Şimdi yerel yönetim seçimlerine giderken, bir kez daha etrafa ağızlardan karmakarışık sözler dökülüyor.
❈
Cumhuriyet ve Sözcü gazetelerinde, CHP’nin adayı Ekrem İmamoğlu’na atfen kara manşete çekilen “Ankara Yönetemez” lafı hepimizi irkiltti. Sözün İstanbul’dan, durmadan üç imparatorluğun başkenti olduğu söylenen bir yerden üfürülmesi, tarihi az da bilsek çok da bilsek hepimize ‘ne demekmiş o?’ dedirtmeye yetti. Bazılarımız, tarihin yanı sıra Boğazlar sahibi bir yerin Ankara’dan yönetilememesi ne demekmiş! diye sordu. Birkaç gamsız ‘konu bunlar değil, söz bizim işlerimize RTE karışamaz demekten ibaret’ diye çeviri yapsa da, adayın “RTE”ye ziyareti karşısında gözlerini yere indirdi.
Parlayıp sönen bu tartışmanın ağzını bağlayacak söz, yüzyıldan daha fazla bir zaman önce, Rusya ‘da Gogol’ün Petersburg Moskova üzerine yaptığı değerlendirmeden ibaret. Gogol “Rusya’nın Moskova’ya ihtiyacı var, Petersburg’un ise Rusya’ya” demişti. Hem de ülkenin başkenti Moskova değil, Petersburg iken...
Bizim başkentimiz Ankara. Hem de kendisi işgalcilere teslim olmuş ve tüm ülkeyi teslim etmek için çalışan eski başkentle mücadele ederek ülkenin tümünü var etmiş olan Ankara. İşte o zamanlardan bu yana, keyfe keder değil tarihin emriyle, hiç kuşku yok ki büyük gerçek belli: Türkiye’nin Ankara’ya ihtiyacı var, İstanbul’un ise Türkiye’ye.
❈
Ortalıkta gezinen bir laf daha var... Farklı partilerden meşru ya da gayrımeşru temsilciler, kent anayasası yapmaktan söz ediyorlar. Kimileri neoliberallerin bir zamanlar okullarda okul veli öğrenci arasında imzalanması için seferberlik düzenledikleri komik “sözleşmeler”i hatırlatan sözde irade beyanlarına, kimileri yerleşmelerin nazım planlarına ‘anayasa’ etiketi yapıştırmaya kalkışıyorlar.
Bunu neden yapıyorsun diye sorduğunuzda ‘ama bu evrensel bir şey!’diyenler de var. Nerede o evrensel diye sorduğunuzda, sorgusu suali gerekmeyen ilahi bir kabul gibi sahiplendiği şeyin gerçekte kulaktan dolma bir laf olduğunu görüyorsunuz. Kendisi de zihnini arıyor tarıyor, sonunda bunu nereden bildiğini bilmediğini fark ediyor.
Avrupa’nın ortaçağında, belki ençok da Doğu Avrupa kentlerinde, hatta belki de nokta olarak Magdeburg kentinde, kentlerin zengin etnik/dinsel azınlıklarının kent ticaret ve yönetimini kendi tekellerinde tutabilmek için, yörenin egemen prensliklerinden kopardıkları ‘ayrıcalık beratları’hatırasından başka anlamı olmayan, üzerinden geçen bin yıllık merkezileşme süreçleriyle ezilip gitmiş ortaçağ kentleri, ‘kent anayasacısı’nın evrenseli olmuş.
Gerçekte kulağındaki şey, küreselciliğin Avrupa’daki ortaçağ kentlerinden dermeye gayret ettiği ve ‘evrensel’lik diye satmaya kalkıştığı ayrıcalık beratlarından başka bir şey değil.
❈
Yine Gogol’den bir söz ile son verelim.
Hemen aşağıdaki sözü ona, kendine rehber edindiği bir peder 1851’de söylemiş. Bu eleştiri Gogol’e öyle ağır gelmiş, üzerinde öyle yıkıcı etkiler yaratmış ki, kendini aç bırakarak ölmeye yatmış. 1852’de bitmemiş romanını da yakıp 43 yaşında yaşama veda etmiş.
“Eğer bir lamba parlayacaksa, camın tertemiz yıkanması yeterli değildir: İçinde mum da yanmalıdır.”
İlgililerin üzerinde Gogol’de olduğu gibi yıkıcı bir etki yaratacağını hiç sanmıyorum. Ama mim koymalıyız ve çaresini aramalıyız ki gerçek şu: Şimdi yürüdüğümüz yerel seçimlerde camı parlatılmış lambaların özelliği, içlerinde mum olmaması.
*** Gogol alıntıları Orlanda Figes Nataşa’nın Dansı, YKY, 2002, s. 163 ve 297 adlı kitaptandır.
Aydınlık