Dicle Eroğul yazdı
Uyanık bulunun ey Türk
gençleri!
İrtica sevemez bu hür rehberi
Susturun mantıkla, kin güdenleri
Borcumuz savaşmak ebeden, niçin? …
“İngiliz diplomasisi,
İzmir suikastından dokuz ay kadar önce, Gazi Paşa'ya karşı bir suikast ihtimali
üzerinde zihin yormaya başlamıştı. İngilizler daha 1925 yılında Gazi Paşa'dan
sonrasını düşünmeye başlamışlardı” (Bilal N. Şimşir'in “İngiliz Belgelerinde
Atatürk 19191938” adlı eserinden)
Ayasofya'nın ibadete
açılması, başta Cumhurbaşkanı olmak üzere iktidar çevrelerince Türkiye'nin
egemenlik hakkı olarak değerlendirildi. SETA Strateji Araştırmaları Direktörü
Hasan Basri Yalçın, TRT 1 ekranlarında yayınlanan 'Enine Boyuna' programında,
verilen uluslararası tepkileri değerlendirirken, Ayasofya kararının sadece iç
siyasetle alakalı bir mesele olmadığının altını çizerek, bu kararın Türkiye’nin
egemenlik ve bağımsızlık ilanının göstergelerinden de bir tanesi olduğunu
belirtti. Ayasofya konu olduğunda uluslararası baskının gündeme geldiğini
hatırlatan Yalçın, Türkiye’nin son yıllarda dünya siyasetinde oluşan güç
boşluğunu çok iyi değerlendirdiğini, bu sayede eskiden hayal olarak nitelenen
bir konuyu rahatlıkla çözebilecek konuma geldiğini söyledi.
Dünya siyasetinde oluşan
güç boşluğunu değerlendirerek egemenlik ve bağımsızlık ilanında bulunan
iktidardan ne beklenirdi? Ayasofya'nın ibadete açıldığı gün olan 24 Temmuz'un,
tarihteki anlamını vurgulaması beklenirdi. Türkiye Cumhuriyeti'nin egemenlik ve
bağımsızlık belgesi olan Lozan Antlaşması'nın, Ayasofya'nın açılışına paralel
olarak anılması gerekirdi. Ülkemizin dört bir köşesinde Lozan Antlaşması'nın
97. yıldönümü kutlama programlarının yapılıyor olması gerekirdi. Tam tersine
Anıtkabir, dezenfekte edileceği bahanesiyle bir süreliğine de olsa ziyarete
kapatıldı. Ayasofya'da Diyanet İşleri Başkanı'nın verdiği hutbede, Atatürk ve
arkadaşlarının rahmet ve minnetle anılması, Lozan Antlaşması'nın Türk Milleti
için öneminin vurgulanması gerekirdi. Oysa ne oldu? Diyanet İşleri Başkanlık
makamında oturmakta olan şahıs, bırakın Lozan'dan bahsetmeyi, Atatürk'ü anmayı;
her ne kadar kendisi “ölüye lanet okunmaz” deyişiyle Atatürk'ü
sıradanlaştırarak inkar etse de, kamuoyunun büyük çoğunluğunun anladığı kadarıyla
haddini aşarak Atatürk'e “lanet okuma” cüretinde bulundu. Ayasofya'ya ve günün
anlamına büyük bir gölge düşüren bu hutbe, tarihin karanlık sayfalarında yerini
buldu. Ziya Gökalp'in, Lozan görüşmeleri sırasında Atatürk'e çatanlar için
sorduğu soruyu biz de tekrarlayalım: NİÇİN?
Millet fedâidir
kahramanına
Kim taş atabilir onun şanına?
Dil uzatma sakın Türk aslanına!
Anlatayım sana bilmezsen niçin?...
O millî dehanın tam
Kemâl'idir
Türk'ün hem celâli, Hem cemâlidir
Mefküre görünmez, o timsâlidir
Mefküreye çattın, söyle sen niçin?
