Çağdaş Yokuşoğlu/Psikiyatri Uzmanı
Uzmanlık eğitimimin ilk yılından beri bana önerilen bir kitaptı "Ölümsüz Atatürk". Ünlü psikanalist Prof. Dr. Vamık Volkan ve tarihçi bir isim olan Norman Itzkowitz tarafından yazılmış bir kitap. İsmi Atatürk’ü çok övüyor gibi görülse de arka kapakta başlığın hemen altında "Bir insan olarak Atatürk ve yaşam öyküsü" ifadesiyle, kitabı okurken çok net olacak değersizleştirmeye giriş yapıldığını görebiliyorsunuz.

Sunuştan itibaren bu değersizleştirmeyi gizleme ve değersizleştirme çabasına bakalım. Sunuş kısmında dikkatimi çeken bir cümleyi aktarıyorum: "Her birimiz, psikanaliz eğitimi alanında kazanmış olduğumuz deneyime güvenerek, Atatürk’ün yaşamını ve iç dünyasını incelerken, kendi fantezilerimizi ona aktarmaktan kaçındık." Bu cümleyle nesnel bir kitap yazdıkları önermesini güçlendirerek değersizleştirme çabalarını sözde bilimsel bir zemine oturtmaya çalıştıklarını düşünüyorum. Aslında psikanaliz alanında deneyimli birisi yapılan yorumun, yorum yapanın fantezi dünyasından etkilenmeyeceğini değil, etkileneceğini söyler. Başka bir gizleme çabasına bir sayfa sonra rastlıyoruz. Yazarlar İngilizce "narcissistic personality" terimini "görkemli kişilik yapısı" olarak çevirdiklerini söylüyor. Oysaki hiçbir Türkçe psikanalitik metinde böyle bir çeviriye rastlayamazsınız. Narsisistik ifadesinin çağrıştırdığı olumsuzluğu önlemek adına bir manipülasyon çabası olarak görkemli ifadesinin seçildiğini görüyoruz. Ancak bu kitabın İngilizcesinde bu ifade hep narcissistic olarak geçmiştir ve bu kitabı okuyan sadece Türkler değildir.

ÜNİFORMA SPEKÜLASYONU

Şimdi de Atatürk’ün görkemli kişilik yapısına sahip olduğunu göstermek adına yaptığı yorumlara bakalım. Mustafa’dan Mustafa Kemal’e isimli bölümde "üniforma giyme arzusunun onun askeri kariyer yapmayı tercih etmesine neden olduğunun Atatürk’ün kendisi tarafından da kabul edilmesi, onun abartılı öz kavramının bu süreçte rol oynamış olduğuna işaret eder. Tipik olarak, böyle bir karakteristik özellik, kişisel görünüme ve yakışıklı olma hayaline duyulan ilgi ile örtüşür" gibi bir spekülasyonda bulunulmuştur. Dikkat edin yorum yerine spekülasyon demeyi tercih ettim. Çünkü bu cümlede üniforma giyme arzusunun dış görünüşle ilgili bir arzu olduğunu gösteren tek bir kanıt yoktur. Speküle edildiği gibi bu tercih yakışıklı olma arzusuyla ilgili olabileceği gibi, bu tercihin üniformayı karizmatik bulma, saygın bulma, kutsal bulma gibi birçok başka sebebi de olabilir. Bu kitabın, Kadir Mısırlıoğlu’nun yıllarca yaptığı aleni deformasyonun incelikli hali olduğunu göstermeye çalışıyorum.

Düş Kırıklığı İçindeki Kahraman isimli bölümde Atatürk’ün narsisistik kişiliğine kanıt göstermek amacıyla Aydemir’in Tek Adam isimli önemli eserinden şu bölüm alıntılanmıştır:

"Benim elime büyük bir selahiyet ve güç geçerse, ben hayatı içtimaiyemizde istenilen devrimi, bir anda ve birden, yani, bir "Coup"da tatbik edeceğimi zannederim. Zira ben bazıları gibi, âlimlerin düşüncelerini yavaş yavaş benim düşündüğüm işler derecesinde tasarlamak ve düşünmeye alıştırmak suretiyle bu işin yapılabileceğini kabul etmiyorum.

Böyle harekete karşı ruhum isyan ediyor. Neden bu kadar senelik yüksek tahsil gördükten sonra, hayatı medeniyye ve içtimaiyeyi tetkik ettikten ve hürriyetten zevk almak için, hayatımı ve vakitlerimi harcadıktan sonra avam mertebesine ineyim? Onları kendi mertebeme çıkarırım. Ben onlar gibi değil, onlar benim gibi olsunlar."
ATATÜRK KIRILGAN BİR NARSİSistMİŞ!

