Türkiye’de iki grup var.

Bir, Atlantik ajanları.

İki, onlara inanan faydalı salaklar.

Atlantik ajanları, NATO’nun 70 yıllık ürünleri.

Paralı tipler.

Parasız iş yapmazlar, beleşe oynamazlar.

Bunlar hep, dinci, liberal, AB’ci, İngilizci, İsrailci tiplerdir.

Bunlardan her yerde çok vardır.

Mesela FETÖ bunların bir kısmıdır sadece.

Dinci kılıklı, casus ve terörist örgütü.

Medyada, ticarette, siyasette, bürokraside, adalette, akademide, sanat ve edebiyat dünyasında hatta sporda.

Hepsinde ajanlar ve faydalı aptallar hakimdir.

Bunları öldürseniz, Amerika’nın kötü olduğuna inandıramazsınız.

Atlantikçi yapı, Türkiye’nin son 70 senesine damga vurmuştur.

Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyetin içini, çam kese kurtları gibi oymuşlar, özsuyunu içip bitirmişler, ağacı kurutma noktasına getirmişlerdir.

Türkiye, bunlara dönemsel tepkiler vermiştir.

Mesela 1960’larda başlayan anti emperyalist sol hareketler, 70’lere taşınmış, NATO’nun kontrolündeki devlet, bunları ezmek için resmen kendi evini ateşe vermiştir.

1980 sonrası anti emperyalizm yok edilmiş, Amerikancılık artık egemen dünya görüşü olarak oturtulmaya başlamıştır.

Amerikancı merkez sağ, yerini NATO’cu milliyetçilere, ABDSuudi çizgisindeki dincilere, neoliberal Atlantik solcularına, etnik milliyetçilere bırakmaya yüz tutmuştur.

Özal’a takunyalı derken, arkasından Necmettin Erbakan, onun paltosundan da AKP çıkmıştır.

Kısacası gelen gideni aratmıştır.

Bu süreçte, yani 1980 sonrası geçen 40 yıllık dönemde;

Sendikal hareket işçi kesimi çökertilmiş, tarım kesimi bitirilmiş, küçülen sanayi montaj sektöründen ibaret hale gelmiş, ticaret ve finans erbabı tam bir komprador kimliğe bürünmüştür.

Sıcak paracı tarikat, müteahhit, mafya, siyaset sistemi geçerli rejim haline gelmiştir.

18 yıllık AKP dönemi, gerilemenin çöküşe geçtiği dönemdir.

Neo Osmanlı bir dejavu dönemidir adeta.

Osmanlı nasıl çöktüyse, bugün de bire bir aynı prosedür uygulanmaktadır.

Aslında Amerikalılar, Türkiye’yi çökertmenin formülünü Osmanlı’dan almış, 2000’li yıllarda İstinye’deki ABD Başkonsolosluğu’nda yeni Osmanlıcılık saçmalığını onlar ortaya koymuş ve projelerine uygulatmıştır.

Adalet Mülkün Temelidir” ibaresi, bugün değil, 2010’daki FETÖ referandumuyla tarihe karışmıştı çoktan.

NATO’nun bir işlevi daha vardır Türkiye’yi çökertmenin ötesinde.

Türkiye’yi Atlantik kampına bağımlı ve bağlı tutmak.

Avrupa Birliği sürecimiz adeta bunun uzun, sıkıcı ve acılı hikayesidir.

Türkiye’nin sanayi ve tarımı bu dönemde çökertilmiş, özelleştirmelerle yok edilmiş, ülke kendine yeterli olmaktan çıkıp, Batı’nın sömürgesi haline gelmiştir.

1970’lerde ezilen sol anti emperyalist hareket, özellikle PKK terörünün ve irticanın hortladığı 1990’ların başında ulusalcılık olarak yeniden baş göstermiştir.

ABD’nin yeşil kuşak projesi işlemiş, 1990’larda Çiller’den, 2000’lerde Erdoğan’a gelivermişiz.

Askerlerin ve bağımsız aydınların başını çektiği ulusalcı Kemalist hareket, gerici ve bölücülere karşı geniş halk yığınlarını etkilemiş, ancak siyasette örgütlü karşılığını bulamadığı için AKPFETÖ işbirliğiyle tasfiye edilmiştir.

Ancak, eşyanın tabiatı, jeopolitiğin kuralı işlemiş, zamanı dolan AKP liderliğinin Amerika tarafından tasfiyesi dayatılınca, Erdoğan, bu kez Avrasyacı cepheye geçmiş ve kendisini kurtarmıştır.

Velakin, ülkenin içinde bulunduğu koşullar ve İhvancı zihniyet, AKP’nin Avrasyacı olmasına izin verecek durumda değildir.

