ABD’de Biden’ın iktidara gelmesinden sonra Atlantik cephesi Türkiye’ye karşı adım adım çemberi daraltmaya başladı. Arka arkaya gelen açıklamalar ve tehditler Türkiye’yi son 6 yıl içine girdiği milli rotadan geri çevirmeyi amaçlıyor. ABD askeri olarak Türkiye’yi kuşatmaya başladı. Türkiye’ye uygulanan kuşatmanın ekonomik boyutu ise CAATSA yaptırımları, derecelendirme şirketleri notu, sıcak para (döviz) ve CDS primi manipülasyonları ile birlikte ek olarak yeni yaptırım tehditleri ile devam ediyor. Doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının önünün kesilmesi için her araç kullanılıyor. Atılan adımlar ne yazık ki kısmen de olsa amacına ulaştı; yabancı yatırımcıları ürküten saldırılardan ötürü doğrudan yabancı sermaye yatırımlarında son 5 yılda önemli ölçüde gerileme yaşandı.

TÜRKİYE’NİN GRİ LİSTEYE ALINMASI KEYFİ KARAR

Ekonomi cephesinde yaşadığımız son saldırı FATF (Mali Eylem Görev Gücü) isimli kuruluşun Türkiye’yi gri listeye alması oldu. FATF kara para aklanması ve terörün finansmanına karşı G7 ülkeleri tarafından kurulmuş ve halen 39 ülkenin üye olduğu bir örgüttür. Örgüt kara paranın aklanmasını ve terörün finasnmanını engellemek amacıyla küresel finansal sistemde bazı standartlar getirmiştir. Örgüt bu uygulamaları düzenli olarak yayınladığı raporlarla takip eder. Hazırladığı kara liste ve gri listelerde ülke isimlerini ilan eder ve yorumlarını yayınlar. Türkiye esasen FATF’nin standartlarını tam anlamıyla uygulayan ülkeler kategorisindedir. Fakat 2011 (2014 yılında gri listeden çıktı) ve bu yıl içinde Türkiye gri listeye alınmıştır.

FATF’nin kara ve gri listeleri daha detaylı incelendiği zaman bazı çarpıcı sonuçlara ulaşılıyor. FATF standartlarının terörün finansmanı ve kara para aklanmasına karşı yararlı olduğu tartışılamaz. Fakat listelemelerin ne kadar objektif olduğu tartışmalıdır. Bu standartları kendi iç dinamikleri gereği uygulamayan ve zaten çok sıkı sermaye kontrolleri uygulayan Küba ve Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti gibi ülkelerin kara listeye alınması çok tuhaftır. Bu ülkelerin sosyalist olmasından dolayı bankacılık sistemlerinin terörün finansmanı ve kara para aklamaya uygun olmadığı aşikardır. Kara ve gri listelere giriş çıkış yapan ülkelere baktığımız zaman İran, Endonezya, Suriye, Cezayir, Nikaragua, Kamboçya gibi ülkeleri görüyoruz. Bu ülkeler genellikle Atlantik cephesi ile sorunlu olan ülkeler. Listelere giriş çıkış yapılan tarihlere baktığımızda ise küresel ölçekte yaşanan sürtüşmelere paralel olarak kararlar alındığını görüyoruz. Yani şunu net olarak söyleyebiliriz; kara ve gri listeler hazırlanırken Atlantik cephesinin politik kararları büyük oranda etkili oluyor. Ülkemiz gri listeye sokularak Atlantik çizgisinin dışına çıkan ve milli duruş gösteren Türkiye’ye karşı ekonomik baskı amaçlandığı açıktır. Zaten FATF standartlarını başarılı bir şekilde uygulayan ve MASAK, BDDK ve SPK gibi etkin kurumları bulunan Türkiye’nin bu listeye alınmasının keyfi bir karar olduğu görülüyor.

ATLANTİK KURUMLARININ ÇİFTE STANDARDI

FATF’nin başka bir çifte standardı G7 ülkelerine yönelik olarak yaptığı yakın izleme kriterlerinde görülüyor. Son 10 yıl içinde ABD, İngiltere ve Avrupa merkezli küresel banka ve yatırım bankalarının aldığı cezalar göz ardı ediliyor. Söz konusu bankalar hem terörün finansmanı hem de kara para aklama suçlarından ötürü milyarlarca dolar cezalar aldılar. Fakat cezalara gerekçe olan işlemlerin detaylarına dönük olarak incelemelerin yapılıp yapılmadığını bilmiyoruz. Sonuç olarak büyük miktarlarda para cezaları almış bankaların yerleşik olduğu ülkelerin FATF kara ve gri listelerine alınmamış olması düşündürücü.

