrafı ‘bulanıklaştırmaya’ başlar.
Ey memleket, çok yalnızsın
Ey okuyucu, kimsen yok.
Ey Nihat Genç, senin de hiç şansın yok, dünkü günden bugüne, hayatımın en zor en uzun gününü yaşadım, Ergenekon operasyonları başladığında da etrafta kimsecikler kalmamış, en babayiğitler dahi kaçmıştı, yine de telefon edip dayanışma gösteren bir kaç cesur arkadaş vardı, bugün, onlar da yok, çünkü fareye iktidar peyniri uzaktan göründü. Fare kapanındaki iktidar peyniri ‘ağulu’ peynir, işte ağu: sessiz ortaklıkları.
Türkiye dünden daha karanlık.
Henrik İbsen’in dünya tiyatro tarihinin baş köşesine oturtulan ülkemizde de çokça oynanan Bir Bebek Evi adlı eseri vardır. El bebek gül bebek yetiştirilen bebeğin ailesi çevresi muhteşem güzelliktedir. Ancak evin kadını Nora konuşmaya ve sorgulamaya başlayınca işler değişir manzara kirlenir, öyle şeyler söyler ve düşünür ki, dışarıdan güzel görünümlü aile içeriden bir trajedi yaşar ve Nora konuştukça, aile birbirine girer, çöker.
Oyuna eleştiriler bugün de sürüyor, aileyi yaşatmak için bazı şeyleri söylemenin doğru olmadığı ileri sürülür. Oysa İbsen’in de tezi budur: Aileyi yaşatmak için ‘bazı şeyleri’ söylemeli miyiz, susmalı mıyız?
Muhalif aileyi yaşatmak için bazı şeyleri ‘söylemeyelim’ diyenler bugün de çoğunlukta, ama, aile de maşallah pek büyük bir aileymiş, sessiz kalıp söylemeyenler içinde: HDP var, domuz bağcı Hizbullah var, Nusracı yazar var, Cumhuriyetçiler var, Sözcü, Oda Tv var, Muhsin Yazıcıoğlu çevresi var, İyi Parti, Karar Gazetesi var…
Bir Bebek Evini, ilk gençlik yıllarımda Ankara Devlet Tiyatrosu’nda izlediğimden günden beri kendime varoluşumhakikat üzerinden çok sert bir soru sordum?
Gerçek mi?
Aile mi?
Aile bir metafor tabii, sıcaklığına sığındığımız, iktidar hayalleri kurduğumuz, hayaller uğruna bir çok şeyi görmezden geldiğimiz, ailemizin sağlığıdüzeni için bir çok şeyi gizleyip konuşmadığımız, yani, aydın insana dair Türkiye’ye dair insanlığa dair, insanlığı ve hepimizi gün geçtikçe aileden yalnızlığa doğru sürükleyen hayatın en sertinden, böyle zehir sorular!
Hayattan çıkarttığım ders budur, insanlar (Oda Tv, Cumhuriyet vs. gibi) kaybedeceği bir şey olmadığı zaman gerçekçi ve öfkeli oluyorlar. İnsanlar kaybedeceği bir şey (iktidar umudu) olduğu zaman düşmanları gibi gerçeği gizliyor, eğilip bükülmeye zaman içinde iğrendikleri düşmanların aynısı bir kopyası oluveriyorlar. Yani hakikat kişilik konumumuza statümüze göre yer değiştirdikçe bizi insanlıktan çıkartır. Şiir yazamaz şarkı söyleyemez ve hayatlarımız kullanılmaz yüreğimiz beynimiz işlemez insanlığımız ve kalemimiz amaçsız ülkemiz yaşanmaz hale gelir. Bir yazar için daha utanç dolu feci bir son düşünemiyorum. İşte böyle ürkek ve tereddütlü günlerde suikasta uğrayan yazarların ve gençlerin ne için hangi hakikat uğruna emperyalist güçler tarafından ortadan kaldırıldığını hatırlayarak ancak kendimize gelebiliriz.
veryansıntv