Televizyon dizilerinde olsun, sinema filmlerinde olsun senaryo, konu ve karakterler asla değişmiyor. Ters bilinç inşasında algı mühendisliğinin en etkili silahına dönüştürülen sinema endüstrisinden bahsediyoruz. Uzak geçmişten günümüze uzanan tarihsel yolculukta kazanılan zaferlerin, uğranılan yenilgilerin, yaşanan acıların zihinsel tortusu, yön göstergesi milli bilince yönelik kültürel bombardıman günümüzde daha çok sinema sanatı üzerinden sürdürülüyor.

Bu türden psikokültürel operasyonların, Türkleri millet olmaktan çıkarıp, bilinci buharlaştırılmış, yön duygusunu yitirmiş, ulusal belleği boşaltılmış, amaçsız bir sürüye dönüştürmeye yönelik olduğu bilinmelidir. Bireysel ve toplumsal anlamda, uzun bir süreçte oluşan geleneksel duyarlılık yok edilip yerine laboratuvar ÜRÜNÜ imalatı kurgusal algı konabilmektedir. Buna, bilimsel terminolojide “Toplum Mühendisliği” ya da “Algı Mühendisliği” denilmektedir. Bir başka söylemle yapay bilinç inşası olarak adlandırılmaktadır.
Algı mühendisliğinde özellikle beyaz perde ve beyaz camın kullanılması rastlantısal değil, bilinçli bir tercihtir. Kurgulu görsellik insanları hipnoz derecesinde etkiler. Hedef toplulukta istenilen algı ve arzulanan psikoloji oluşturulur. ABD’nin ulusal çıkarlarının gerektirdiği toplumsal algının oluşturulmasında en etkili kurumun Hollywood film endüstrisi olması boşuna değildir.
Uzun girişten sonra sözü hepimize birer zerresi bulaştırılmak istenen kültürel radyasyonun güncel örneğine getirmenin zamanıdır. Beyaz perdeden yayılan radyoaktif serpintinin son örneği “Aşk Tesadüfleri Sever 2” etkili bir reklam kampanyasının ardından geçtiğimiz hafta gösterime girdi. Yönetmenliğini Ömer Faruk Sorak’ın yaptığı filmde öncekilerde olduğu gibi (Yabancı DamatKırık KanatlarYüreğine SorVatanım Sensin vs.) erkek tarafı Yunan/Helen, kız tarafı Türk olarak kurgulanmış. Filmin özetine geçmeden önce yok edilen gerçekliğin yerine konulan kurgusallığın iyi anlaşılması için batılıların klasikleşmiş söylemini okurlarımıza bir kez daha hatırlatalım: “Senaryo kutsal kitap, plato kilise, yönetmen Tanrıdır.
Tarihsel deneyimlerin oluşturduğu derin bilinçaltımıza, ortak duyarlılığımıza yönelik beyaz perde hipnozunun özetine geçelim:
“İstanbul Rum’u Niko ile Türk kızı Sema arasında ilginç tesadüflerle başlayan aşk kısa zamanda alevlenir. Senaryo (Kutsal Kitap) ve yönetmen (Tanrı) seyirciyi filmin başından itibaren Niko’nun babası kumaş tüccarı, dürüst esnaf Yorgo ile iyi komşu, şefkatli anne Marika‘nın tribününe yönlendiriyor. Yönetmen ve senarist, Yorgo ve Marika’ya gösterdiği ilgiyi Sema’nın polis memuru babasından ve ev kadını annesinden her nedense esirgemiş. Niko rolü için seçilen oyuncunun Apollon misali yakışıklılığı, ortalama seyircinin dinsel ve etnik aidiyete ilişkin itirazını baştan yok ediyor! Bu tutkulu aşk hikâyesinin arka fonunda verilen 1963 Kıbrıs olayları, seyircinin bu konulardaki ortak bilincinde fay kırıkları oluşturacak bir şekilde yansıtılıyor. Film, Kıbrıs‘taki Rum EOKA saldırılarını ve Türklere yönelik katliamların anavatanda oluşturduğu duyarlılıkları abartılı çarpıtmalarla sunarak, kurgu, görüntü ve efekt olarak seyirciyi Niko ailesinin yanında yer almaya yönlendiriyor. Kıbrıs olayları nedeniyle, barbar Türklerin ve devletin baskısıyla Türkiye’yi terk edip Atina’ya yerleşmek zorunda kalan Yorgo ailesi üzerinden EOKA ve Rum saldırganlığı örtülü biçimde beraat ettiriliyor. Hasılı kelam Antik Yunan’ın, Apollon, Daphne, Hera gibi mitolojik tanrı ve tanrıçalarıyla, Kerem ile Aslı’yı bir araya getirerek oluşturulmak istenen Postmodern Helenseverlik filmin özünü oluşturuyor. 1963 İstanbul’unda filizlenen Niko–Sema aşkıyla 2011 Ankara’sında Kerem ile Defne arasında alevlenen aşkların ortak noktası filmin sonunda ortaya çıkıyor. KeremAslı misali birbirine kavuşamayan Niko ile Sema’nın ikinci evliliklerinden olma çocukları Kerem ile Defne’yi sinemanın kutsal kitabı ve tanrısı tanıştırıp birbirine

âşık ediyor. Her nedense ikinci evliliğini de bir Türk kızıyla yapan Niko’nun oğlu Kerem (Apollon) üvey annesi sayılacak Sema’nın ikinci evliliğinden olan kızı Defne(Daphne) ile buluşturan Sinema Tanrı’sı bu kadarla da yetinmiyor. Filmin finalinde kocası vefat etmiş Sema ile karısı vefat etmiş Niko’yu da yeniden buluşturup baş göz ediveriyor!”
15 Mayıs 1919’da Yunanistan, Küçük Asya’nın fethi rüyasıyla, (Troya’yı fethe gelen çağdaş Agamemnon edasıyla) İzmir’e çıkmıştı. Mustafa Kemal Paşa’nın önderliğinde verilen Kurtuluş Savaşı’yla Türkler, birkaç yıl içinde Yunanistan’ın Küçük Aysa Macerasını “Küçük Asya Felaketi”ne çevirmişti. Geçmişten ders aldılar. Artık İzmir’e çıkmıyorlar. Milli duyarlılığı yok etmek için bilinç limanlarımıza çıkartma yapıyorlar, milli duyarlılığımıza demir atıyorlar!
Üstelik Türk senarist, Türk yönetmen ve Türk oyuncularla! Asla tesadüfen olduğunu düşünmeyin!


Av. Hüseyin ÖZBEK 

İLK KURŞUN