‘Atatürk yalnız İngiltere değil, hiçbir büyük devletle ittifakın taraflısı olmamıştır. Böyle ittifakların sakıncalarının, faydalarından daha çok olduğu kanaati her ikimizde de vardı. Büyük batı devletlerinden biriyle işbirliğini, dostça ilişkileri arzu etmekle ve korumakla beraber, büyük bir zaruret bizi zorlamadıkça büyük batı devletleriylebaşa baş ittifak etmeyi asla düşünmedik’
9 Mayıs 1945... Avrupa'yı ve dünyayı kasıp kavuran İkinci Dünya Savaşı'nın bitiş tarihi. Ruslar ve Avrupalılar bugünü Zafer Günü olarak kutluyor. Kuşkusuz zafer kolay olmadı. Çok canlar gitti, koca koca şehirler yakılıp yıkıldı. Bu savaşta yaklaşık 60 milyon insan hayatını kaybetti. Bunun 2025 milyonu Sovyetler Birliği vatandaşı... Zaferin bedeli onlar için de ağır oldu. Ruslarla birlikte Türk cumhuriyetlerinden de 34 milyon Türk soydaşımız şehit oldu. Bir anlamda Ruslar ve Türkler kan kardeşi oldu...
Savaş kuşkusuz bir gecede çıkmadı. 1933 yılında iktidara gelen Adolf Hitler, adım adım ülkesini savaşa sürükledi ve bunun hazırlığını yaptı. 1936'ya gelindiğinde artık savaş çıkacağı günün konusuydu. Bu çerçevede saflaşmalar da belirmeye başladı.
Türkiye savaşa girmedi, ancak bunun sıkıntısını çekti. Dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, "Ben sizi aç bıraktım ama, babasız bırakmadım" diyerek bu dönemi en iyi şekilde açıklar.
Atatürk Türkiyesi savaşa hazırlıksız yakalanmadı. 1934 yılında Türkiye, Yunanistan, Yugoslavya ve Romanya'nın içinde bulunduğu Balkan Paktı'nı, 1937 yılında da doğuda Türkiye, İran, Irak ve Afganistan'ın yeraldığı Sadabat Paktı'nı kurdu. Etrafını tahkim etti. En önemlisi de savaşa girmeme politikası güttü. Bunu Cumhurbaşkanı İsmet İnönü başarıyla sürdürdü. İşte bu politika Atatürk'ten ona kalan bir siyasi vasiyetti.
Dönemin önemli kaynakları, Atatürk'ün 'Bu savaşa girmeyin' yönünde telkinde bulunduğunu ve özellikle büyük güçlerin içinde olduğu paktlardan uzak durulması gerektiğini söylediğini aktarıyorlar. Atatürk'ün ölümünden sonra Türkiye'nin geleceğini belirleyen bu siyasette, Atatürk'ün uzak görüşlülüğü ve öngörüsü etkili oldu ve onun bu çizgisi ondan sonra da devam etti. Hatta günümüze kadar sürdü. Günümüzde de zaman zaman gündeme gelen ve tartışılan İkinci Dünya Savaşı'na girip girmeme meselesine ilişkin elde ettiğimiz bilgileri, görüşlerinize sunmak isterim. Bu da Atatürk portresini tamamlıyor. Bugüne kadar savaşa girmememizin de sırrını veriyor.
KILIÇ ALİ'NİN AKTARIMI
Atatürk'ün en yakınında bulunan ve onun sırdaşı olan Antep Kahramanı Kılıç Ali Bey, anılarında Atatürk'ün hasta yatağında, zamanın Başvekili Celâl Bayar'la yaptığı bir görüşmede, yakında büyük savaşın çıkacağını söylediğini ve yatırımlar konusunda acele edilmesi gerektiğini vurgulayarak şunları söylediğini aktarır:
"Atatürk artık son günlerini yaşıyordu. Bu arada Başbakan Celâl Bayar İstanbul'a gelmişti. Atatürk'ü ziyaret ederek bütçe hakkında bilgi sunacaktı. Doktorlar Bayar'dan, Atatürk'ü sadece çeyrek saat kadar meşgul etmesini rica etmişlerdi. Atatürk, Bayar'ı dikkatle dinledikten sonra şunları söyledi:
"Çocuğum, ne yapılacaksa çabuk yapılmalı. İki yıllık bir zamanınız var. Behemehal dünya bir savaşa gidiyor. Bu durum karşısında bütçe görüşlerine ve formüllerine uyarak hareketsiz kalmak doğru değildir." (Atatürk'ün Sırdaşı Kılıç Ali'nin Anıları, Derleyen: Hulûsi Turgut, 14. Baskı, Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul, 2012, s.652653.)
