Küreselleşme ideolojisi, iddia ve umutlarının bittiğini 2008’de ilan etmişti. Küreselleşmenin bayraktarı olsun diye kurdukları Dünya Ticaret Örgütü, o yıl askıya alınmıştı. Üzerinden on yıl geçti. DTÖ askıdan indirilemediği gibi, orada kurumaya terk edildi. Dünya tekellerinin “gelecek, geliyor, geldi, mecbursun boyun eğeceksin” diye salladıkları kılıç kırıldı.

Askı ilamı üzerinden on yıl geçti. Bu süre içinde “peki şimdi nereye?” sorusu üzerinde etraflıca durulamadı.

Neden öyle oldu?

Muhtemelen çoğu insan, bu ideolojinin üzerinde yükseldiği “kaçınılmaz bir şey” iddiasına takılmıştı; kaçınılmazlığın buhar oluşuna inanmak kolay mı? Ya da belki öncüler öyle parlak, öyle akıllı, öyle zengin idiler ki, bu yeni tip dünya insanlarının yanılabileceklerini de yalan söylemiş olabileceklerini de düşünmek istemediler.

Öte yandan, hükümetler de bıçkın muhalifleri de çöküp giden küreselciliğin hesabını görmek yerine, eski laflardan dem vurarak iş görme gayretine düştüler.

Küreselcilikle hesaplaşmak, herşeyden önce, özelleştirmelerin hesabını görmek demek. Sonra, devleti şirket gibi yönetme zihniyetini ortadan kaldırmak... Uluslararası hukuk adı altında tekelci şirket hukukunun üstünlüğünü tanıyan anayasa yasa değişikliklerini geri almak demek. AB’yi, NATO’yu, BM’yi gözden geçirmek demek... Büyük iş.

Aslına bakarsanız, günümüzde bütün bu konuların etrafında dolaşıp duruyoruz.

İktidar “yerli ve milli” diye bağırıp “dünya beşten büyüktür” diyor, Merkez Bankası bağımsız olur muymuş falan diyor ve orada duruyor. Parlamenter muhalefet ise bundan daha geride, bıkıp usanmadan “bizim yönümüz Batı’dır” andı okuyup ‘NATO’dan çıkmak felaket olur’ diye bağırıyor. Yıkılan ABD sisteminden kurtulmak lazım diyen bizimki gibi görüşlere, daha şimdiden, ellerinde “Rusyacı, Çinci, İrancı, Hindistancı!” etiketleri bulunan keskin sirkeler hazırlanmış bulunuyor. Özünü söylersek, bütün bir toplum, bizde olduğu gibi dünya da, bu sarsak görünen günde geleceği hazırlıyor.

Eğer sarsak siyasetle hazır kıta keskin sirkelerden çekinirsek, düşüncelerimizi derleyip toplamakta daha da gecikirsek, yaşama yön veren kuvvetlerin ardında sürükleneceğiz.

Gün, şimdi ne yapmalı? sorusunu aydınlığa kavuşturma günü.

Buna verilen yanıtlardan biri, John Ralston Saul adlı Kanadalı yazarın Küreselleşmenin Çöküşü adlı kitabını temsilci seçersek, şu: Çözüm “son 30 yılın [küreselciliğin] eski varsayımlarına dayanan eski yapıları yeniden inşa etmek değildir. Küreselleşme öncesi yapıları yeniden inşa etmekse hiç değildir. Toplumsal ve çevresel ihtiyaçlarla, pazarın gereksinmelerini dengelemeye dayanan, daha sofistike bir zenginlik oluşturabilmek için gerekli imkanlara sahibiz.”

Benim anladığıma göre diyor ki toplum [devlet] + doğa + ulusötesi tekeller arasında yeni bir mutabakat yapalım.

Küreselleştirme operasyonları boyunca insanı ve doğayı tarumar eden açgözlü şımarıklığı, bu kadar nesnel ve canlı gösteren bir yazarın tekellerle mutabakat çağrısını çok endişe verici buldum.

Küresel tekeller yıllarca suda, çöpte, okulda, hastanede, elektrikte, hatta hapisanede ve mezarlıkta “Tüm İktidar Sermayeye!” dediler. Dünyanın hem toplum hem doğa bakımından yönetimini almak istediklerini gözümüze soktular, Bunlarla mutabakat, küreselci zorlamanın yapamadığını gönüllü olarak yapmaya kalkışmaktan başka ne anlama gelir ki?

Bu sözde çözüm, Kanada’dan bakınca uygun görünüyor olabilir. Bizim buralardan bakınca ekşimiş görünüyor.

Aydınlık