En kritik özelleştirmeler onun döneminde yapıldı. 50 milyar dolarlık kamu kaynağı satıldı. Sıcak para gelsin diye Irak’ın işgaline destek çıktı, IMF programını harfiyen uyguladı. 2008 sonrası değişen şartlarda önüne konulan ikinci IMF programını devreye almak isterken görevden el çektirildi.

Ankaralı tüccar bir ailenin oğlu olan Ali Babacan, Tayyip Erdoğan’sız 58. Hükümet'in en kritik isimleri arasındaydı. Erdoğan'ın siyasi yasaklarının kalkması üzerine 59. Hükümet'te Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanlığı görevini sürdüren Babacan, 60. Hükümet'te Dışişleri bakanı olarak görev aldı. 2008'de küresel finansal kriz patlayınca yeniden ekonominin kaptan köşküne oturan Babacan, 2015'in Ağustos ayına kadar bu görevde kaldı. Neoliberal çevreler bu tarihten bir yıl sonrayı, yani 2016'yı baz alarak, mali disiplinin erozyona uğradığını öne sürüyorlar.

Son günlerde yeni parti kurma girişimiyle yeniden siyaset sahnesine çıkan Ali Babacan, aslında hiç bu çevreden uzak kalmadı. 2015'te görevinden ayrıldıktan sonra, bir süre gözlerden uzak kalmakla birlikte, basına kapalı toplantılarla istişarelerini sürdürdü. İstanbul'da Milli Görüş'ün kadrolarının yetiştiği bir sivil toplum oluşumunda yaptığı konuşmada da ilerisi için sinyal vermişti.

‘İYİ GEÇİNELİM PARA VERSİNLER!’

Uluslararası finans çevrelerinin çıkarıyla her daim uyumlu politikalar izleyen Ali Babacan'ın dönemi, bir takım çevreler tarafından ‘mucizevi yıllar’ gibi sunuluyor. Büyük bir borç döngüsü içerisinde ivmelenme sıkıntıları çeken Türkiye ekonomisi için Babacan, bir kurtarıcı gibi sunuluyor.

Babacan'ın yeniden siyaset sahnesine çıkmasıyla yaptığı açıklamalara baktığımızda, ekonomiye ilişkin yol haritasını gizli tuttuğu görülüyor. Babacan'a göre en kolay çözülecek sorun ekonomi! Babacan'ın çantasındaki ekonomi ajandasının genel hatlarını açıklayalım: Dış sermaye akımlarına bağımlı Türkiye ekonomisi, Batılı finans merkezleriyle iyi geçindiği sürece ülkeye sermaye çekebilir. 2013 Mayıs'ında başlayan ve nihayet 2019'da soluklanan devalüasyon süreci Türk varlıklarını ucuzlattığı için ortam da uygun. Peki ne pahasına?

50 MİLYAR DOLARLIK ÖZELLEŞTİRME

Babacan'ın göreve geldiği ilk yılları hatırlayalım: ülke ardı ardına ekonomik krizler yaşamış. Ecevit koalisyonu IMF'ye gitmek zorunda kalmış. Kemal Derviş ülkenin başına Washtington'dan bakan olarak atanmış. Türk lirası devalüe edildiği için yine Türk varlıkları ucuzlamış…

Bu ortamda uygulamaya konulan Derviş'in ‘Güçlü Ekonomi Programı’ Babacan döneminin çıpası oldu. Tecrübesiz bakan, Derviş ambalajlı IMF politikaları korumasında 2008'e kadar durumu kotardı. Telekom, Tüpraş, Petkim, Tekel, bankalar... Babacan'ın hâlâ görevde olduğu 2015 yılına kadar yaklaşık 50 milyar dolarlık özelleştirme yapıldı. Türk bankacılık sektörünün yüzde 50'si, İstanbul Borsası'nın yüzde 60'ı yabancıların kontrolüne geçti. Tütün ve sigortacılıkta da yabancılar yüzde 80'lere yakın oranda hakim konuma ulaştı.

‘GAZFREN’ TARTIŞMALARI

Özelleştirmelerin yapıldığı dönemde Türkiye borç batağına sürüklendi. Özellikle 2008 sonrasında, döviz geliri olmayan şirketlerin de dövizle borçlanmalarının önü açıldı. Merkez kapitalist ülkelerin krizden çıkmak için para basmaları sayesinde gelişen pazarlara akan ucuz ve bol dövizden Türkiye de nasibini aldı. Ak Parti hükümetlerinin önüne üretime dayalı bir model ortaya koyamayan Babacan ve ekibi, 2011 yılında kadar IMF'nin standby politikalarını uyguladı. IMF'nin 2011 sonbaharında yayınladığı raporda Türkiye'ye yönelik borç uyarısı yapması üzerine, Babacan ekonomik büyümede frene basılmasını istedi. Bir süre bu politika sürdürüldü. Ancak Zafer Çağlayan'ın başını çektiği ekip, düşük büyümenin getireceği siyasi faturayı görüp, buna karşı çıktı. Türkiye, neoliberal merkezlerin istediği reformları yapmadığı halde borçlanarak büyüyordu. IMF bir fatura kesilmesini istedi. Ancak güneydeki jeopolitik gelişmelerle Türkiye'nin Batı koalisyonunun yanında yer alması sonucu, sermaye akışı kesilmedi. Babacan bu dönemde ‘Elden gelen öğün olmaz o da vaktinde bulunmaz’ diyerek, 2002'den beri bizzat kendisinin uygulayıcısı olduğu borçlanma ekonomisine dayalı modelde, uzatmaların oynandığı mesajını verdi.

