Sevgili okuyucu, Ezel dizisi FETÖ’cü şifreleriyle ünlüdür, örnekleriyle anlattık, mahkemelik olduk, geçelim, bu şifrelerden bir tanesi de Eyşan.

Bugün Twitter’a girin Ezel’deki Eyşan’ın tam bir aşüfte karakteri olduğu üzerinde yüzlerce espri yapılır. Yani twitçilere göre Eyşan demek orospu rolü demek.

Peki Ezel dizisinde hafifliğiyle izleyicinin midesini kaldıran bu rolü oynayan kadına neden Eyşan ismi koyuldu?

Eyşan, nerden geliyor, ey şanlı ordu, ey şanlı asker, işte bu ‘ey şanlı’nın kısaltması ‘eyşan’.

Hatırlayın, o yıllarda akıllarınca FETÖ ne yapmaya çalışıyordu, Türk ordusuna iftira atıp bozmaya dağıtmaya tasfiyeye çalışıyordu, ve bu yüzden, hafif kadın(!) rolüne Eyşan ismini taktılar.

Büyük ve kanlı bir darbe gecesi yaşandı ve Türk Ordusu bütün iftiralara cevabını verdi, ve asıl Eyşan’ların kim olduğunu bütün milletimiz öğrendi, ya yurt dışına kaçtılar, ya da bazı partiler yapılar içinde renklere uyup ‘kamufle’ oldular.

Şimdi Sinan Aygün’ün iddialarıyla Eyşan’lar yine gündemde.

‘Bana Onun Kellesini Getirin’ filminin efsanevi yönetmeni Sam Peckinpah’dır, sinema tarihine girmiş asıl muhteşem filmi ise Vahşi Belde’dir. Şu, ortalığı kan gölüne çeviren dehşet sinemasını başlatan adam. Otomatik silahlar taramaya başlar ve film boyunca yığınla insanın öldürülmesine şahit oluruz.

Sinan Aygün’ün iddialarından sonra Halk TV’ye çıkan CHP Genel Başkan Yardımcısı Aykut Erdoğdu, gringo pozu verip gözlerini kısarak, bize savaş açtılar, cevaplarını alacaklar, dedi, İyiKötüÇirkin filminden bir fotoğraf gibi.

Evet, doğru, birileri Yeni CHP’yi dehşet sineması sahneleri gibi ‘taramaya’ başladı.

Ortalık kan revan milletinbasının korkudan dili tutuldu, Sinan Aygün bugün bir basın toplantısı yaptı ve iddialarını tekrarladı.

Yani, otomatik silahla ‘tarama’ bugün itibariyle start aldı resmen başladı.

Ve iki günlük derin suskunluktan sonra Kılıçdaroğlu nihayet dün konuştu, Aygün’ü ihraç için disipline verdiler, yani, şunu dedi: ‘Bana Onun Kellesini Getirin’.

Kardeşlerim, dünden bugüne Yeni CHP nedir, niye eleştirdik, bugün olan nedir, kısa bir özetle bir daha hatırlayalım.

Sinan Aygün bir işadamı, Kılıçdaroğlu’nun marifetiyle Yeni CHP’ye vekil oldu. Aygün, bugüne kadar hiç bir konuda fikir beyan etmedi, mesela ‘etnik milliyetçiler’ Yeni CHP’yi ele geçirdi Aygün sustu. Mesela FETÖ, Yeni CHP’de kökleşti, Aygün yine sustu. Yeni CHP Doğu Akdeniz’de milli politikaların ve Mavi Vatan’ın karşısında yer aldı, Aygün sustu, ancaaaak!

Kendi inşaatıkuleleri CHP’li belediyeyle ihtilafa düşüp zarar görünce Aygün eline otomatik silahını alıp Yeni CHP’ye ta ta ta taramaya başladı.

İddialar yenilir yutulur değil, sadece CHP’nin değil Türk siyaset tarihinin değil dünya siyaset tarihinde görülmemiş duyulmamış büyük bir skandalla baş başayız, çünkü, vekillik yaptığı partinin genel başkanını rüşvete sessiz kalmakla suçluyor.

Aygün, kendi kuleleri yıkılmadan daha erken davranıp kendisine dokunulmazlık bahşedip dokunulmaz zırhına sokup FETÖ’den koruyan Yeni CHP’yi ‘yıkmaya’ şimdi bugün neden başladı.

