Montrö'yü incelediğimizde dahi Türkiye’nin bu projeden hiçbir çıkarı olmadığını, Türkiye’ye zarar verecek durumla karşılaşacağımızı anlıyoruz.
2011 yılında dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından kamuoyuna “çılgın proje” olarak sunulan Kanal İstanbul, çalışmalarının aktif olarak başlayacağı gerekçesiyle yeniden gündemimize geldi.
Karadeniz’i Marmara’ya bağlama hedefiyle 45 km uzunluğunda, 150 m genişliğinde ve 25 m derinliğinde olması planlanan Kanal İstanbul, projenin olması gerektiğini savunanlar tarafından İstanbul Boğazı’ndaki trafiği rahatlatmak ve olası gemi kazalarını önlemek amacıyla yapıldığı söylenen bir proje.
Ne var ki, projeyi detaylıca incelediğimizde olumsuz yanlarının olumlu yanlarına göre oldukça ağır bastığını görmekteyiz. Birkaç başlıca örnek sıralamak gerekirse;
Ekonomik Zorluk
Projenin öngörülen toplam maliyeti 75 Milyar TL tutarında. Ekonomimizin sıcak paraya olan bağımlılığını kırmak için üretimin öneminin toplum katında git gide anlaşıldığı bu dönemde, bahsedilen miktarın bu projeye harcanması sadece israf olacaktır (üstelik, ÇED raporuna göre projenin yapılacağı alanın %52’si tarım arazisidir). Üretime harcamak yerine böyle bir tutarı betona gömmek, küstah bir şekilde “Ekonominizi mahvederim” tweeti atan ABD Başkanı Trump’ın yüzünü güldürecektir. Ülkemiz ekonomik yatırımlarını yerli otomobil ve tankta olduğu gibi yatırıma yöneltmelidir.
Deprem Sonrasında Savunmasız Bırakıyor
Proje, olası bir İstanbul depreminde, şehrin mevcut altyapısını göz önünde bulundurarak hesaplarsak, oluşacak zarara kuvvet çarpanı etkisi verecektir. Trakya ve oluşturulacak olan İstanbul Adası arasındaki köprülerin zarar görmesi halinde depremzedelere ilkyardımın ulaşması daha da zorlaşacak ve gecikecektir. Üstelik, halihazırda altyapı yetersizliği bulunan şehirde yeni açılacak alanlarla beraber altyapı sorunu daha da artacak ve olası depremde potansiyel zarar artacaktır.
Projeyi savunanların gemi kazalarını önleme argümanını yukarıda söylemiştik. Oysa, İstanbul Boğazı’nda gerçekleşen son büyük kaza 1994 yılında yaşandı. Gelişen teknoloji sayesinde 25 senedir kaza yaşanmıyor. Alınacak yeni önlemlerle risk sıfıra inebilir.
İstanbul’un Nüfus ve Su Sorunu Artacak
Proje sonrası, zaten yeterince kalabalık olan şehrin nüfusunun 2 Milyon kişi daha artacağı tahmin ediliyor. Bu durum sadece İstanbul’un nüfusunun artması anlamına değil, sürekli göç veren Anadolu’nun daha da boşalması anlamına geliyor. Aynı zamanda 2 Milyon kişinin İstanbul’a gelmesi demek, istihdam yaratmak için daha fazla harcama yapmak demek. Olası bir deprem durumunda daha fazla kişinin hayatı riske girmiş olacak. Yani proje sadece 75 Milyar TL harcamayı değil, sonrasında oluşacak durumlar için çok daha fazla harcama yapılmasını gerektiriyor.
Projeyle birlikte, İstanbullulara yılda 70 Milyon metreküp içme suyu sağlayan Sazlıdere Barajı yok olacak. Halihazırda su sorunu çeken İstanbul’da bu sorun daha da artacak. Mevcut projede bu soruna çözüm olarak herhangi bir öneride bulunulmuyor.