GENEL SEKRETER NE DİYOR
Atatürk'ün Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak, Atatürk'ün ölümünden iki yıl sonra İkinci Dünya Savaşı içinde, eski Başvekillerden Fethi Okyar ile İstanbul'da evinde görüşür. Görüşmede Okyar merakla, "Atatürk sağ olsaydı bu harbe girer miydi?" diye sorar. Soyak, hayatta olmayan biri hakkında karar vermenin mümkün olmadığını hatırlattıktan sonra şu değerlendirmeyi yapar:
"Eğer Atatürk bugün dünya için de bir şans eseri olarak sağ olsaydı, bu tecavüz harbi karşısında vereceği karar, nasıl tecelli ederse etsin, mutlaka en doğru, en isabetli, hem memleketimiz, hem de dünya hesabına en hayırlı ve behemehal başarılı bir karar olurdu."
Soyak, Atatürk ile yaptığı bir görüşmeden aktardığına göre, Atatürk Anadolu'ya bir tecavüzü, İtalyan lider Mussolini'den beklemektedir. İtalyanların uzun deniz mesafesini kat ederek sahillerimize bir çıkarma yapmalarının güç olduğunu düşünür. Ona göre İtalyanlar, Arnavutluk'u işgal ettikten sonra Bulgaristan'ın desteğini alacak ve Bulgarlarla birlikte Boğazlar'a inmeyi planlayacaktır. Böylece, diğer Balkan devletleriyle irtibatımızı kesecektir. Atatürk bu konuda yetkilileri uyarmış ve buna göre tedbir alınmasını istemiştir.
Soyak'ın bu duruma ilişkin yorumu şöyledir: "İtalya, zavallı Arnavutluk'u istilaya başladığı zamandır ki, olanca kuvvetiyle harekete geçerdi ve ne yapar yapar bu kahpece tecavüzü önleyerek İtalyanların Arnavutluk'ta yerleşmelerine katiyen meydan vermezdi. Bence bu insafsız saldırışa karşı hareketsiz ve seyirci kalmamız, hiç de iyi olmamıştır."
Okyar'ın bu değerlendirmeye ilişkin görüşü ise şöyledir: "Evet haklısın!.. Hem o zamanlar, henüz Almanlarla da anlaşmış değillerdi; kat'i ve azimli bir hareketle tecavüzü durdurmak mümkün olurdu."
Soyak'ın son sözü ise şöyledir: "Sırası gelmişken şu kanatimi de belirteyim ki; eğer Atatürk sağ olsaydı, İkinci Dünya Harbi Balkanlara inmezdi." (Hasan Rıza Soyak, Atatürk'ten Hatıralar, Yapı Kredi Bankası A. Ş. Yayınları, İstanbul, 2 Cilt, 1973, s.526530.)
'TARAFSIZ KALSAYDIK DAHA KÂRLIYDI'
Konu hakkında başvurulacak en önemli kaynaklardan birisi, kuşkusuz Atatürk'ün döneminde aralıksız 14 yıl Dışişleri Bakanlığı yapan ve dış siyasetimizde derin izler bırakan Dr. Tevfik Rüştü Aras'tır. Dr. Aras, İkinci Dünya Savaşı sırasında Londra'da Türkiye Büyükelçisi idi. İnönü döneminde Bakanlıktan alınmıştı. Aras, 1966 yılında Yeni Tanin gazetesinde yayımladığı makalede, İkinci Dünya Savaşı politikamızı değerlendirir ve şu önemli bilgileri verir:
"1935 yılı Mart ayında Hitler'in mecburi askerliği ilân etmesi üzerine haklı endişeler belirdi. Biz de olayları çok yakından izliyorduk. İstemeyerek yüklendiğimiz Birinci Dünya Savaşı tecrübesi gözümüz önünde asla ayrılmıyordu. Mecbur olmadıkça ve savunma gereği belirmedikçe acele ittifaklara koşmanın ne büyük yanlışlık olduğunu iyice öğrenmiştik. Uluslararası konferanslarda kollektif emniyet ve bölge nizamını ileri sürmekte önde bulunanlardan sayılıyorduk." (Tevfik Rüştü Aras, Atatürk'ün Dış Politikası, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2003, s.149150.)
