ABD'nin stratejik müttefiki İsrail'in askeri tacizleri yanında siyasi, ekonomik ve sosyokültürel krizlerle boğuşan Lübnan, bu kez Hiroşima'ya atılan atom bombasını aratmayan Beyrut'taki devasa patlamayla sarsıldı. Bölgesel ve küresel aktörlerin cephe savaşı verdiği Lübnan'daki bu trajik patlamayla ilgili yazılı, görsel ve dijital medyada muhtemel senaryolar şimdiden yoğun ilgi görüyor.
Bu ilginç ihtimallere geçmeden önce yeni bir küresel denge için verilen amansız güç mücadelesini ve devreye sokulan farklı araçları iyi anlamak gerekiyor. Yüzyılımızı belirleyecek bu kaotik çatışmayı geleneksel kavram, yöntem ve yaklaşımlarla analiz etmek gerçeği perdeler.
Nitekim iki milyonluk Beyrut'un üçte birini etkileyen patlamayla bu tahminler doğru çıktı. Önce patlamanın içeriğini aydınlatacak iki manzaraya bakmakta fayda var.
Dışarıdaki manzara şöyle... Küresel düzeydeki güç dengesi başını ABD'nin çektiği Atlantik'ten Çin, Rusya ve Türkiye'nin liderlik ettiği Asya bloku ülkelerine doğru kayıyor.
İçerideki manzaradan ise ABD ve İsrail'deki yöneticilerin darboğazı görülüyor.
Dolayısıyla bir sürpriz gelişme hem yolsuzluk ve rüşvet nedeniyle ülke çapında kitlesel protestolara maruz kalan İsrail Başbakanı Netanyahu'nun elini rahatlatacaktır.
Hem de korona salgını, ırkçı protestolar ve ekonomik kriz nedeniyle hayli sıkıntılı günler yaşayan Donald Trump'ın 3 Kasım'da ikinci kez başkan seçilmesinin önünü açacaktır.
Bu bağlamda Beyrut'taki patlama tam bir 'örtülü güç operasyonu' kategorisine giren niteliklere sahip. Nedenlerini bilemesek de en azından sonuçları buna işaret ediyor.
İşte burada uluslararası güç sistemindeki konumu zayıflayan ABD'nin yeni mücadele stratejisini iyi analiz etmek lazım.
ABD'nin ana hedefi Çin ve Rusya'nın elindeki İran kılıcını etkisiz hale getirmek. Şu anki konjonktürde Amerikan kamuoyu her tür askeri maceraya şiddetle karşı çıkıyor. Bu nedenle CIA ve Pentagon, Trump'ın onay verdiği dört farklı ayaktan oluşan bir stratejiyi benimsemiş durumda.
Birincisi ekonomik yaptırım ve ticaret savaşları... ABD maksimum baskı politikasıyla İran ve müttefiklerini ekonomik olarak çökertmeyi amaçlıyor. Çin, Rusya ve Türkiye'ye karşı da benzer bir strateji devrede.
İkincisi örtülü sabotaj operasyonları... Son aylarda İran'da aralarında Natanz uranyum zenginleştirme tesislerinin de bulunduğu 10'a yakın endüstri kompleksindeki gizemli patlamalar bunun pratiği olarak okunuyor. Zaten Trump 2017'de CIA'nın her tür yönteme başvuracağını ilan etmişti.
Üçüncüsü müttefiklerle yapılan askeri operasyonlar... İsrail'in Suriye ve Lübnan'da Hizbullah'a karşı düzenlediği sistematik saldırılar bu kategoride yer alıyor.
Dördüncüsü ise spesifik hedeflere suikastlar... Irak'ta Kasım Süleymani'ye Suriye'de de DEAŞ lideri Ebubekir Bağdadi'ye yönelik askeri operasyonlar gibi...
Bu stratejik tablodan bakınca Beyrut'taki saldırının zamanlaması, yöntemi ve amacı ister istemez gözlerin İsrail ve ABD'ye çevrilmesine yol açıyor. Netanyahu'nun patlamadan beş saat önce attığı Arapça tweette Lübnan ve Hizbullah'ı tehdit etmesi şüpheleri daha da artırıyor. En ilginci de Trump'ın "Generallerime sordum. Patlamanın bir saldırıya benzediğini söylüyorlar" demesi.
Çünkü Trump'ın ısrarla 'saldırı' dediği patlama dört Hizbullah üyesinin eski başbakanlardan Refik Hariri suikastını planlamakla suçlandığı döneme denk geldi. BM destekli mahkemenin cuma günü vereceği kararın ülkede kargaşayı derinleştirmesinden endişe ediliyordu. ABD Başkanı'nın biraz da Hizbullah'ı kast ederek konuştuğu anlaşıyor.
Hasılı kelam, zor durumdaki İsrail ve ABD'nin elini güçlendirip İran ve Hizbullah'ı ise hedef tahtasına koyan bu sürpriz olay, sonuçları itibariyle her açıdan 'operasyonel bir patlama' şüphesi uyandırıyor.