Kanalın yapılması halinde akacak olan Karadeniz suyu Küçükçekmece Gölünü (Tatlı su gölü) dolduracak, dip çamurunu Marmara Denizine taşıyacaktır. Marmara Denizi daha da kirlenecektir.
Gemi Trafiği Her Geçen Yıl Artmıyor
Projeyi savunanlar İstanbul Boğazı’ndan yıllık geçen gemi miktarının her yıl artacağını ve bunun da trafiğe yol açacağını söylüyor. Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığının verileri aşağıdaki gibidir;
2007 yılında 56.606
2008 yılında 54.396
2011 yılında 49.798
2013 yılında 46.532
2016 yılında 42.553
2018 yılında 41.103
(Detaylı bilgiler için Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığının sitesini ziyaret edebilirsiniz)
Rakamlardan da görüleceği üzere, ÇED raporunda belirtildiği gibi gemi geçişinin 2030’da 65 bin, 2050’de 95 bin, 2070’te 115 bine çıkacağı iddiası gerçek değil. Burada önemli bir etken olarak BaküTiflisCeyhan Boru Hattı’nı söyleyebiliriz. Petrol taşımacılığı eskisi gibi gemilerle değil, boru hatlarıyla yapılıyor. Yakın zamanda açılması planlanan SamsunCeyhan Boru Hattı’yla beraber boğazdan geçecek gemi sayısının daha da azalacağını söylemek yanlış olmaz.
Yukarıda da görüldüğü üzere, projenin olası zararları çok fazladır. Ancak projenin en önemli sorunlarından biri de Türkiye’nin boğazlardaki hakimiyetini garanti altına alan Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin yeniden tartışmaya açacak olmasındadır.
Karadeniz'de Barışa Darbe
Yukarıdaki etmenlerle birlikte incelediğimizde projenin belki de en büyük zararı, Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ni yeniden tartışmaya açmakla oluyor.
Montrö Boğazlar Sözleşmesi, Lozan’dan kalan kısıtlamaların kaldırılarak Boğazlardaki hakimiyetin Türk egemenliğine geçmesine olanak veren 1936 yılında imzalanmış antlaşmadır. Bu antlaşmaya göre, Karadeniz’e sınırı olmayan hiçbir devlet 21 günden fazla Karadeniz’de savaş gemisi bulunduramaz, gemilerinin toplam tonajı 15.000 tonu geçemez ve Türkiye’den izin almadan hiçbir devlet boğazda savaş gemisini barındıramaz.
Kanal İstanbul projesi ise, Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nde Marmara Denizi’nde aynı anda bulunacak savaş gemileriyle alakalı olarak açık bir hüküm bulunmadığından sözleşmenin koşullarını yeniden gündeme getirecek ve yabancı savaş gemilerinin hiçbir sınırlamaya maruz kalmadan Karadeniz’e çıkışına olanak tanıyacaktır. Bu sayede Akdeniz’de istediği gibi cirit atma hakkını kendinde gören ABD, aynı yığınağı Karadeniz’e de yapmaya çalışacaktır. Romanya, Bulgaristan ve Gürcistan’a binlerce asker gönderip, balistik füzeler yerleştirerek Rusya’yı kuşatmaya çalışan ABD, Karadeniz’e açıldığında bugün Suriye’nin kuzeyinde, Doğu Akdeniz’de verdiğimiz vatan savaşında yeni bir cephe daha açmış ve ülkemizin her yanını ateş çemberine almış olacaktır.
Montrö’yü tartışmaya açmak demek, savaşan Mehmetçiğin sırtını dayayacak bir alan bulamaması demektir. Yabancı bir ülkeye ait bir savaş gemisinin 21 günden fazla Karadeniz’de bulunmasını önleyen Montrö’nün yeniden tartışmaya açılmasında Türkiye’nin lehine olan bir şey var mıdır?
