Yaz aylarında insanın eli biraz daha rahat oluyor. Güncel kitapları bekletmeden alıp okuma şansı buluyorum. Geçenlerde Soner Yalçın’ın son kitabı Tağut’u okudum.
Yazar, İslamcılığın ideolojik etkisi altındaki yurttaşlarla laik kesim arasında bir diyalog kapısı açmaya çalışmış. Bu amaçla İslamcı aydınların kendi tabanlarını pekiştirmek için uydurduğu bazı yalanları çürütmeye ve tarihin İslamcı okumasının yanlışlıklarını ortaya dökmeye yönelmiş. Buraya kadar tamam. Fakat bir sorunla başlıyor çalışma.
AYDIN METAFİZİĞİ
Soner Yalçın’a göre İslamcıların aydını yok. Neden diye soramıyoruz. Çünkü yazar bize bir aydın tanımı yapmıyor. Yalçın Küçük’ten öğrenmiş olsa gerek. Beş cilt aydın üzerine tezler yazıp, aydın olan ile olmayanı ayırt eden bir kavramsal çerçeve çizmediğiniz zaman, kimin aydın olacağına karar vermek de sizin sırrınız oluyor.
Aydın kavramına salt olumlu değer yüklemekten gelen tipik bir hata bu. Oysa aydın nesnel bir kavram. Yani toplumsal karşılığı var. Örneğin Doğu Perinçek de Aydın ve Kültür adlı kitabında tartışıyor bu konuyu. Ancak önce bir tanım getiriyor. Aydın toplumsal sınıfların sözcüsüdür, onlar adına ideolojik mücadele yürüten, düşünce üreten kişidir diyor. Böylece kimin aydın olup kimin olmadığını okurun da ayırt edebileceği bir ölçüt getirmiş oluyor. Bu ölçütü kabul edersiniz, etmezsiniz ayrı…
Bilimsel yöntemin temel ilkesi kavram tanımlamadır. Türkiye’de demokrasi var mı diye sorsam, herkes kendi meşrebine göre cevap verir. Tartışma imkânsız olur çünkü herkes kendi kafasındaki demokrasi idrakine göre konuşmuş olur. Oysa bir demokrasi tanımı yapsam ve ardından aynı soruyu tekrar sorsam, bu tanım etrafında Türkiye’de bir demokrasinin varlığından bahsedip bahsedemeyeceğimiz tartışılabilir hale gelir. Bir sonuca varırız.
BİLİM VE SİYASET
İslamcı aydınların dünyayı okumakta zorlandıkları ortada. Yalçın bunun başlıca nedenini dünyayı ekonomipolitik bir zemine oturtarak analiz edemiyor olmalarında buluyor. Çok doğru. Din ve mezhepler dünya dinamiklerinin önemli bir parçası. Fakat özellikle modern dünya dinler ve mezhepler değil, ekonomik ve politik güçler tarafından belirleniyor.
Ama bu İslamcıların aydını olmadığını değil, İslamcı aydınların niteliklerinin zayıf olduğunu kanıtlar.
Öte yandan, Yalçın Taliban konusunu tartışırken, bizatihi kendisi ayrılıyor ekonomipolitik zeminden. ABD tasını tarağını toplayıp Afganistan’dan kaçtıktan sonra Taliban yönetime geldi. Fakat Yalçın’a göre Taliban antiemperyalist olamaz. Neden? Çünkü feodaldir. Bize uzun uzun Taliban’ın kadın düşmanlığından, feodal din kavrayışından vs. bahsediyor. Taliban’ın feodal olduğuna ikna oluyoruz. Fakat neden Taliban yönetimindeki Afganistan’ın hala emperyalist işbirlikçisi olduğunu anlamıyoruz. Söylemiyor çünkü!
Eh, olur o kadar. Karşımızda olguları açıklarken bilimden yararlanan fakat bilim yöntemine sadık kalmak zorunda olan biri yok. Bilim ve siyaseti ayıran ince çizgi özünde olgular karşısındaki etik pozisyonunuza ilişkindir. Soner Yalçın’dan çok tıklanmaya, tiraj almaya ve polemiğe kaçmanın dayanılmaz hafifliğine direnmesini beklemek haksızlık olurdu.
Ama bizim en hakiki mürşidimiz hala bilim. İşimize geldiği gibi kullanacağımız bir kaynak olarak değil, etik bir bilme tarzı olarak, kendine özgü yöntemine sadık kalarak üreteceğimiz bilim!