Ayasofya'nın ibadete
açıldığı gün hutbe okuyan şahsı, tarih ve Türk Milleti affetmeyecektir.
İzleyen günlerde
Ayasofya ile birlikte daha da yoğun hissedilmesi gereken egemenlik ve
bağımsızlık iradesi yerine emperyalizm propagandası şahlandı. Yıllardır Lozan
Antlaşması hakkında yalanlar uydurarak, Türkiye Cumhuriyeti'nin tapusunu
geçersiz kılmaya çalışanlar ve hilafet yanlıları ortaya döküldü. Büyüklerimiz,
bir iş başlangıçta amaçlanan doğrultuda yürümediği zaman “hurufiler karıştı”
derlerdi, başka bir deyişle “şeytan karıştı” anlamında kullandıkları bir
deyimdi. Aslında Hurufiler, Fatih Sultan Mehmet'in öldürttüğü gizemli tarikat
idi, ancak anlaşılıyor ki Fatih'e ve Ayasofya'ya rağmen hala yaşıyorlar.
LOZAN ANTLAŞMASI
Lozan Antlaşması
hakkındaki yalanları, birçok tarihçi belgelerle çürütmüştür. Birkaç kitabında
Lozan aleyhindeki bütün iddiaları çürüterek “Yalandan, çarpıtmadan, uydurmadan
daha ayıp, daha ahlak dışı bir şey düşünemiyorum” diyen rahmetli Turgut
Özakman, “Lozan'da
verilen mücadeleyi ve sağlanan başarıyı anlayabilmek için tarihi iyi okuyup
yeterli bilgiyi edinmek, dahası vizyon, hatta vicdan sahibi olmak gerekir.”
demişti. Bilgiye erişmenin bu kadar kolay olduğu günümüzde etrafa Lozan
yalanları yayanların, bu konu hakkında bu kadar kitap yazıldıktan sonra hala
yeterli bilgiye erişememiş oldukları düşünülemeyeceğine göre, vizyonsuz ve
vicdansız oldukları kesindir. Daha doğrusu vizyonları, emperyalizmin
kendilerine çizdiği vizyonla sınırlı olup, vicdanları da emperyal güçlere
kiralanmış durumdadır. Emperyalizm sadece ordularıyla saldırmaz, yalanlarla da
saldırır. Amaçlarına uygun sahte bir tarih yaratarak milletleri gerçek
tarihlerinden, değerlerinden soğutup uzaklaştırarak manevi yıkıma uğratmak
isterler.
Turgut Özakman şöyle devam ediyor:
“Bunlardan yoksun bulunanlar, modern Türkiye
Cumhuriyeti'nin tescili anlamına gelen Lozan Barış Antlaşması'nın, yani
uluslararası tapu senedinin değerini ve 'Türk Mucizesi'nin nasıl
gerçekleştiğini anlayamazlar. Mudanya Antlaşması ile Lozan Antlaşması
görüşmeleri sırasında müttefiklerin tutumları, davranışları, oyunları,
tuzakları, üslupları unutulmaması gereken olaylardır. Lozan bu yüzden eşi
bulunmayan, uzun ve çok çetin bir boğuşma halinde geçmiştir. Kuvayı Milliye
ruhu ile emperyalizm, Çanakkale’den, Anadolu’dan sonra, Lozan’da da karşılaşmış
ve Kuvayı Milliye ruhu galip gelmiştir. Lozan’da barış canavarın karnından
sökülüp çıkarılmıştır. Mudanya ve Lozan Milli Mücadele’nin masa başındaki
devamıdır. Birkaç kez savaşın eşiğine gelinmiştir. İç sorunlar da çok
dramatiktir: Meclis’te gelenekçiler ile Cumhuriyetçilerin çekişmesi, saltanatın
kaldırılması, Ali Kemal’in yakalanması, Vahidettin’in ve hainlerin kaçması,
karşıdevrimin oluşmaya başlaması, Milli Mücadele’yi başlatan kadronun ikiye
bölünmesi iç sorunların başlıcasıdır. Halkı coşturan olaylar sürmektedir:
İstanbul’a gelen Refet Paşa’nın ve bir bölük Türk askerinin olağanüstü
karşılanışı, Trakya’nın il il geri alınışı, İstanbul’u geri almak için yapılan
gizli hazırlıklar, Türk İngiliz futbol karşılaşması, sonunda işgalcilerin
Türk sancağını selamlayarak çekip gitmeleri, Türk ordusunun İstanbul’a girmesi
bu emsalsiz olayların başlıcalarıdır.