Atlantikçi kökleri ve dayandığı Batı merkezli ekosistem, AKP’nin Amerika’ya karşı Asya merkezli bir direniş stratejisi oluşturmasını engellemektedir.

Avrasyacı Kemalistlere, bir dönem “Avrusyacı” diyen Devlet Bahçeli’ye karşı, Avrasyacılığın öncülerinden küçük ortak Vatan Partisi’nin bugün AKP’yi ikna edebilmesi olanak dışıdır.

Zaten paltonun ilk düğmesinin yanlış iliklendiği İhvancı dış politika, AKP’nin Avrasyacı bir savunma hattı kurmasının önündeki en büyük engeldir.

Suriye, Libya ve Ukrayna’da hep (kendi çıkarları aleyhindeki) batı cephesine yazılan bir iktidar nasıl Avrasyacılığı temsil edebilir ki?

Kaldı ki ona alternatif muhalefet de Atlantikçi çizgidedir.

YCHP, İyi Parti, BabacanDavutoğlu, HDP bloğu da silme Batı kampındadır.

Hem iktidar, hem muhalefet cephesi, Atlantik tehdidine karşı, Çin, İran ve Rusya ile stratejik ittifaklar kurarak direnecek bir seçeneği baştan reddetmektedir.

İçinde bulunduğumuz şartlarda Türkiye’nin bir çıkış yolu yoktur.

Avrasyacılık, aslında Atatürkçülüktür.

AntiEmperyalizmdir.

Tek kelimeyle Kemalizmdir.

Cumhurbaşkanı Sözcüsü Kalın, Candaş Tolga Işık ile söyleşisinde, devlete sızan sağ ve sol Kemalist ideolojik grupları tehdit olarak gösterirken, kanaat grubu dediği tarikatlara toz kondurmamaktadır.

15 Temmuz 2016 sanki yaşanmamış gibi.

CIANATOABDFETÖ darbe girişimi olmamış sanki.

SİYASETİMİZDE OLMAYAN TEK GÖRÜŞ: KEMALİZM VE 6 OK

Kemalizm Kalın’ın aksine tehdit değil, tek kurtuluş yoludur.

Antiemperyalisttir.

ABD yerine Rusya veya Çin’e bağımlı olmayı da reddeder.(Putin ne kadar doğru söyledi geçenlerde; "Büyük Siyasette arkadaşlık yoktur ve olmamalıdır. ‘Büyük Siyasette’ yalnızca siyasetçilerin temsil ettikleri devletin ve halkın çıkarları vardır. Her şeyden önce devletini temsil eden kişilerin bu çıkarlar için hareket etmeleri gerekir.)

Ancak bugün tehdit ve tehlikenin geldiği yer ABD ve hempalarıdır.

Doğu Akdeniz’de, Libya ve Suriye’de, Türkiye’nin Güneydoğu’sunda, Yunanistan, Ermenistan ve Bulgaristan sınırında tehdit ABD’den geliyor.

Bu tehdide karşı Türkiye’nin Azerbaycan ve Pakistan kardeşleriyle karşı koyma şansı yoktur.

Türkiye mutlaka çıkar odaklı müttefikler bulmak zorundadır.

Rusya sanki Türkiye’ye bayılıyor da mı müttefik olmaya çalışıyor?

Veya Çin, tarihi düşmanları Türklere neden çiçek veriyor?

Pers İmparatorluğu’nun mirasçısı İran, Türkleri neresine sığdıracağını bilemiyor da mı dostluk peşinde?

Onların da Amerika’ya karşı bize ihtiyacı var çünkü.

Ama bu olasılık ne zaman belirse, medya ve siyasette bir kıpırdanma başlar, Çin’in Uygur zulmü, Rusların Ortodoks Ermeni muhabbeti, İranlıların Şiiliği vs. sayılıp dökülür.

Tıpkı Uğur Mumcu’nun sağlığında hedef alınması gibi, bunu savunanlar hemen hedef tahtasına konur.

FETÖ hesapları internetten çalışmaya başlar, yandaş gazeteler, muhalif basın hemen ağız birliği eder.

SÖZÜM FAYDALI AHMAKLARA

Ajanları boş verin.

Onlar bunun karşılığında para alıyor.

Sözüm faydalı aptallara.

Yani Atlantikçiliğe samimi olarak gönül vermiş demokrat arkadaşlara.

Yahut da Amerika’nın Sovyetlere karşı savaşında takılıp kalan mütedeyyin insanlara.

Sabah akşam evine ekmek götürmekten başka derdi olmayan, klasik çarşı pazar muhaliflerine sözüm.

Bakınız o güvendiğiniz dağlara artık karlar yağıyor.