Çünkü işadamı budur, kendi ‘zarar’ görene kadar ağızlarını açmazlar, çünkü sermayenin meşrebi bütün tarihte bütün dünyada bütün kıtalarda ‘aynıdır’, değişmez, işadamları kendi menfatleri için yaşarlar, yasa budur!

FETÖ Türkiye’de basını medyayı ekonomiyi ele geçirmeye başladığında Cumhuriyet’in yıkıldığını ordunun parçalandığını gören hangi işadamları FETÖ’yle iş tuttu, ya da, FETÖ’nün karşısına geçen bir işadamı türü gördünüz mü?

Kardeşlerim, kaderinizi iyi okuyun.

Bir zamanlar üçüncü dünya ülkeleri vardı, örgütlendikleri BAĞLANTISIZLAR hareketi vardı. Hindistan’dan Nehru, Mısır’dan Nasır, Yugoslavya’dan Tito ve Endonezya’dan Sukarno ve Afrika’yı bütün ‘Afrika’ fikri etrafında ayağa kaldıran Gana’da ünlü lider Nukrama vardı.

Ve NATO ve Varşova Paktı’na karşı üçüncü bir ‘güç’ oluşturmaya çalıştılar.

Bağlantısızlar Hareketi ‘sömürüye’ ’emperyalizme’ karşıydı. Ünlü Bandung konferansı kulağınıza kadar gelmiştir. Bu üçüncü dünya ülkelerinin hepsinin emperyalizme karşı verilmiş kurtuluş savaşları ve herkesi eşitleyen seküler bir hukuk düzenleri vardı. 1980’li yıllara kadar dünyanın en büyük filozofları şairleri şarkıcıları büyük gençlik hareketleri üçüncü dünyanın ve Bağlantısızlar Hareketi’nin destekçisi, arkasındaydı.

Üçüncü dünya ülkeleri dünya ve insanlık için büyük bir umuttu, emperyalizm ve sömürü çağını bitirdiklerini söylüyorlardı.

Ancak dünyamıza en büyük katkıları, ‘silahlanma yarışını’ durdurma girişimleriydi. Birleşmiş Milletler içinde Uluslararası Atom Enerji Kurumu’nu onlar kurmuştu. Dehşet dengesi içindeki Amerika ve NATO’yu silahsızlanmaya zorluyorlardı ve o yıllarda kısmen de olsa çok büyük işler yaptılar. Ve nasıl oldu da neler oldu da 80’den sonra en çok silahlanan bu üçüncü dünya ülkeleri oluverdi.

Sabredin, Sinan Aygün’e geleceğim. 1980’li yıllar geldiğinde Bağlantısızlar Hareketi tavsadı çözüldü ve tarihten silindi, neden?

Neoliberaller galip gelmişti, hepsi ‘milli’ olan bu ülkelerin hepsi ‘etnik milliyetçilikle, dincilik, mezhepçilikle’ iç karışıklıklara sürüklendi.

Ve hemen hepsi ‘IMF’ ve ‘Dünya Bankası’na karşı duramadılar. IMF politikalarıyla yuları zengin emperyalist ülkelere yeniden kaptırdılar, devlet başkanlarının yolsuzlukları ve devlet başkanlarının diktatörlükleri birbirinin tıpkısı gırla gitmeye başladı.

1980’li yıllardan itibaren Türkiye’nin başına neler geldiyse, 24 Ocaklar, cemaatler, tarikatlar, darbeler, özelleştirme, Kenan Evrenler, vs. hepsi aynen Bağlantısızlar Hareketi üyelerinin başına her biri kopya edilmiş gibi aynısı geldi. Türkiye’de olup biten neoliberal cemaatleşme etnik ayrışma filminin aynısı bütün üçüncü dünya ülkelerinde aynen sahne aldı.

Bugünden bakıldığında üçüncü dünya ülkeleri uluslararası yani küresel şirketlere ve küresel karar vericilere çok ağır bir şekilde mağlup oldular, iç karışıklıklara sürüklendiler.

Sebebi, milli politikaları milli kaynaklar üzerinden sürdüremediler ve en önemlisi kendi ülkelerinde milli politikaları sırtlayacak destekleyecek milli bir burjuva bulamadılar ve hepsinin en zayıf tarafı milli burjuvaları çıktı, küresel şirketlerin gönüllü kölesi ajanı oluverdiler.

Özetle, bir yanda toprak ağalarına güçleri yetmedi diğer yanda düne kadar kendilerine ‘milli’ diyen şirketleri ikame politikalarla korudukları teşvik verdikleri halde çok sonra hazır yiyicilik yani Batılı şirketlerin acentalığı bu milli şirketlere çok tatlı geliverdi.