Bölge nizamı için Balkan Antlaşması'nın imzalandığını belirten Aras, şu ilginç iddiada da bulunuyor: "Eğer İkinci Dünya Savaşı Balkanlar'a sirayet etmeseydi, savaş sonunda ayakta kalan Birleşik Amerika ve Sovyetler olarak iki dev devletten sonra sade Avrupa'nın değil, dünyanın üçüncü büyük kuvveti Balkan Birliği olacaktı. Bu ihtimal pek mümkündü. Yalnız bunun ilk şartı Balkanlar arasında mevcut olan ahengi kurmakla beraber bunların ayrı ayrı veya hep birlikte, İkinci Dünya Savaşı'nda tarafsız kalmaları lazımdı." (Aras, s.150.)
Aras, 1938 yılında Almanya'nın ittifak konusunda Türkiye'ye teklifte bulunduğunu, Türkiye'nin bunu Atatürk'ün hastalığını öne sürerek konuşmadan reddettiğini belirterek, teklif için gelen Alman İktisat Bakanına "Savaş çıkarsa tamamıyla tarafsız kalacağımızı taahhüt ve temin edebilirim" dediğini kaydediyor.
Bakan Aras, konuyu Atatürk'e getirerek şunları belirtiyor: "1938 yılında Büyük Önderimiz Atatürk'ü kaybettiğim zaman Avrupa açıkça İkinci Dünya Savaşı tehdidi altında bulunuyordu. Atatürk'ümüzün tasvibi ile ufukta beliren bu savaşta memleketimizin tarafsız kalması kararlaştırılmıştı. Dış politikamızın sevk ve idaresi buna göre yapılmış ve yapılıyordu." (Aras, s.151.)
İNÖNÜ'NÜN TALİMATI
Aras, Londra'ya Büyükelçi olarak atanmadan önce Cumhurbaşkanı İsmet İnönü'yle görüşmede kendisine şu talimatın verildiğini de belirtir: "1 Savaş çıkarsa Türkiye tarafsız kalacak. 2 Türkiye taarruza uğrarsa kendisini derhal savunacaktır. 3 Bu şartlar içinde İngiltere'nin bize yardımını sağlamak ve bunun ne olabileceğini öğrenmek lazımdır.
İşte bu talimatla Londra'ya gittim! Görülüyor ki, Büyük Önderimiz Atatürk olayların muhtemel inkişafını görmüş ve süratle yaklaşmakta olan İkinci Dünya Savaşı'na karışmamaklığımızı istemişti. Onunla aynı kanaatte olan Türk Hariciyesi dış politikamızı bu esasa göre izlemiştir." (Aras, s.153.)
Bakan Aras, 15 Mart 1971 tarihli Milliyet gazetesinde yayımlanan açıklamalarında ise şunları vurgular: "Türkiye, Atatürk'ün politikasını İkinci Dünya Savaşı döneminde titizlikle izleseydi, Balkan Antantı'na ve Sadâbat Antlaşması'na dayanan Türkiye ve müttefikleri, 1945 yılının üçüncü büyük kuvveti; Türkiye, ekonomik ve siyasal açıdan gelişmiş bir toplum olacaktı." (Aras, Atatürk'ün Dış Politikası, s.192.)
Bakan Aras, 20 Mayıs tarihli Milliyet'te ise şu önemli saptamayla konuyu kapatır: "Atatürk yalnız İngiltere değil, hiçbir büyük devletle ittifakın taraflısı olmamıştır. Böyle ittifakların sakıncaları, faydalarından daha çok olduğu kanaati her ikimizde de vardı. Bölge nizamını tercih ettik." (Aras, Atatürk'ün Dış Politikası, s.201202.)
(Makalenin ayrıntısı: Ercan Dolapçı, Devrimin İki Yüzü Atatürk ve İnönü, Kategori Yayıncılık, İstanbul, 2017.)
