FETÖ darbe girişimi davalarında sona gelindi.
Akıncı Üssü Davası, Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alay Davası ve Jandarma Genel Komutanlığı’na saldırı davası gibi önemli birkaçı hariç bütün çok sanıklı darbe davaları karara bağlandı.
Bunlardan çoğu Bölge Adliye Mahkemeleri Ceza Daireleri (İstinaf) önünde.
Marmaris’te Cumhurbaşkanına karşı yapılan eylem hakkındaki dava gibi bir kısım kritik davalar ise İstinaf ve Yargıtay incelemesinden geçip kesinleştiler ya da bozuldular.
Kesinleşen davaların bir kısmında “adli hata” diyebileceğimiz hataların varlığını iddia edip yakınanlar var.
En son Metin İyidil kararında olduğu gibi hakim ve savcılar üzerinde, siyasi baskı anlamına gelen çok ciddi tartışmalar ve iddialar ortaya çıkıyor.
İlk derece mahkemelerinde “FETÖ Borsası” iddiaları, Ergenekon tertibi sırasında FETÖ’ye önemli hizmetleri olmuş bir eski Ak Parti milletvekili tarafından gündeme getirildi, tartışma bir türlü bitmiyor.
Yargı makamlarını yıpratan, çoğu maksatlı iddialar ve siyasi açıklamalar bir türlü son bulmuyor.
VATAN PARTİSİ GENEL BAŞKANINA YOĞUN BAŞVURULAR
Vatan Partisi’ne ve Genel Başkan Sn. Doğu Perinçek’e çok sayıda başvuru yapılıyor. Çok sayıda sanık ve hükümlü haklarında kesinleşen ya da bozulan kararlardaki adli hatalardan söz edip yakınıyorlar.
12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 Amerikancı darbelerin ardından ve 2008 FETÖ Kumpasları nedeniyle cezaevlerinde kalan ve yapılan yargılamalarda sanık kürsüsünü bilen biri olması nedeniyle, haksızlığa uğradığını düşünenler kendilerini en iyi sayın Perinçek’in anlayacağını düşünüyor olabilirler; bu doğal.
Sayın Perinçek bu konularda, gerçekten de çok hassastır. Bu nedenle; yapılan bütün başvuruları inceleyip, kendisini bilgilendirmem konusunda talimat verdiğinden dolayı sabırla ve görevim gereği bu yakınmaları ve kararları mutlaka inceliyor, gönderilen belgeleri okuyor ve anlamaya çalışıyorum. Avukat meslektaşlarımla birlikte tartışarak sayın Başkanı doğru bilgilendirmeye gayret ediyoruz.
YARGIYI RAHAT BIRAKIN
12 Eylül 2010 Referandumu ile FETÖ’nün Yargıtay’ı, Danıştay’ı ve HSYK’yı ele geçirmiş olmasına, Ergenekon vb. kumpas davalarının yarattığı iklime rağmen Türk yargısı 2014 HSYK seçiminden başlayarak Cumhuriyet yargısı olarak, yeniden dizlerinin üzerinde doğrulmuştur. O tarihten itibaren büyük bir mücadele yürütüyor.
15/16 Temmuz 2016 Amerikancı FETÖ darbesi ile birlikte bu mücadele olağanüstü başarılar kazandı. Onbinlerce FETÖ’cü yargıdan, TSK’dan, emniyet ve bürokrasiden temizlendi ya da tutuklanıp yargılandı. Yargılama ve temizleme süreci devam ediyor.
Dört bin üzerinde FETÖ’cü veya onunla iltisaklı hakim ve savcı, bir kısmı da Yargıtay, Danıştay, HSYK ve Anayasa Mahkemesi üyeleri olmak üzere ihraç edildi, çoğu da tutuklandı.
Bunda siyasi iradenin kararlı duruşunun tayin edici olduğunu kabul etmeliyiz. Fakat; unutmayalım yargımızın yürüttüğü mücadelenin payı birinci sıradadır. Asla inkar edilemez. Bu sebeple “yargının altın çağı” denilmiştir. Yargılanan ve devletten temizlenen FETÖ ve PKK’dır. ABD’nin piyonlarıdır. Bırakalım yargı işini yapsın!