Borç batağı dediğimiz kısır döngüye böyle girdiler, üretmiyor ancak Batılı şirketlerin mallarına kolay ve ucuzundan ve beleşinden bayi ve sonra küresel şirketlerle ortak oluverdiler. Ve öncenin milli burjuvası 1980 sonrası küresel şirketlerin doktrini özelleştirme ve madenlerin yağmasına ortaklıklarıyla katıldılar. Ve özgürlük barış sloganları altında ulus devletlerin çözülmesinde küresel şirketlerle fikren de ‘ortak’ oldular.

Sistem şöyle dönüştü, milli madenleri küresel şirketlere işlenmemiş şekilde veriyorlar ve karşılığında hazır mamül ithal ürünleri kullanıyorlar ve Dünya Bankası’nın dayatmasıyla ülkelerini küresel şirketlere peşkeş çekmeye başlıyorlar, yani küresel şirketler ne istiyorsa onu ekiyor onu tartışıyor onu iktidara taşıyorlar.

Tabii ki sıcak para, ithal girdi, bayilik, acentacılık gibi ‘tatlı döngü’nün sürdürülebilmesi zorunluydu. Ve ama milli partileri de sandıkta kazanabilmek için ‘mezhepçi, dinci, etnik milliyetçi’ siyasetlerin önünü açmak zorundaydı. Hindistan’ın kurucu partisi Kongre Partisi’nin yolsuzluklarla halkın gözünden düşmesiyle CHP’nin hikayesi çok benzerdir. Peşinden, halkın neredeyse bir yarısını oluşturan müslümanlara ayrımcı politikalar dayatan bugünkü ırkçı Modi’nin gelişiyle aynı ülkelerde mezhepçi cemaatçi siyasetlerle iktidarların değişmesi çok benzerdir.

Çok geçmedi son otuz yıl içinde hepsi ‘özelleştirmeci’ hepsi Batılı şirketlerin ‘pazarı’ hepsi ‘IMF’nın kuklası, hepsi ‘milli kaynakları’ mamül hale getirmeden ihracı ve hepsi etnik milliyetçi ve mezhepçi kavgaların içinde savrulup  neoliberalizme boyun eğip ya bağımsızlıklarını kaybettiler ya eski sömürge düzeni kaldığı yerden devam etti ya iç karışıklıklar mezhep etnik iç savaş görüntüleriyle yüzleşip helak oldular.

Dünün Üçüncü Dünyası’nda başı çeken bu ülkelerde yaşananların aynısına en güzel örnek Türkiye’dir. Ordusu mahvoldu, ekonomisi üçbeş şirketin cemaatlerin tarikatların eline geçti, vs., sıcak para ve borç batağının kurbanı oldu, kardeşlerim, bu ülkelerin her birinin yaşadıkları ‘hikaye’ aynıdır.

Öyle ki, bugünkü iktidarı başımıza bela eden bu uluslararası karar mekanizmalarıdır, ona muhalif olduğunu söyleyen Yeni CHP’si Davutoğlusu, İmamoğlusu, Babacan’ı, İyi Partisi, her biri bu ‘sıcak para’yla tıpkı AKP gibi bu küresel hegemonyayla siyaset yapmak için sıralarını beklemekte, hepsi NATO’cu, hepsi Batıcı’dır.

Yani ‘üçüncü dünya’nın sadece omurgası kırılmadı sadece etnik mezhep savaşları yaşanmadı; Bağımsızlık savaşı verdikleri o ilk günlere bir daha dönemediler. Ve bir daha milli politikaların milli örgütlerin milli kaynakların milli siyasetinde bir alternatif olarak siyasi ‘yerleri’ kalmadı.

Bizim, Yeni CHP’ye birinci eleştirilerimiz işte burası, kendi kaynaklarına güvenen milli politikaları, Cumhuriyet değerlerini, Türkiye’nin imkanlarını terk edip Faik Öztrak gibi Kemal Derviş çıraklarına teslim olmasıdır.

Ve ikinci eleştirimiz, Kemal Derviş politikalarına teslim olurken küresel güçlerin emirleriyle etnik milliyetçiliği ve FETÖ’yü bağrına basıp ‘legalleştirmeye’ çalışması, yani sağcılaşması ve açılım rüzgarına savrulmasıdır.