Biz çöküyoruz evet ama, ‘yıkılmaz’ dediğiniz ABD de yıkılıyor.

Bunu ben değil, ekonomiyi en iyi bilenler söylüyor.

Çinli Global Times’tan alıntılıyorum:

ABD bir şirket olarak ele alınırsa durumu, uzun vadeli kaotik yönetimi ve yüksek borcu nedeniyle iflasın eşiğinde olacaktır.

Ekonomi perspektifinden, ABD hükümeti bir şirkete çok benziyor.

Bu sistemde, ABD federal hükümeti yönetimle eş değerdir; Kongre, yönetim kuruludur ve ABD başkanı, dört yılda bir seçilen bir CEO'ya benzer. Buna ek olarak, her ABD vatandaşı, "Amerikan hissesine" sahip bir azınlık hissedarı olarak kabul edilebilir. ABD seçimi aslında daha çok hissedarlar genel kurulunu düzenleyen bir şirkete benzer. Kurumsal finansman açısından, ABD hükümeti "iflas etti". Faaliyetlerini sürdürmek için kredilere ve dış ticaret bilançosu açıklarına güvenmek zorundadır. Kurumsal yönetim alanında buna genellikle "zombi girişim" denir. Bu anlamda, ABD bir terimin icat edilmesine izin veriyor; "ulusal finansal zombi".

ABD Merkez Bankası'nın bilançosunun büyüklüğü bir yılda yaklaşık 4 trilyon dolardan 7 trilyon doların üzerine hızla yükseldi. ABD'nin ulusal kamu borcunun ölçeği de 2019'un sonunda 23,2 trilyon dolardan, 2020 yılının Ekim ayında 27 trilyon doların üzerine çıktı. 2021'in sonunda 30 trilyon dolara yakın olması bekleniyor.

Sadece altı ay içinde, Fed'in bilançosu yaklaşık yüzde 70'lik bir artışla 2,89 trilyon dolar artarak 2008 ile 2014 arasındaki toplam bilanço büyümesini neredeyse yakaladı. Korkunç ekonomik durum ABD'yi kademeli olarak düşürdü ve şimdi mali ve para politikaları pasif bir bütçe açığı harcama durumundadır.

ABD doları arzındaki büyük artışlar finansal piyasalardaki likidite krizlerini geçici olarak hafifletse de, hızla yeniden genişlemesi için çözülmesi gereken bir ABD varlık balonunu oluşturdu. Uzun vadede, bu sadece zor bir zaman gecikmesidir. Sonuçta kötüleşen sonuçlarla ABD finans piyasalarında bir baloncuğa yol açacaktır.”

Covid 19 Bir Virüsten Ötesi isimli kitabımda aslında bunu da anlatmıştım.

Pandeminin şüpheli orijinlerini bir kenara bıraksak bile, ona karşı uygulanan küresel kilitleme politikaları, aslında bu çöküşün geciktirilmesini hedefliyordu.

Tıpkı Davos’ta “Great Reset” adıyla ilan edilen kapitalizmin sıfırlanarak yeniden başlatılması planı gibi.

O trilyonlarca dolarlık borç, dünyanın az gelişmiş ve gelişmekte olan uluslarının sırtına yıkılacak, ABD ise hiçbir şey olmamış gibi yoluna devam edecekti.

Bunu gören uluslararası batı odaklı finans çevreleri bile panikliyor, yeniden kamuculuk formülünü IMF dahi öneriyor.

Ancak bu olağandışı duruma karşı çare olabilecek anlayışta bir siyasi parti Türkiye’de mevcut değil.

Hepsi Atlantik döneminin siyasetçileri, alayı NATO’cu ve serbest piyasacı.

Oysa çare Mustafa Kemal Atatürk’te ve onun 6 Okunda.

Birinci ok Devletçilik günün kurtarıcı sözcüğü.

15 milyon işsizi, artı 45 milyon dar gelirliyi, serbest piyasayla, özelleştirmeyle, sadakayla kurtaramazsınız.

Devletin artık girişimci olma zorunluluğu vardır.

Eş dost tarikat atamalarıyla liyakati ve yolsuzluklarıyla güvenilirliği sıfırlamış mevcut iktidar bunu yapamaz. Bırakın ekonomik işletmeleri, güvenlik, eğitim, sağlık gibi devletin temel işlevlerini bile özel sektöre havale edip kar konusu haline getiren hiç yapamaz.

Eski AKP’liler, HDP’liler ve neticede Avrupa ve Amerika gibi emperyalistlerden medet uman bir muhalefet de yapamaz.

İkinci ok Laiklik mesela şarttır.