15 Temmuz gecesi ortaya çıkan, darbeci FETÖ’cü general ve subayların birer birer yakalanıp tutuklanmasında, savcı ve yargıçların emeği inkar edilemez
ABD; 40 yılda TSK, polis, yargı ve bürokrasi içine yerleştirdiği operasyon gücünü, GLADYO’yu bir gecede kaybetti. Ankara C. Başsavcısı; geçtiğimiz günlerde bu gerçeği, işin başındaki bir hukuk adamı olarak “FETÖ’nün operasyon gücünü bitirdik” diyerek vurguladı.
TürkAmerikan savaşını Türk Milleti kazandı.
Bu gerçekleri ıskalayıp yargımızı yıpratan, FETÖ’nün işine yarayacak eylem ve söylemlerden kaçınmak zorunludur. Buna en çok ihtiyacı olan ve itina göstermesi gereken makam siyasi makamlardır.
Mücadelede sorunlar
Darbe girişimi davalarındaki sorunlar genel olarak siyasi, yargısal ve yasal niteliktedir.
Siyasi sorunlar:
FETÖ ile mücadelede siyasi otoritenin gösterdiği kararlılık tayin edicidir. Fakat bununla birlikte yargıya müdahale anlamına gelen “talimat verdim”, beğenilmeyen kararlar ortaya çıkınca; “hakimler FETÖ’cü”, “HSK soruşturma açtı”, “Hakimler görevden alınıp başka illere atandı” gibi uygulama, açıklama ve söylemler maalesef darbe davalarındaki kararların sağlıklı verildiği konusunda kuşku ve kaygıları güçlendiriyor. Bu davalarda denetim yapacak İstinaf ve Yargıtay üyelerinin üzerinde çok ağır ve açık bir baskı oluşturuyor.
FETÖ’nün isteyip bulamayacağı bir iklimdir bu. Sonuçları çok ağır olabilir.
Yargısal sorunlar:
FETÖ darbe girişimi davalarında, büyük özveriyle, bilinçle yürütülen soruşturma ve kovuşturma faaliyeti; kısaca yargılamalar, suçun hukuki nitelemesi, şahsileştirmedeki özensizlikler yüzünden çok sayıda “adli hataya” yol açılıyor. Sayı giderek çoğalıyor.
Emir veren ile askeri hizmete müteallik emre mutlak uymak zorunda olan ast arasında; neredeyse her davada farklılıklar, aynı durumdaki sanıklar arasında farklı kararlar verildiği yakınmaları yabana atılamayacak sayıdadır.
Askeri birlik içinde; 15 Temmuz gecesi KOKDOT kapsamında güvenlik tedbiri alan ve asla birlik dışına çıkmayan, olayın darbe olduğunun anlaşılmasından hemen sonra, birliğin güvenliği adına alınan bu tedbirlere dahi son veren subay ve astsubaylar var. Bunlar ile emri veren, darbe girişiminden bilgisi olan komutan arasında; ayırım gözetmeyen, Yargıtay denetiminden de geçmiş ve bizce hatalı kesinleşmiş kararlar var.
Çok sayıda davada birliğin başındaki darbeci FETÖ’cü “alarm tatbikatı”, “IŞİD saldırısı”, “Terör saldırısı” gibi gerçekle alakasız emirler verip aldattığı astlarını sahaya sürmüştür. Emre mutlak itaatla yetişmiş TSK gerçeği ortadayken, aldatılan astları, emri verenle aynı tutan kararlar var.
FETÖ’cü olmayan, halen görevi başındaki bütün komutanlarının tanık olarak beyanlarında; biz görev verdik, suçsuzdur dediği, darbe girişimini duyduğu anda; Muğla/Imsık Havaalanı’nda darbecilerden ayrılıp gizlenen, iki helikopterin bataryalarını çıkarıp çalışamaz hale getiren, 2. pilot hakkında, sayın cumhurbaşkanına suikast yargılamasında; çelişkili ve Yargıtay’da duruşma yapılmaksızın kesinleşmiş müebbet hapis kararı var.
Yasal Sorunlar:
Darbe girişimi davalarında TCK’nun 309 ve devamı maddeleri kapsamında iddianameler düzenlendi. Cumhurbaşkanına suikast iddiası hariç TCK 309. madde kapsamında çok sayıda hüküm kuruldu. Ölüm ve yaralanmalar fiilleri ise ayrı ayrı cezalar verilerek müeyyideye bağlandı.
