TEVFİK KADAN
Dr. Sadık Ahmet’in kurduğu Dostluk Eşitlik ve Barış Partisi (DEB) hakkında araştırma nitelikli bir kitap yazan ve Trakya Üniversitesi'nde doktora çalışması yapan Murat Derin’e, Yunanistan’a giriş izni verilmedi. Murat Derin, konuyla ilgili yaptığı açıklamada şunları söyledi:
“Bilimsel araştırmalarda bulunmak üzere bu sabah Yunanistan’a Kipi kapısından giriş yapmak istedim. Görevli polisler ülkeye girişimin yasaklandığı ve beni ülkelerine almayacaklarını söylediler. Sorun nedir? Neden girişim engelleniyor? diye sorduğumda ilk olarak 'Bilmiyoruz', daha sonra ise 'Sen neden olduğunu bilirsin!' denildi. Resmi bir belge istedim. 'Kabul Edilemez Yolcu Formu' doldular. Forma bakınca 'Ulusal Bilgi Sistemi' işaretlenmiş görünüyordu. Demokrasinin beşiği(!) ve Avrupa Birliği üyesi Yunanistan, herhangi bir suç ya da soruşturma olmamasına rağmen tarafıma böyle bir uygulama gerçekleştirdi. Aslında beklemiyor da değildim. Dr. Sadık Ahmet, DEB Partisi ve Batı Trakya Türkleri üzerine araştırmalar yaparsan pek tabii Yunanistan yine Yunanlığını yapacaktı. Bugün Batı Trakya Türkleri'nin asırlardır çektikleri çileleri ve 19. Madde kapsamında vatandaşlıktan atılıp, gümrüklerden geri çevrilenleri gayet iyi anladım. Bu uygulama ne kadar doğru çalışmalar yaptığımı teyit etmiş oldu. Çalışmalara her daim devam edeceğiz!”
'YUNANİSTAN TÜRKLÜĞÜ YOK SAYIYOR'
Aynı zamanda Rumeli Balkan Stratejik Araştırmalar Merkezi (RUBASAM)'nin Akademik Yönetim Kurulu Üyesi de olan Murat Derin'e, Yunanistan'ın bu araştırmalardan neden rahatsız olduğunu sorduk. Derin, şunları söyledi:
“Yunanistan, bölgedeki Türkleri 'Yunan Müslümanı' olarak kabul ediyor. 'Batı Trakya'da Türk yoktur' tezini savunuyor. Lozan'da 'Müslüman' ifadesi geçiyor deyip Türkleri ve Türklüğü yok sayıyor. O yüzden araştırma ve yazılarımız onları ürkütmüş olmalı. Daha 4 ay önce Yunanistan'da, Batı Trakya'da BAKEŞ (Batı Trakya Azınlığı Kültür ve Eğitim Şirketi) kurumundan bir kitabım yayınlandı. Bu kurum kütüphane ve eğitim kurumu statüsündedir. Türklerin güzide kurumudur. Sanırım o da büyük ses getirdi.”
'KONU ULUSLARARASI DÜZLEME TAŞINMALI'
RUBASAM araştırmacısı Hasan Özkan da Batı Trakya'da yaşananlarla ilgili Aydınlık'a şu bilgileri verdi:
“Türkiye’de yaşanan 67 Eylül hadiselerinden sonra Yunanistan’ın uygulamaya koymuş olduğu bir politika var. Bu politika, 1950’li yıllardan tamamen farklı bir politika. Azınlığı yavaş yavaş tüketme, sindirme ve özerklik haklarını gasp etme üzerine kurulu. Bizim azınlığımızın Türk azınlığı olarak orada dini, hukuki ve idari alanda özerklik hakları var. 1913 Atina Antlaşması, 1920 Yunan Sevri ve 1923 Lozan Antlaşması'ndan beri özerklik hakları var ve bu hakları sistematik olarak Yunanistan gasp ediyor. Halbuki iç hukuka göre, uluslararası anlaşmalardan doğan haklar, iç hukuk düzenlemeleri ile yok edilmez.
“Bu noktada İskeçe Türk Birliği’nin AİHM’de kazanmasından sonra üç kez iç hukuk yolları tüketildi. AİHM’nin kararının uygulanması için, Türk ismiyle kapatılan derneklerimizin resmiyete kavuşması için açılan davalardı bunlar. Şimdi bir ülkede azınlıksınız ve üç kez iç hukuku tüketiyorsunuz. Yunanistan öyle bir duruma getiriyor ki; Türk azınlıkları çaresiz bir pozisyonda asimilasyona tabi tutuyor. Dolayısıyla artık iç hukukla Batı Trakya Türkleri'nin elde edebileceği bir hak yok. Zaten vermiyor. Batı Trakya Türkleri uluslararası anlaşmalardan doğan haklarını uluslararası alanda aramalıdır. 1923 Lozan Anlaşması’nda o bölgede kalan Türklerden sorumluluğu olan ülke Türkiye'dir. Bir anlamda garantör pozisyonundadır. Türkiye'nin de desteği ile Batı Trakya Türkleri meseleyi uluslararası arenaya taşımak zorundadır. 1913 Atina Antlaşması, 1920 Yunan Sevri'ni imzalayan ülkeler de Türk azınlığın haklarından, hak mahrumiyetinden sorumludur. O ülkelerin de dikkatinin çekilmesi ile birlikte uluslararası anlamda gerekli adımların atılması gerekiyor.”
Aydınlık