Objektif bilim adamları,
Milli Mücadele ile başlayıp Cumhuriyet’le süren bu dönemi 'Türk Mucizesi' diye
adlandırıyorlar. Emperyalizmi, paralı askerlerini, işbirlikçilerini yenmek, bu
hayâsızca akının kökünü kazımak, kurtuluşun sadece bir parçasıydı. Gerçek
kurtuluş için Batı ülkeleri ile baş edebilecek kadar güçlü olmak, yoksulluğu,
ilkelliği, geriliği, çağdışılığı, bilgisizliği yenmek, aklı özgür kılmak,
aydınlanmayı yaşamak, bağnazlığa son vermek, hoşgörüyü yerleştirmek, kadın
erkek eşitliğini sağlamak, okur yazar olmayan halkı bilgilendirmek, eğitmek,
yurttaş olmalarını sağlamak, millet olmak, sanayileşmek, salgın hastalıkları
kırmak gerekiyordu. Bunlar ancak barış döneminde başarılabilirdi. Bunun için
Türkiye’yi parçalamak için çok çeşitli planlar hazırlamış, uygulamış ve sonunda
yenilmiş müttefiklerle önce ateşkes, sonra da barış masasına oturmak
gerekiyordu. Yoksul Türkiye’nin zaferi bütün mazlum ülkeleri etkiler,
müttefikler yani emperyalizm bundan çok rahatsız olur. Barış için çok zorluk
çıkarırlar. Sevr’in yumuşatılmış bir örneğini kabul ettirmek için çalışırlar.
Hatta İngiltere, Çanakkale olayını bahane ederek dünyayı yeniden Türkiye’ye
karşı savaşa davet edecektir.”
Böylesine zorlu geçen Lozan görüşmelerini, Ankara'da
Gazi Paşa saat saat izliyordu ve Lozan'daki heyetle sürekli temas halindeydi.
Ancak İsviçre ile Türkiye arasında Akdeniz'den geçen bir telgraf hattı vardı ve
bu hattı Eastern adlı bir İngiliz Şirketi işletiyordu. Lozan'daki Türk kurulu
ile Ankara bu hat ile haberleşiyorlardı. Fransızlarca işletilen ikinci bir hat
daha vardı ama daha pahalı ve yavaştı. İngiliz uzmanlar, Lozan'dan Ankara'ya,
Ankara'dan Lozan'a yazılan şifreli, çok gizli telgrafları çözüyorlardı. Türk
hükümetinin ve İsmet Paşa'nın şifresi çözülmüş talimat ve raporlarının
çevirileri, İngiliz başdelegesinin elindeydi. Türkler bazı telgraflarının
çözüldüğünden kuşkulanınca sürekli şifre anahtarı değiştirmiş, bazı önemli
yazıları da kuryeler ile ulaştırmışlardır ki bu yöntem de o günün koşullarında
oldukça zordu.