Türkiye’nin eğitimle yeniden ayağa kalkıp çağdaş bir toplum olabilmesi, hukukun yeniden işlemesi ve kadın erkek eşitliği için laiklik şarttır.

GATA’nın Başhekim Yardımcılığı’na getirilen bir soytarı sonrası bile, bugün bırakın iktidarı, muhalefetten dahi tek kelime laiklik vurgusu yapılamıyor.

Muhalefet lideri laiklik lafını ağzına bile alamıyor.

Üçüncü ok, Cumhuriyetçilik de yeniden kurulmalı.

Türkiye, kuvvetler ayrılığı temelindeki parlamenter rejimden, hileli bir referandum ile çıkıverdi. Bugün artık ne yasama, ne yargı etkili değildir. Her şey tek adam sistemi üzerine kurulu bir başkanlık sistemine bağlanmıştır. Cumhuriyet’in kurumlarının içi boşaltılmış, bir Çalışma bakanı çıkıp ‘size emekli maaşı ödüyoruz bu kıyağımızı da unutmayın’ demeye bile getirmiştir.

Türkiye Cumhuriyeti uygulamada artık ne laik, ne demokratik, ne sosyal, ne hukuk devletidir.

Dördüncü ok Halkçılık da artık elzemdir.

Yani Sosyalizm.

Sosyalizm olmadan bu geniş kitlelere refah götürülmesi mümkün değildir.

Özel sektörün komprador yapısıyla Türkiye son 70 yıldır tüm kazanımlarını kaybetti.

Halka ait olan işletmeler haraç mezat satıldı.

Madenler, çevre katliamı pahasına yabancılara verildi.

Çıkan altından yüzde bir almadan, doğamızı siyanür ve sülfürik asite boğduk.

Sadece altın da değil, kömür ve mermer de dahil her türlü yeraltı zenginliği satıldı.

O da bitmedi toprak satıldı toprak.

Hani bir karışı için kanımızı dökeriz dediğimiz topraklarımız Araplara gitti.

Tarım ve hayvancılık bitirildi. Çiftçi ölüme ve göçe terk edildi.

Şehirlere gelen köylüler, zaman içinde varoş kültürüne, suça ve aşırı akımlara kapıldı.

Halkçı bir yönetim Türkiye’deki taşları yerli yerine koymak için çalışacaktır.

Beşinci ok Milliyetçilik de işin olmazsa olmazı.

Atatürk milliyetçiliği tabii.

Irk, köken, din, mezhep gözetmeden tüm Türkiye halkına millet demek şart.

Kimseyi ayırmadan hizmet vermek ve olanaklardan yararlandırmak gerek.

NATO ürünü kafatasçı, Turancı milliyetçilik değil ama bu milliyetçilik.

Asya’da işbirliği siyasetiyle tüm Türkçe konuşan akrabalarımıza ulaşmak ve onlarla işbirliği yapmak mümkün artık.

Bugün AKP döneminde Arap olmak, Müslüman olmak Türk olmaktan daha önemli hale geldi.

Araplar en kıymetli millet oldu.

Benim Araplara karşı bir düşmanlığım yok.

Ama kendi ülkemde Türk vatandaşı eğer (vatandaş olmayan) Araptan daha az değerli görülüyorsa orada bir sorun vardır.

Din kisvesiyle Arap kültürünün yüceltilmesi ulusal kimliğimizi tehlikeye koymuştur.

Ve altıncı ok Devrimcilik.

Atatürk’ün arasız devrimler dediği cumhuriyetimizin itici gücü.

NATO döneminde devrimciler hep ezildi.

Devrim diyenler işkence tezgahlarında öldürüldü, asıldı, vuruldu.

Muammer Aksoy, Uğur Mumcu, Deniz Gezmiş’ler katledildi.

Devrimcilik NATO’dan çıkmak için şarttır.

Devrimci olmayan, mevcut düzeni değiştiremez, insanlara değişeceğine dair umut veremez.

Bugünkü umutsuzluk da bundan mütevellit zaten.

Türkiye bugünkü o mutsuz halinden ancak bir devrimle kurtulabilir.

Bugün sandığa gitmeyeceğim diyen yüzde 7, kararsızım diyen yüzde 11 kitle var.

Oy vereceklerden de öylesine umutsuzca alışkanlıkla oy vereceğim diyenler var.

Siz insana umut vermezseniz ona hiç bir şey yaptıramazsınız.

Dediğim gibi Avrasyacılık, Kemalizm; Kemalizm de 6 Oktur.

Maalesef şu anki tabloda böyle seçenek yoktur.

KAYNAKLAR:

https://www.criturk.com/haber/haberlokasyon/abdiflasedenbirfinansalzombimi171107