Burada yasalardan kaynaklanan dört sorun var:
Birincisi;
TCK. 309 ve devamı maddelerde düzenlenen devlete, hükümete, cumhurbaşkanına karşı eylemlerde itiraf ederek “etkin pişmanlıktan yararlanma” düzenlemesinin olmamasıdır.
Pişman olan, itirafta bulunan da bulunmayan da aynı cezaya çarptırılabiliyor. Bu yüzden soruşturması safhasında itirafta bulunan çok önemli bilgiler veren sanıklar, yargılama sırasında itiraflarından işkence yapıldı diyerek vazgeçti. Genelkurmay Başkanı’nın emir subayı en açık örnektir. Bu yüzden önceki itirafçılar itiraflarından döndüğü gibi daha sonra itirafta bulunan tek bir sanık olmadı. Etkin pişmanlık düzenlemesi olsaydı. En üst düzeyde itiraflarda bulunacaklar olacağından hiçbir kuşkum yok. Nitekim TCK.314/12 (YöneticilikÜyelik) kapsamında yapılan yargılamalarda Ankara C. Savcılığının açıklamasına göre itirafçı sayısı sanıkların % 40’ı oranındadır.
Hükümle birlikte hakkında müebbet ağır hapis cezası verilenler, daha az ceza almak seçeneği olmadığından, gerçeği anlatmakla anlatmamanın fark etmediğini, boşuna olacağını biliyor.
Sayın Devlet Bahçeli’nin dile getirdiği soru önemli: Darbe sonrasında görev alacak olan Cumhurbaşkanı ya da devlet başkanı, bakanlar ve diğer üst düzey görevliler kim?
Darbe girişimi davalarında yargılananlar yönünden de, etkin pişmanlık düzenlemesi getirip, bu hainlerin ortaya çıkarılmasını kolaylaştırmak şansı varken, yasal düzenleme yapılmadı.
Darbe girişimi soruşturmalarında görevli birçok C. Savcısının bu noksanlığı vurguladıklarını bizzat duydum. Talep edilen “etkin pişmanlık” düzenlemesi, TCK 309 ve devamı maddeler için de yapılabilseydi, Amerikancı darbe girişiminin siyasi ayağı kolayca ortaya çıkarılır ve bu konudaki siyasi istismar önlenirdi.
İkincisi; Verilen beraat kararı sonucunda tahliye edilen kişinin, savcılık itirazı sonucu bir üst numaralı mahkemece tutuklanmasına karar verilmesidir.
En güncel örneği Metin İyidil’in beraat kararı ile serbest bırakılıp ardından itiraz üzerine tutuklanmasıdır.
Beraat, kararı veren İstinaf mahkemesinin yetkisindedir. Bu karar, dosyayı okumuş bir hukukçu olarak söyleyeyim; hiç de beklenmeyen bir karar değil. Salıvermeye C. Savcısının itiraz usulü CMK’ya konulmuş ise de bu düzenleme, hukuk nazarında vahimdir.
Yargıçların, tutuklama konusunda bağımsız ve adil karar verdiğine, siyasi etkinin ve talimatların geçmediğine, bu yüzden kimseyi inandırma şansı yoktur.
Ortada bir beraat kararı var ve sanık tutukludur...!
Üçüncüsü; Yargı Reformu Strateji Belgesinde hakim ve savcılara yer ve yetki yönünden güvence getirileceği öngörülmüş ise de bu düzenleme hala yapılmış değildir, geciktirilmemelidir.
Dördüncüsü; Yargıç ve savcılara mahsus olmak üzere meslekten ihraçlarda OHAL’den önceki usule ivedilikle dönülmelidir.
Sonuç
Yapılması olası adli hataları düzeltmek için dört maddede özetlediğimiz yasal düzenlemelerin acilen yapılması gerekir. En önemlisi ise TCK 309 ve devamı maddelerden yargılanmakta olanlar veya cezası kesinleştikten sonra itirafta bulunacaklar için, “etkin pişmanlıktan yararlanma” olanağı tanıyan düzenleme yapılmasıdır. Türk Ceza Kanunu’nda yeni bir düzenleme yapılması, istendiği taktirde, TBMM’de bir günlük mesai işidir.