Uyuşturucu, silah ve diğer kaçakçılık alanlarının yoğun olarak görüldüğü ülkelerde kara para aklama ve terörün finansmanının da yüksek oranda gerçekleştiği biliniyor. Uyuşturucu tüketimi dünyada en yüksek oranda ABD, İngiltere ve AB ülkelerinde gerçekleşiyor. Dolayısıyla söz konusu ülkelerin bankacılık sisteminde yüksek miktarlarda kara para aklanması işlemleri yapılıyor. Fakat banka ve finansal kuruluşların aldığı büyük cezalara rağmen bu ülkelerin hiçbiri FATF’nin listelerinde görülmez. Israrla Türkiye, İran, Endonezya gibi ülkeler kara ve gri listelerde tutulurken, ABD’nin DEAŞ, PKK ve FETÖ gibi terör örgütlerine doğrudan veya dolaylı olarak yaptığı yardımlara rağmen listelere alınmamasına ne demeli? Yapılan yardım ve desteklerin bankalar ve diğer yasal şirketler üzerinden yapılmadığı söylenebilir mi?

MİLLİ DURUŞTAN TAVİZ VERMEYENLER KAZANIYOR

Şurası kesindir, Türkiye mili politikaları uygulamakta ısrar ettikçe Atlantik cephesi saldırılarını artan oranda devam ettirecektir. Bu saldırılar kısa vadede ekonomiye zarar verecektir. Fakat orta ve uzun vadede ekonomik olarak kazanan yine Türkiye olacaktır. Benzer süreçleri Çin ve Rusya gibi Atlantik sistemine karşı duran ülkeler yaşadılar, yaşıyorlar. Özellikle ekonomik, stratejik ve siyasi konumu itibarıyla Türkiye’ye benzer özellikler gösteren Rusya örneğine dikkatli olarak bakılması gerekir.

Rusya 2014 yılından itibaren Ukrayna/Kırım sorunu nedeniyle büyük baskı altına alındı. Rusya’ya Atlantik cephesinin yaptığı ekonomik saldırıları kısaca özetleyelim; ABD (CAATSA yaptırımları) ve AB yaptırımlara başladı, CDS primleri rekor seviyelere ulaştırıldı, derecelendirme şirketleri notlarını indirdi, Rusya’yla doğrudan ticaret bir yıl süreyle durduruldu. Tüm bunların sonucunda Rus ekonomisi iki yıl üst üste küçüldü, ruble yüzde 50’nin üzerinde değer kaybetti, doğrudan yabancı sermaye yatırımları büyük ölçüde azaldı. Fakat Rusya kararlı duruşunu devam ettirdi; hatta Atlantik ülkelerine karşı yaptırımlarla cevap verdi. Halen Atlantik cephesinin yaptırımlarının devam etmesine rağmen Rus ekonomisi büyüyor, tarihinde en yüksek döviz rezervine ulaştı ve Rusya milli duruşu sayesinde saldırıları başarıyla atlattı.

TEHDİTLERE KARŞI YAPILMASI GEREKENLER

Türkiye, Rusya ve Çin’in karşılaştığı saldırılara benzer uygulamalarla yüz yüze gelecektir. Atlantik cephesinden gelen saldırılara karşı hazırlıklı olunması elzemdir. 1980 model, iflas etmiş neoliberal politikaları devam ettirmeye çalışması ve bu politikaları yamamaya dönük adımlar, Türkiye’nin zayıf karnını oluşturuyor. Bu saldırıları savuşturmak için;

  • Neoliberal politikalara son verilmeli, üretime dönük planlı kalkınma ve karma ekonomi politikalarının uygulanmasına başlanmalı,
  • Dış ticaret ile ilgili ambargo riskine karşı önlem olarak özellikle ithal ikamesine yönelik üretimin teşvik edilmesi sağlanmalı,
  • Sermaye kontrolleri politikası uygulanmalı,
  • Serbest kur rejimi sona erdirilmeli ve aşamalı olarak sabit kur rejimine geçilmeli,
  • Dövizin iç piyasada dolaşımı sınırlanmalı. Türk lirasının hâkim olması sağlanmalı,
  • Kur şoklarına karşı sigortalama sistemi oluşturulmalıdır.
Serhat Latifoğlu
Aydınlık