Mustafa Kemal Paşa, Kurtuluş Savaşı’nın stratejisini 4 Ekim 1920 günü Enver Paşa’ya yazdığı mektupta “doğuda dayanak yaratmak” şeklinde ifade etmiştir. (1) Bugün ülkemiz Doğu Akdeniz’de, Suriye’nin kuzeyinde Amerikan emperyalizmine karşı amansız bir mücadele yürütürken, ABD’nin ve NATO’nun giremediği tek deniz olan Karadeniz’in güvenliğini tartışmaya açmak demek, dayanak noktamızı kendi ellerimizle yıkmak demektir.
Montrö Kanal İstanbul'da Uygulanabilir mi?
Olası senaryolardan biri de Türkiye’nin masaya güçlü bir şekilde oturması halinde Montrö’nün maddelerini Kanal İstanbul için de geçerli kılması. Projenin savunucuları, Montrö Sözleşmesi gereğince ticari gemilerin Boğazlardan geçişi sırasında verdikleri ücretin çok az olduğunu söyleyerek Kanal İstanbul sayesinde bu ücretin makul seviyelere çekileceğini ve yüksek bir meblağ gelir elde edeceğimizi iddia etmekteler.
Oysa, çok basit bir soru gözlerimizin önüne geliyor bu durumda:
“Daha düşük ücretle Boğazdan geçmek varken neden bir gemi Kanal İstanbul’u kullansın?”
Bu soruya verilecek makul bir cevabı biz henüz bulamadık. Üstelik detaylı incelediğimizde gördük ki, Kanal İstanbul’a gerek kalmadan, hatta bir kuruş bile harcamadan, Boğazlardan elde ettiğimiz gelirleri 16 kat artırmak mümkün.
Montrö Boğazlar Sözleşmesi, altın frankına göre imzalanmış ve geçiş ücretleri bu para biriminin piyasa değerine göre belirlenmişti. Oysa ki Türkiye 1983 yılında altın frankını o günün dolar değerine sabitledi. Şu an baktığımızda ise o günkü piyasa değerine göre altın frankı bugün dolar karşısında 16 kat daha değerli. Bu da demek oluyor ki, Türkiye bu kararını iptal ettiği taktirde Boğazlardan bir senede 2 Milyar dolar kazanmak mümkün olacak.
Çılgın Projelerle Değil Akıllı Yatırımlara İhtiyacımız Var!
Sonuç olarak, diğer zararlarından hiç bahsetmeden sadece Montrö bazında incelediğimizde dahi Türkiye’nin bu projeden hiçbir çıkarı olmadığını, tam tersine Türkiye’ye zarar verecek bir durumla karşı karşıya olduğumuzu anlıyoruz. Eğer Montrö uygulanmayacaksa, bu durum Türkiye’nin toprak bütünlüğüne tehdit oluşturacak ve Karadeniz’deki barışı yok edecektir. Eğer Montrö uygulanacaksa, geçecek gemilerin çok daha maliyetli bir yolu tercih etmesinin hiçbir mantıklı açıklaması yoktur ve projeye ayrılan bütçe çöpe atılacaktır.
Mevcut iktidarımızın ve Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın yapması gereken, vatan savaşımızda mevcut dayanak noktalarını yıpratmak değil dayanak noktalarımızı kuvvetlendirmek ve sıcak paraya olan bağımlılık dolayısıyla oluşan ekonomik buhran ortamında bütçeyi gelir getirmeyeceği belli olan betona değil, üretime harcamaktır. Çünkü bugün ülkemizin çılgın projelere değil, akıllı yatırımlara ihtiyacı vardır.
Emre Oflaz
TGB İstanbul İl Yöneticisi
KAYNAKÇA:
1 Sadi Borak, Atatürk’ün Özel Mektupları, s. 181; BTTD, sayı 72, s.5.
tgb.gen.tr