SICAK PARA 6 KATINA ÇIKTI

Özelleştirme bilançosunu yukarıda kısaca verdik. Babacan'ın, neoliberal çevrelerin uyarısıyla son döneminde hizaya çekmeye çalıştığı aşırı borçlanma politikasının 20022015 dönemindeki bilançosuna da bir bakalım: 2013 yılının ilk çeyreğinde 130 milyar dolar düzeyindeki Türkiye'nin toplam brüt dış borcu, Babacan görevden ayrılmadan hemen önce, 2015'in ikinci çeyreği sonunda 408 milyar dolara çıktı. Devalüasyon dönemlerinin ikinci yılı olduğundan, borcun milli gelire oranı bu yılki gibi yüzde 60'ı aşmasa da yüzde 44.7 düzeyindeydi. Özel sektörün borcu da aynı dönemde 43 milyar dolardan 287 milyar dolara yükseldi. Toplam borç yüzde 213, özelin borcu yüzde 567 oranında arttı. Türkiye'nin döviz açığı (Net Uluslararası Yatırım Pozisyonu) 85.5 milyar dolardan 385 milyar dolara yükseldi. Yani yüzde 350'lik bir artış oldu.

Peki bu nasıl oldu? Elbette borçlanma ve sıcak para akımları yüzünden. Aynı dönemde Türkiye'nin aldığı krediler 80 milyar dolardan 211 milyar dolara çıktı. Ülkeye gelen sıcak para (portföy yatırımı) 24 milyar dolardan 144 milyar dolara yükseldi.

BORÇLU NÜFUS 15 PUAN ARTTI

Babacan döneminde uygulanan dış borçlanma ve ülkeyi sıcak paranın esiri kılan politikaların en ağır sonucu ise hane halkı borçluluğunda yaşandı.

TÜİK'in Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması 2015 sonuçlarına göre nüfusun yüzde 67.9’unun, konut alımı ve konut masrafları dışında taksit ödemeleri veya borcu var. Bu oran 2006 yılında yüzde 53 düzeyindeydi. (2006 öncesine ilişkin böyle bir çalışma bulunmuyor.) Öte yandan 2002 yılında vatandaşın bankalara borcu 6.6 milyar lira düzeyindeyken 2015 yılı sonunda bu tutar 384 milyar liraya yükseldi. Babacan'ın temellerini attığı ve bizzat uygulayıcısı olduğu borçlanma ekonomisi hem ülkeyi, hem özel sektörü hem de vatandaşı borca batırdı. Gelinen süreçte yatırımların çöktüğü, imalat sanayisinin milli gelir içindeki payının eridiği, yurtiçi tasarrufların yüzde 14'ler düzeyine gerilediği (TÜİK kalem hesabıyla konut sahipliğini dikkate alarak yüzde 20'nin üzerine çekti), cari açık vermeden büyüyemeyen, yüksek açıklar vererek büyüdüğü halde işsizliği azaltacak düzeyde istihdam sağlayamayan ve dünyada dezenflasyon süreci yaşanırken bile yüksek enflasyonla boğuşan bir Türkiye ekonomisi var karşımızda.

BİZ BU FİLMİ DAHA ÖNCE GÖRDÜK

2003 yılı Şubat ayını hatırlayalım: ABD, Irak'ı vurmaya hazırlanıyor. ABD ile varılan ekonomik mutabakatı Ak Parti grubuna anlatan Devlet Bakanı Ali Babacan, ABD Başkanı George W. Bush'un Irak'a ‘vur emri’ vermesi durumunda Türkiye'ye hemen 8.5 milyar dolarlık köprü kredisi geleceğini söylüyordu.

Babacan'ın bu yılın eylül ayında Karar gazetesine yaptığı açıklamaya bir bakalım: "Ekonomide başarılı olduğu dönemleri, dış politikada başarılı olduğu dönemleri, Avrupa Birliği reformlarında başarılı olduğu dönemleri. O dönemlerin arkasındaki, mutfağındaki ekibin tamamı bizim arkadaşımız şu anda."

Babacan, dün olduğu gibi bugün de Batı'nın dış politikasına hizmet edildiği sürece ekonomide başarı sağlanacağını ifade ediyor. Bu açıklamasından anlıyoruz ki ‘ABD'nin yeni projelerinde rol alacak bir Türkiye'ye’ kolaylıkla borç bulacağını deklare eden bir aday var karşımızda. Oysa Babacan yine aynı söyleşide kendini şu sözlerle ele vermişti: "Ekonomide yaşanan sıkıntıların arkasında da aynı sorun var. 2011 seçimlerinden sonra başlayan, özellikle de 2013 sonrasında hızlanan bir sapmadan bahsediyorum."

2011 sonrası Babacan dört yıl daha görevde kaldı. Bir Hükümet dönemi.

Babacan'ın Karar'daki söyleşisi bir deklarasyon niteliğindeydi. Sadece bir defa üretim ve istihdam kelimesi geçti. Keza parti programı da farklı değil. Babacan aynı açıklamasında 'borcu en iyi ben bulurum" ilanını şu sözlerle yaptı: "Dışa açık bir ekonomi olarak ve dışarıdan finansman ihtiyacı olan bir ekonomi olarak devletin farklı alternatifteki finansman imkanlarına da açık olması gerekiyor."

Sizce de Türkiye bu filmi daha önce görmedi mi?


Aydınlık