Ölüm döşeğinde söylenen sözler
Atatürk'ün özel doktoru ve hastalığını ilk teşhis eden Prof. Dr. Nihat Reşat Belger, Atatürk'ün İkinci Dünya Savaşı'na katılma konusunda söylediği sözlerini, Atatürk Araştırma Merkezi Başkanı Prof. Dr. Utkan Kocatürk'le yaptığı söyleşide şöyle anlatır:
"Hastalığının en son safhalarında bile iyileşmemekten hiç fütur getirmeyen Atatürk, devletin en mühim işleri ve dünya siyaseti ile ilgilenmekte devam ediyordu. Hükümet Başkanı ve Hariciye Vekili'ni ve diğer bazı devlet ricalini kabul ediyor, onlardan malumat istiyordu. Bu mülakatları takip eden günlerin birinde, milletler arası durumun pek gergin olduğundan bahseden Atatürk, 'Çok zaman geçmeden Avrupa'da bir fırtına kopacağını, o müthiş kasırganın dünyanın her tarafına yayılacağını, insanlığın umumi bir harp musibetinin bütün kötülükleri ile bir kere daha karşılaşacağını' beyan ettikten sonra, "Bu kanlı badirede tarafsız kalmak, harbe katılmamak ve devlet gemisini bu fırtına ortasında hiçbir maniaya çarptırmadan sevk ve idare ederek harp dışında ve sulh içinde yaşamaya çabalamak bizim için hayatî ehemmiyeti haizdir' demişti." (Prof. Dr. Utkan Kocatürk, Atatürk Çizgisinde Geçmişten Geleceğe Atatürk ve Yakın Tarihimize İlişkin Görüşmeler Araştırmalar Belgeler, AAM Yayınları, Ankara, 2005, s.199200.)
Zekeriya Sertel, Celâl Bayar ve Tevfik Rüştü Aras'ı kaynak göstererek Atatürk'ün son günlerinde söylediği şu sözleri aktarır: "Sovyetler Birliği'ne karşı asla bir saldırı politikası gütmeyeceksiniz. Doğrudan ya da dolaylı olarak Sovyetler'e yöneltilmiş herhangi bir antlaşmaya girmeyecek ve böyle bir anlaşmaya imza koymayacaksınız."
Atatürk, sınıf arkadaşı Ali Fuat Cebesoy'a da yaklaşan tehlikeyi şöyle anlatır: "Fuat Paşa, pek yakında dünya vaziyeti mütareke senelerinden daha çok ciddi olacak ve karışacaktır. İkinci büyük bir harp karşısında kalacağız. Dünyaya hâkim olan milletleri idare edenlerin arasında ne yazık ki birinci derece devlet adamı çıkmıyor. (...)
Eski dostumuz Rus Sovyet Hükümeti acizlerle maceraperestlerin yanlış hareketlerinden istifade etmesini bilecektir. Bunun neticesinde dünyanın vaziyeti ve dengesi tamamen değişecektir. İşbu devre esnasında doğru hareket etmesini bilmeyip, en küçük bir hata yapmamız halinde başımıza mütareke senelerinden daha çok felaketler gelmesi mümkündür." (Ali Fuat Cebesoy, Siyasi Hatıralar, 2. Kısım, Vatan Neşriyat, 1960, s.252253'den aktaran; Atatürk'ün Bütün Eserleri, C.30, Kaynak Yayınları, 2011, s.278279.)
İKİ YAKAMIZI SAĞLAMA ALDIK
Atatürk, 12 Ekim 1937 günü ayak sesleri duyulan dünya savaşı hakkında TBMM'nin alması gereken tedbirler hakkında ise Başyaveri Cevat Abbas Gürer'e şu notu yazdırır: "Türkiye şu veya bu tarzda herhangi bir yere sürüklendirilmiş gibi başıboş bir idare manzarası göstermeyi asla kabul edemez. Büyük devletler arasındaki mücadele, gerginlik, husumet o haldedir ki, bunların arasında bulunarak bir badireye karışmak ihtimali vardır. Bu ihtimale karşı ise azami dikkatli, tedbirli ve soğukkanlı bulunarak postu kurtarmaya çalışmak vaziyetindeyiz." (ATABE, C.30, Kaynak Yayınları, s.40.)
DIŞ POLİTİKAMIZIN TEMELİ
Atatürk'ün Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak da bu görüşleri anılarında şu ifadelerle teyit eder: "Bizim şimdiye kadar takip ettiğimiz açık, dürüst ve barışçı siyaset, memlekete çok faydalı olmuştur. Arkadaşlar da buna alıştılar, hakiki ve hayati mecburiyetler müstesna, bu siyasetimiz devam eder." (Hasan Rıza Soyak, Atatürk'ten Hatıralar, C.2, Yapı Kredi Bankası A.Ş. Yayınları, 1973, s.759.)
Aynı politikayı yazar Rasih Nuri İleri, Kılıç Ali Bey'den naklen şöyle anlatır: "Dış politikamızın temeli, Sovyet dostluğudur; Sovyet dostluğuna zarar vermemek şartıyla İngiltere ile bir antlaşmanın faydası olur." (Rasih Nuri İleri, Atatürk ve Komünizm, Anadolu Yayınları, 1970, s.318.)
Aydınlık