Atatürk’ün devrimciliği ve ilericiliği olarak ilkokulda bize öğretilen kişilik özelliklerini Vamık Volkan narsisistik kişilik olarak yorumluyor. Bu bölümü Atatürk günlüğüne yazmış. Vamık Volkan’ın ifadeleriyle yorumu aktaralım: "Mustafa Kemal’in, veliahtı (Vahidettin’den bahsediliyor) ülküleştirmeye girişip bunda başarısız kaldıktan sonra, buradaki ifadelerinden açıkça anlaşılacağı üzere yeniden kendi görkemli benliğine yönelmiş olması ilginçtir." Bana göre de günlükteki ifadelerden gerçekten Atatürk’ün özetkinliğine olan inancının güçlü olduğu sonucu çıkarılabilir. Oldukça olumlu bir özelliktir de bu. Ancak Vahidettin’i ülküleştirme ihtiyacının olduğu ve bunda başarısız olduktan sonra kendi iç enerjisine yönelmiş olduğu önermesi, Atatürk’ün zaten narsisistik kişiliğe sahip olduğu varsayımından yola çıkılarak yapılıyor. Kitabın başında bir etiket giydirildi. O etiketin altı doldurulacağına şimdi o etiketle Atatürk’ün yaşantısı açıklanmaya çalışılıyor. Bir sonraki sayfadaki Vamık Volkan’ın Atatürk’e yakıştırması ise şu şekilde. "Enver’in yörüngesinden çıkamayan bu güçsüz adamdan ülküleştirebileceği bir padişah yaratma çabasından vazgeçti." Bu yorumlardan sonra bölüm isminin neden Düş Kırıklığı İçindeki Kahraman olarak seçildiği de daha açık hale geliyor. Yazarlara göre Atatürk, günlüğündeki ifadelerden net bir şekilde anlaşılacağı gibi özetkinliği yüksek biri değil de, her an ülküleştirebileceği birisini arayan, bunu bulamayınca da hemencecik düş kırıklığına uğrayan kırılgan bir narsisist.

Değersizleştirmenin incelikli yapıldığını söylemiştim. Atatürk’ün inanç ve kararlılık dolu "Geldikleri gibi giderler!" sözünü aktarış biçimine bakalım: "Bu durum karşısında öfkelenen Mustafa Kemal, yaverine şunu söyledi. ‘Geldikleri gibi giderler!" Yani Atatürk bu sözü öfkesini tutamayıp fevri bir şekilde söylemiş.

HİKAYE ANLATICILIĞI

Anadolu’ya geçiş sürecini resmi olarak halletmek için elinden geleni ardına koymayan Atatürk gelişmeleri izlemek için Meclisi Mebusan’a gider. Bununla ilgili şu yoruma bakın: "Gelişmeleri meclisteki ziyaretçi localarının birinden izleyen Mustafa Kemal, ilgi odağındaki kişi olmanın heyecanıyla doluydu ve zaferden çok emindi." Vamık Volkan’ın o sırada Atatürk’ün duygulanımı hakkındaki haberdarlığı gerçekten beni şaşırtıyor. Ben bu yorumun hikâye yazıcılığından ibaret olduğunu düşünüyorum. Sanki Atatürk o sıralarda 38 yaşında Anafartalar Kahramanı, rütbesi yükseltilmiş üst düzey bir subay değil de, ilkokula yeni başlamış bir çocuk. Bir sonraki paragrafta mecliste Anadolu’ya gidişiyle ilgili umduğu sonucu bulamayan Mustafa Kemal’in çocuksu beklentilere sahip olduğu iması var: "Sahip olduğu görkemli benlik padişahın kendisini hemen görmek isteyeceğine inanmasını teşvik ediyordu... Söylemek gereksiz ki, umduğunun aksine padişah, Mustafa Kemal’i hemen çağırmadı ve onu gelecek Cuma selamlığına kadar bekletti." Görüldüğü gibi gerçekçiliğiyle ünlü Atatürk aslında ne kadar narsisistmiş ki (!) herkesin anlayabileceği bir gerçeği çarpıtılmış bir şekilde yaşamış.

İngiliz işgali sonrası "sık sık Pera Palas Oteli’ne gelen yabancı subaylarla iç içe yaşamak zorunda kalmış olmak Mustafa Kemal’i özellikle yaralamış olmalı. Kendi sosyal çevresinde sanki itibar yitirmiş biri durumundaydı ve hemen her gün onun artık düşük statüde biri olduğunu hatırlatan bir olay yaşanıyordu," deniyor aynı bölümde. Mustafa Kemal’in Pera Palas Oteli’nde yaralanmış hisssetmesi olası. Yurtsever bir subay için ülkesinin başkentinin işgal edilmesi ve kendi ülkesinde ikinci sınıf bir asker olmasının yaralayıcı olması çok beklenir bir durum. Her onurlu ve idealist asker bundan yaralanır. Buradaki yaralanmanın sebebi ideallerle olan özdeşleşmedir ve tüm hayatından anlaşılacağı gibi Atatürk için birincil olan sosyal statüsü değil, yurdunun çıkarıdır.

Bu kitap üzerine çok daha fazla şey yazılabilir, yazıya ancak bu kadarını sığdırabileceğim düşünerek yurtseverliği, direnmeyi, kararlılığı, cesareti ve mücadeleyi öğrendiğim Ata’mı saygıyla ve özlemle anıyorum. Fikirler Ölmez!