Oysa, FETÖ, CHP’yi değil kendi çıkarlarını düşünür, oysa, etnik milliyetçiler Yeni CHP’yi kullanarak ‘açılım’ın önünü açmaya çalışır ve gerçek: İşadamları da ‘kendi çıkarlarını’ düşünür.

Yani, milli vatan, milli endişeler, Cumhuriyet değerlerimiz ve toprak bütünlüğümüz, bu hikayenin hiç bir yerinde yoktur. Eşkiya Seyid Rıza’yla Sinan Aygün ve köpek salyalı CIA ajanı FETÖ, aynı ‘parti’ içinde yan yana getirildi.

Sinan Aygün bir ‘işadamı’ olarak bu rüşvet hikayesinde haklıhaksız olması dıngılımda değil. Hikayenin özü, antiemperyalistler emperyalizme kimler eliyle nasıl boyun eğdiğinin en güzel örneğidir.

Çünkü onları, cumhuriyet değerleri, milli değerler, hiç ilgilendirmez, etnik milliyetçiler partiyi ele geçirmiş, FETÖ’cüler partide cirit atıyor, gibi milli hassas konular küresel şirketlerin göz koyduğu dünyanın bu ülkelerinde hiç hiç ilgilendirmedi.

Onlar ‘paralarına’ bakar.

Sermayenin vatanı yoktur. Sermaye için ülke yakılır. İç savaş çıkartılır. Sermaye için etnik milliyetçiler beslenir FETÖ’ye arka çıkılır.

Para ve sandık için tarikatlara cemaatlere kapılar açılır, hikaye, Endenozya’dan Türkiye’ye Hindistan’a Mısır’a aynıdır. Latin Amerika ülkeleri biraz değişik ama aynı hikayeyi yaşamıştır. Bu hikayenin başlarında yer alan Yugoslavya ise artık yoktur. Cezayir’de iç savaşlarda ölenlerin sayısı yüzbinlerin üstündedir. Şimdi size şaka gibi gelecek ama bir zamanlar Irak’ın en güçlü partisi sol ve sosyalist partilerdi. Bu hikaye başlamadan kurtuluş savaşları vermiş ve Bağlantısızlar Hareketi’yle yan yana gelmiş bu ülkelerde dincilerin mezhepçilerin gücü o yıllarda yüzde bir dahi yoktu.

Her yerde aristokratlar toprak ağaları işadamları paraları söz konusu olduğunda tıpkı Sinan Aygün gibi yaptılar, içinde yaşadıkları kabul gördükleri korumasında yaşadıkları partiyi önce kullanıp sonra bir anda fırsatını bulup hukuki gerekçeler bulup otomatik silahla taramaya başladılar.

Kardeşlerim, sağa ‘açılım’ı etnik milliyetçiliğe ‘açılım’ı FETÖ’cüleri hukuk ve özgürlük laflarıyla korumayı bu yüzden, eleştirdik.

Bu yüzden Ekmeleddinler’i Sarıgüller’i İmamoğullarını, Kemal Dervişleri, Sezgin Tanrıkullarını, Bekaroğullarını ‘kıyasıya’ gücümüz yettiğince canımız yanarak ifşa etmeye rezil rüsva etmeye çalıştık.

Sol politikalarda kamucu politikalarda milli politikalarda bu ‘insanların’ işi olamaz. Siyaset bilimi, tarih felsefe, böyle bir absürd ‘kitleyi’ bir arada tutamaz ve tutmadı, bu absürd ittifak ancak bir ülkenin yıkımında parçalanmasında ‘kullanılır’, öyle oldu.

Kardeşlerim, sömürgeciliğe ve emperyalizme karşı savaş vermiş partilerin ülkeleri hemen hepsi bu sağcı ittifaklarla bu IMF politikalarıyla bu küresel şirketlerin hegemonyasıyla ya yıkıldı dağıldı ya da büyük güçlere teslim oldular ya da partileri kurucusu oldukları ülkede iktidarı mezhepçilere aşırı sağcılara kaptırdı.

Kardeşlerim, tarih felsefesi gücünü, toplumu ve insanı var eden siyaset ve sosyoloji ve insan doğasının en temel vazgeçilmez yasalarından alır. Özetle, siyaset, ülke ve hukuk ve insanlık menfaatleri uğruna organize olur, falan müteahhitler kazansın falan tarikatlar güçlensin diye asla değil.

