Ahmet Davutoğlu’na yakın Karar Gazetesi’nin dünkü sürmanşeti çok çarpıcıydı:
“İslam dünyasında yalnızlaşıyoruz çünkü Batı'dan uzaklaşıyoruz”
Taha Akyol’un kendisiyle yaptığı söyleşide emekli Büyükelçi Abdurrahman Bilgiç, İslam Dünyası ile iyi ilişkiler geliştirmenin Batı ile yakınlaşmaktan geçtiğini iddia ediyor. O’na göre ancak Batı’da etkinliği ve itibarı olan bir Türkiye’nin İslam dünyasında da gücü olabilir.
Yani aslında Bilgiç, Türkiye’nin Cezayir’e, Libya’ya ve bütün Müslüman Afrika’ya, Irak’a, İran’a, Suriye’ye ve Batı Asya’nın tamamına, Orta Asya’dan Pakistan ve Endonezya’ya kadar Asya’nın Müslüman halklarına kendi tarihi ve çıkarlarına göre değil de Batı’nın gözlükleriyle bakmasını öneriyor. Eğer ABD ile eskisi gibi “iyi” ilişkiler geliştirip hele bir de AB üyelik sürecini tekrar canlandırırsak İslam dünyasındaki ağırlığımız da artacakmış.
Gerçekten böyle mi? Örneğin Akdeniz’den komşumuz olan Libya’ya ya da doğu komşumuz İran’a Vaşington, Brüksel gözlükleriyle bakarsak İslam dünyasında itibarımız artar mı? Yalnızlıktan kurtulacak mıyız? Ya da yalnız mıyız?
Aslında yakın dönem tarihimiz bize tam tersini anlatıyor. Sadece geçen günlerde toplanan Türkiye – Afrika Zirvesi bile bu fikri çürütmeye yeter. ABD ve AB’ye cephesini dönen ve dünyaya artık kendisini merkez alarak bakan Türkiye, İstanbul’da 41 Afrika ülkesinin devlet başkanını bir araya getirdi. Zirvede emperyalizme ve sömürgeciliğin bütün kalıntılarına açıkça tavır alındı. Türkiye – Afrika ilişkileri hiç olmadığı kadar ileri bir seviyede.
“Batı ile ilişkileri güçlü olan” taze NATO üyesi Türkiye ise 1950’lerde Cezayir’e karşı Fransa’nın yanında yer almıştı. Aralık 1958’de BM Genel Kurulunda Cezayir’in bağımsızlığı oylamasında çekimser kalan tek Müslüman ülkeydi Türkiye. Ve Cezayir sadece bir oyla bağımsızlığını 4 yıl daha ertelemek zorunda kaldı. Bu süreçte binlerce bağımsızlık savaşçısı daha şehit oldu. Batıcı Türkiye İslam dünyasında işte böyle “itibarlıydı”.
Aynı Türkiye, Batı ile mesafeli olduğu 1930’lu yıllarda yurt dışında görevli bütün diplomatik temsilcilerine Fransa’nın Cezayir’i işgalinin 100. yılını kutlama törenlerine katılmama talimatı vermişti. Atatürk döneminde Suriye ve Irak’ın Fransız ve İngiliz işgalinden kurtulmasını destekliyorduk. Milli Mücadeleyi dünyanın bütün mazlum milletleri için verdiğimizi söylüyorduk.
“Batı ile ilişkileri güçlü olan” Türkiye, emperyalistler Libya’yı bombalarken, Muammer Kaddafi’yi katlederken onların yanında yer aldı. Irak’ın işgalinde ABD’nin başını çektiği haydutların safında yer aldı. Afganistan işgaline askeri destek verdi. Suriye’yi parçalamayı amaçlayan “uluslararası koalisyonun” üyesi oldu. Türkiye Hükümeti, Moritanya’dan Endonezya’ya 22 İslam ülkesinin – Türkiye dâhil – sınırlarını ve rejimlerini değiştirmeyi amaçlayan ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesinin eş başkanlığına soyundu. Ne itibar ama!
İslam dünyasıyla ilişkileri geliştirmenin yolunu Batı’yla iyi ilişkilere sahip olmaya bağlamak, Batıcılığın zirvesi olsa gerek. Mandacı iktisatçılar gibi mandacı diplomatlarımız da var demek ki.
Bilgiç’in Ali Babacan’ın DEVA Partisi'nin “Dışişleri ve Güvenlik Politikalarından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı” olması sürpriz değil. Yakın zamanda siyaseti bırakmış olsa da Babacan ve Davutoğlu’na sosyal medyadan destek vermeye devam ediyor. Kendi tercihi şüphesiz.
Ancak ileri derecede mandacı olan böyle bir zihniyetin uzun yıllar Dışişlerimizde ve daha vahimi MİT Müsteşar Yardımcılığı (201114 ErgenekonBalyoz tertipleri dönemi) gibi kritik bir görevde yer alabilmesi NATO sürecinin devlette yarattığı tahribatı göstermesi açısından büyük dersler içeriyor.
Utku Reyhan/Aydınlık