Birtakım çevrelerin, türlü yalanlarla
itibarsızlaştırmaya çalıştıkları Lozan Antlaşması, işte böylesine koşullarda
imzalanmıştı. Ayrıca Lozan Antlaşması'nın, Türk tarihinde herhangi bir barış
antlaşmasından çok farklı bir anlamı vardır. Atatürk'ün Nutuk'taki tanımıyla
Lozan Antlaşması, “Türk milletine karşı, yüzyıllardan beri hazırlanmış ve
Sévres Antlaşması ile tamamlandığı sanılmış büyük bir suikastın sonuçsuz
kaldığını bildirir bir belgedir. Osmanlı tarihinde benzeri görülmemiş bir
siyasi zafer eseridir!” Günümüzde Lozan Antlaşması ile ilgili yalanlar uydurup,
onu itibarsızlaştırmaya çalışanlar, işte bu suikast zincirinin bugünkü
halkalarını yürütenlerdir.
HİLAFET
Yaygın olarak yalan üretilen bir başka konu da
hilafet konusudur. Ayasofya'nın açılışı ile birlikte hilafet te gündeme geldi.
Gerek açılıştaki bazı görüntüler aracılığıyla, gerek sonrasında bazı medya
organlarında yapılan propaganda ile hilafet çağrıları yapıldı. Örneğin iktidara
yakın Yeni Şafak Gazetesi'nin yayın organı olan Gerçek Hayat dergisi, 27 Temmuz2 Ağustos tarihlerini kapsayan
sayısının kapağında, "Şimdi değilse ne zaman, sen değilsen kim? Hilafet
için toparlanın" ifadelerine yer verdi. Derginin 'hilafet' çağrısı
yapmasıyla birlikte büyüyen sosyal medya tartışmalarına, AKP Sözcüsü Ömer
Çelik'ten açıklama geldi. Çelik açıklamasında, Türkiye Cumhuriyeti'nin temel
değerlerini vurgulayarak, “Türkiye’nin siyasal rejimiyle ilgili siyasal
kamplaşma üretmek yanlıştır.” dese de Gerçek Hayat dergisinin Genel Yayın
Yönetmeni Kemal Özer, yapmış oldukları 'hilafet' çağrısını "Müslümanların
birlikteliğini savunmak ne zamandan beri provokasyon sayılıyor?" diyerek
savundu. Yeni Akit yazarı Abdurrahman Dilipak, sağ üst köşesinde “Artık
Ayasofya ve Türkiye Hür” ibaresini taşıyan derginin kapağını twitter hesabından
paylaştı.
Gerçek Hayat dergisinin
söz konusu sayısında yer alan “Hilafet Müslümanların birliği için şart”
başlıklı röportajda Abdurrahman Dilipak,
Cengiz Özakıncı'nın yıllardır yazılarında, televizyon programlarında
belgeleriyle çürüttüğü “Hilafet kaldırılmadı” yalanını tekrarlayarak şöyle
diyordu:
“Zaten hilafeti
kaldırmadılar. ‘Hilafet mana ve mefhum olarak cumhuriyetin şahsı manevisinde
mündemiçtir’ dediler. Çünkü uygun adamı bulduklarında, mesela Fetullah Gülen’i
halife yapmak istiyorlardı. İngilizler de Şerif Hüseyin’i halife yapmak istedi.
Kabul ettirme sorunu yaşayınca 'Şu Müslümanların üzerine bir silindir gibi
geçelim, sonra uygun adam bulunca onu canlandırırız' diye buzdolabına
kaldırdılar. TSE damgalı bir İslam’la kimsenin bir sorunu yok.”
Cengiz Özakıncı
“Türkiye'nin Siyasi İntiharı YeniOsmanlı Tuzağı” adlı kitabında, Abdurrahman
Dilipak'ın, “ekümenik temsilci”liğe karşı çıkmayıp tıpkı Clinton gibi bunun
İslam'da bulunmayışından yakınan ve hilafetin kaldırılmamış olduğu yalanını
tekrarlayan, Konrad Adaneur Vakfı'nda yayımlanmış olan yazısından bahseder ve
şöyle der:
“Abdurrahman Dilipak'ın
bu sözlerinin altına 1945'ten bu yana Türkiye'ye aynı öğütleri veren Amerikan
Devleti, Paul Henze, Graham Fuller, Samuel Huntington, Morton Abromowitz, vb.