Özetle, sana sığınan etnik milliyetçiler gün gelir seni satar, FETÖ’cüler seni satar, işadamları seni satar, bu evrensel bir yasadır. Çünkü etnik milliyetçiler de örgütlüdür cemaatler de örgütlüdür ve bu örgütleri daha büyük CIA gibi örgütler besler fonlar ve medyada parlatıp önüne koyup seni yönetir.

Sen varlığını ve partini ancak ‘seni satmayacak’ ülkenin selameti dışında hiç bir çıkarı olmayan kitleler ve örgütleriyle ayakta tutabilirsin.

Oysa Yeni CHP, kim doktrine ettiyse yani kim dizayn ettiyse milli çıkarlar söz konusu olduğunda kendini anında satacak etnik mezhep ve kirli sermayeyle işbirliğine girip, kurucu parti özelliğini kendisi imha edip Seyyid Rızasından FETÖ’süne selam çakar hale gözlerinizin önünde getirilmiştir.

Çok kısa özetini verdiğimiz bu eleştirileri kıyasıya yaptığımız için hem partiden hem yayın organlarından hem goygoycusu sitelerden ‘alayımız’ tasfiye edildik, kovulduk.

Başa dönelim:

Kardeşlerim, Tarantino filmlerinde kan gövdeyi götürme sahnelerine artık hepimiz alıştık, ancak, dikkat edin bu dehşet sahneler yaşanırken, fonda hangi tür bir müzik çalıyor?

Tempotik, neşeli, coşkulu, vur patlasın, bir müzik!

Meksika’nın Kolombiya’nın kanlı uyuşturucu satıcıları öldürülürken hangi tür müzikler çalıyor, merak edin!

Sevgili dinleyicimiz Kılıçdaroğlu! Sana hangi şarkıyı çalalım?

FETÖ’nün ve etnik milliyetçilerin ve müteahhitlerin kendi çıkarları için toplaştıkları partin, şimdi, tıpkı Escobar gibi kendi adamları arasında bir derin ihtilafla, kanki kardeşler, şimdi, otomatik tüfeklerle birbirine tarıyor, söyleyin, fonda hangi müzik olsun.

Google’a yazın, gelsin:

Guantanamere…

Guaantaaanaaamere

Guantaaanaaaameree!

Yığınla insanlar öldürülürken fonda neden bu neşeli Latin şarkısı: Guentanamere!

Ya da, IŞİD, uyuşturucu çeteleri, etnik milliyetçiler birbirini kitleler halinde öldürürken, sadece Meksika’nın değil Latin Amerika’nın artık bir marşı olmuş, şu neşeli şarkıyı neden çalarlar?

Ay ya ya yaaay yayy!

Ay ya yay yayyyy!

Ay ya ya yaaay!

Ve ay ya yaa yaaaa şarkısı çalarken, Kılıçdaroğlu açıklama yapıyor: Bana onun kellesini getirin!

Tekbir ile son defa, Sinan Aygün, Seyit Rıza, FETÖ, Sezgin Tanrıkulu, hepsi bu neoliberal düzende bir ‘bütündür’, etle tırnak gibidir.

Allah aşkına tekbir ile son defa: Neoliberal düzenin bunları yan yana getirme sebebi vatanın toprak bütünlüğüne meydan okumak, uluslararası ve dinci peşkeş yağma şirketlerinin önünü açmak ve ülkenin bağımsızlığını elinizden almak.

Tekbir ile bir daha! Büyük amaçları ve sizi, insan hakları ve yurttaşlık anayasası olmayan ve hatta Birleşmiş Milletler’i dahi olmayan 1789 öncesi kral ve tebası günlerinin ortaçağına geri döndürmek ki, Kılıçdaroğlu gibiler sayenizde hepiniz, selametle başardınız.

Tekbir ile son defa: Sinan Aygün’ün ya da Mansur Yavaş’tan hangisinin hukuki olarak haklı olduğu bu hikayede .kimde değil. Bizi içine düştükleri rezillik ve mafyatik çatışma üzüyor.

Siz, gözlerinizi büyük resme çevirin.

Parçalanan partilere yıkılan dağılan muhalefetinize bakın, Selahattin Demirtaş’ı çizer yapmasıyla bir zamanların en ağır muhalif dergisi Leman’la Nagehan Alçı’nın aynı siyasi çizgiye nasıl gelebildiklerine bakın Oda Tv’nin Leman’ın Nagehan Alçı’nın İmamoğlu ve Seyit Rıza ya da Kaftancıoğlu aşklarıyla yan yana nasıl getirebildiklerine bakın.


veryansıntv