gibi CIA, think thank görevlileri hiç çekinmeden imza atabilirdi, çünkü bu sözler,
önceki sayfalarda belgelerini aktardığımız üzere, daha Abdurrahman Dilipak
1949'da doğmadan 4 yıl önce 1945'ten başlayarak Amerika'nın Türkiye'ye
dayattığı, 60 yıla yakın bir süredir sayısız CIA ajanının ağzında sakız olmuş,
son olarak Clinton'un dile getirdiği, Rahmi Koç'un yinelediği Amerikan
politikasının bir kez daha seslendirilmesinden başka bir şey değildi. Anlaşılan
o ki, yerli Osmanlıcıların görevi, küreselci SiyonistHıristiyan emperyalizmin
dayatmalarına 'İslama uygundur' damgası basıp Müslümanlara yutturmaktı.”
Yirmi yıl CIA’de çalışıp
Amerikan Ulusal İstihbarat Konseyi başkan yardımcılığına kadar yükselen
dünyanın en önemli siyasal İslam uzmanlarından biri olan Graham Fuller, 2007
yılında kaleme aldığı “Yeni Türkiye Cumhuriyeti” adlı kitabında, Özakıncı'nın
yorumunu doğruluyor: “Hilafet hala anahtar bir sembol ve siyasi bir makam olup
etkileyici bir dini liderin yükselişini beklemektedir.” Fuller, 2014 yılında
kaleme aldığı “Türkiye ve Arap Baharı” adlı kitabının “Halifelik” ile ilgili
bölümünde ise şöyle diyor:
“Müslümanlar ümmetin
erken dönem altın çağı vizyonu ile Müslüman dünyanın bugünkü düşük konumu acı
gerçeği arasında bir uzlaşma sağlamak istemektedirler. Bu anlamda hilafet fikri
cazip gelmektedir. Bu nedenle de hilafet ya da bir tür Müslüman liderlik
kavramı muhtemelen tarihe karışmayacak, aksine değişen şartlar ışığında daimi
bir yeniden düşünme ve yeniden değerlendirme süreci geçirecektir. Şayet
Müslümanlar, ciddi bir istişare ve değerlendirme sonucu, öyle isterlerse, neden
eninde sonunda bir hilafet olmasın ki? Yahut neden Müslümanların uluslararası
çıkarlarını gözetecek başka bir kurum yaratma peşinde koşmasınlar?”
Hürriyet Gazetesi'nin o
zamanki Washington temsilcisi Tolga Tanış, 13 Temmuz 2014 tarihli köşe
yazısında, düşünceleri Amerikan yönetimi tarafından hala takip edilen Fuller
ile son kitabı üzerine yaptığı röportajı yayınlamıştı. Aşağıda birkaç
soru/cevap bölümü aktarılan bu ilginç röportajda da konu “hilafet”ti.
“Son kitabınızda Müslüman dünyasında bir lider eksikliğinden
bahsediyorsunuz. Bu açıdan Atatürk’ün halifeliği kaldırması bir hata mıydı?
Evet bir hataydı. Çünkü halifelik Türkiye’nin sahip olduğu bir şey değildi ki
kaldırabilsin. Türkiye’ye ait değildi. Müslüman dünyasına aitti. Atatürk’ün
halifeyi sınır dışı etme hakkı vardı. ‘Halifeyi Türkiye’de istemiyoruz’ ya da
‘Halife fikrini reddediyoruz’ diyebilirdi. Ama tüm Müslüman dünyası adına
halifeliği kaldırmaya Türkiye’nin hakkı yoktu.
Eğer kaldırılmasa bugün yaşanan sorunlara bir çözüm üretebilir miydi?
Müslümanlar son derece naif bir şekilde bir halifemiz olsaydı, bir birliğimiz
olsaydı bu sorunları aşabilirdik diye hissediyor olabilir ama bu çok basit bir
bakış açısı. Ama Müslümanların zayıflık hissiyatlarını da yansıtıyor. Hâlâ var
olan bir sembolizm bu.
Atatürk bunu kaldırmayıp diğer Müslüman ülkelere
verse o zaman da bunun yöntemi sorun olmaz mıydı? Kim seçecek, hangi ülkede
duracak vesaire.
Doğru ama bunu Ekmeleddin İhsanoğlu’nun bir kitabında görünce çok
şaşırmıştım. İhsanoğlu, 1927’de Atatürk’ün Müslüman toplulukların gelecekte
Avrupa, Asya ve Afrika’da bağımsızlıklarını kazandıklarında halifeliği tekrar
oluşturabileceklerinden bahsettiğini yazıyor. Atatürk bunu söylemiş. İhsanoğlu
ciddi biri.”
Burada Fuller, 2014
Cumhurbaşkanlığı seçiminde CHP ve MHP'nin çatı adayı Ekmeleddin İhsanoğlu'nun
kendisini tanımaları için Türk milletine önerdiği “Yeni Yüzyılda İslam Dünyası”
adlı kitabında, hilafeti savunmak için Nutuk'tan çarpıtarak yaptığı alıntıdan
bahsediyor. Cengiz Özakıncı, Hulki Cevizoğlu'nun konuğu olduğu programda,
Ekmeleddin İhsanoğlu'nun 2014 Cumhurbaşkanlığı seçiminde CHP ve MHP'den 'çatı
aday' olmasını “tarihin kırılma noktası” olarak değerlendirmiş ve söz konusu
kitabı için “Bu kitap aslında Atatürk'ün kaldırdığı hilafetin yeniden ihya edilmesi,
yeniden diriltilmesi için yapılan eylemlerin bir özetinden ibarettir.” demişti.
Atatürk "Tarih yazmak, tarih
yapmak kadar mühimdir. Yazan yapana sadık kalmazsa değişmiyen hakikat,
insanlığı şaşırtacak bir mahiyet alır” diyerek Nutuk adlı eserini ortaya
koymuştu. Ama hilafet yanlısı bir kişi, O'nun bu büyük eserini bile çarpıtma
cüretinde bulunabiliyor. Ve bu kişi Atatürk'ün kurmuş olduğu Parti tarafından,
Atatürk'ün koltuğuna layık görülebiliyor. Buradan anlaşılan, hilafet meselesi,
bugün için de çok ciddi bir meseledir.
Bilal N. Şimşir'in
“İngiliz Belgelerinde Atatürk 19191938” adlı eserinde dediği gibi,
“Halifeliğin kaldırılması başlı başına çok önemli bir olaydır ve İngilizlerce
yakından izlenmiştir.” Bilal N. Şimşir'in kitabındaki belgelerden başlayarak
bugüne uzanan süreçte emperyalizmin hilafeti yeniden getirme çabalarını,
konunun önemi ve güncelliği açısından ayrı bir yazıda incelemek üzere rahmetli Turgut
Özakman'ın gençlere seslenişine kulak verelim:
“Sevgili gençler!
Bu yalanlara, bu çarpıtmalara, yutturmalara karşı
uyanık durun. Sizi kandırmalarına izin vermeyin. Gerçeğe saygı duyun ve gerçeği
dürüst, namuslu kaynaklardan yararlanarak öğrenmeye çalışın. Doğru, gerçek
tarihinizi yanlışları ve doğrularıyla öğrenin. Ağzı kalabalık, kalemi karışık
olanlara karşı dikkatli olun. Kanıtsız, belgesiz, tanıksız iddiaları, yani
dedikoduları ciddiye almayın. Vicdanınız ve sağduyunuz pusulanız olsun.
Tarihinizdeki doğrulardan yararlanın, yanlışlardan uzak durun.”
İLK KURŞUN